Nurlar okulları tam nurlandırmaya başladı
Günün Risale-i Nur dersi
Bismillahirrahmanirrahim
Nurlar, mektepleri tam nurlandırmaya başladı. Mektep şakirtlerini medrese talebelerinden ziyade Nurlara sahip ve nâşir ve şakirt eyledi. İnşaallah, medrese ehli yavaş yavaş hakikî malları ve medrese mahsulü olan Nurlara sahip çıkacaklar. Şimdi de çok müftülerden ve çok ulemalardan Nurlara karşı çok iştiyak görülüyor ve istiyorlar.
Şimdi en mühim tekkeler ehli, ehl-i tarikattır. Bütün kuvvetleriyle Nur Risalelerini nurlandırmaları ve sahip çıkmaları lâzım ve elzemdir. (HAŞİYE) Şimdiye kadar ben yalnız iman hakikatini düşünüp “Tarikat zamanı değil, bid’alar mâni oluyor” dedim. Fakat şimdi, sünnet-i Peygamberî dairesinde, bütün on iki büyük tarikatın hulâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi.
Hem ehl-i tarikatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor; kalbi mağlûp olamıyor. Onun için onlar tam sarsılmaz, hakikî Nurcu olabilirler. Yalnız mümkün olduğu kadar bid’atlara ve takvâyı kıran büyük günahlara girmemek gerektir. (Emirdağ Lâhikası-2, 49)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
aziz : çok değerli, izzetli
Berlin : Almanya’nın başşehri
dahilde : içeride
dahiliye vekili : İçişleri Bakanı
ehl-i iman : Allah’a inananlar, mü’minler
emare : belirti, işaret
ezcümle : bu cümleden, meselâ, örneğin
ıslah olmak : düzelmek, iyileşmek
inşaallah : Allah dilerse
kemal-i şevk : tam bir istek ve arzu
Maarif Vekili : Millî Eğitim Bakanı
mahpus : hapsedilmiş, tutuklu
medrese-i Nuriye : Risale-i Nur’un okunduğu yerler
merhum : rahmete kavuşmuş, vefat etmiş
Mevlid-i Nebeviye : Peygamberimizin (a.s.m.) doğumunu
muarız : karşı gelen
muvaffakiyet : başarı
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
nâşir : neşreden, yayan
neşr : yayma, yayınlama
Rabian : dördüncü olarak
ruh u can : ruh ve can; bütün içtenlik
salisen : üçüncü olarak
saniyen : ikinci olarak
sıddık : çok doğru ve bağlı
şakirt : öğrenci, talebe
tâziye etmek : baş sağlığı dilemek
ümmî : okuma yazma bilmeyen, okumamış
vird : devamlı yapılan zikir
zarfında : içinde
Zülfikar : Risale-i Nur’dan, Kur’ân’ın mu’cizeliğine ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mu’cizelerine dair bahislerin toplandığı bir eser
bârekâllah : Allah hayırlı ve mübarek kılsın anlamında, beğeniyi ifade etmek için kullanılan bir söz
bid’a/bid’at : aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan ve dine zarar verici yeni âdet ve uygulamalar
ehl-i tarikat : tarikata mensup olanlar
elzem : çok gerekli olan
hakaik-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikatleri, gerçekleri
hakikat : asıl, esas, gerçek
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân hakikatleri, Kur’ân’ın bildirdiği gerçekler ve doğrular
hakikî : asıl, gerçek
hâmisen : beşinci olarak
haşiye : dipnot
hulâsa : özet
ihtiyat kuvveti : yedek kuvvet
iştiyak : arzu, istek
ittihad-ı İslâm : İslâm birliği
maddiyunluk : materyalizm; her şeyi madde ile açıklamaya çalışma
mağlûp : yenilme
mahsul : ürün
mensup : bağlı
musibet-i beşeriye : insanlara gelen belâ ve musibetler
Rehber Risalesi : Gençlik Rehberi, Risale-i Nur’un çeşitli yerlerinden gençlikle ilgili konulardan derlenerek hazırlanan risale
sünnet-i Peygamberî : Peygambere ait sünnet, Peygamber sünneti
takdirkârâne : takdir edercesine
takvâ : Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma
tarik : mânevî yol
tarikat : İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen tasavvuf yolu
telâkki etmek : anlamak, kabul etmek
uhuvvet-i İslâmiye : İslâm kardeşliği
ulema : âlimler
zındıka : dinsizlik, inançsızlık
aziz : çok değerli, izzetli
cereyan : akım, hareket
dahil : iç
ehl-i maarif : eğitimciler; ilim ve irfan ehli olanlar
fevkinde : üstünde
hakikaten : gerçekten
hariç : dış
hizmet-i Nuriye : Risale-i Nur hizmeti
içtimaî : sosyal, toplumsal
intibah : uyanma
ittihad-ı İslâm : İslâm birliği
kuvve-i mâneviye : mânevî kuvvet, imandan gelen moral gücü
meb’us : milletvekili
müellif : telif eden, kitap yazan
müsadere : el koyma
ruh u can : ruh ve can; bütün içtenlik
sâdisen : altıncısı
sıddık : çok doğru ve bağlı
umum : bütün, genel
vazife-i imaniye : iman vazifesi