Nurlara hücum hatasıyla zemin hiddet eder

Nurlara hücum hatasıyla zemin hiddet eder

Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

İddiacı der: Zelzele gibi bazı hadiseler, Nurlara hücum zamanında gelmeleri Nurun kerametidir ki, zemin hiddet eder. İşte Said'in bu fiili zemine vermesi dine muhaliftir.

Hem "Gizli düşmanı ve ifsat komitesi yok" demesi öyle bir yalandır ki, komünist ve mason ve taşnak gibi çok komiteler lisan-ı hal ile "Bu iftiradır, biz meydandayız" derler.

Ve otuz seneden beri emsalsiz bir tarzda Said'in başına gelen elîm hadiseler, hususan bu on ay tecrid-i mutlak ve Said'in herşeyi bırakıp bütün kuvvetiyle Kur'ân için o mütecaviz din düşmanlarına karşı yüz Nur Risaleleriyle galibâne çalışması, o yalan dâvâyı yüz hüccetle tekzip eder.

Hem iddiacının "Onu zehirleyen olmamış" demesi öyle bir hatâdır ki, o daima Said ile bulunmak ve sergüzeşte-i hayatına tamamen muttali olmakla ancak o menfî hükmünü ispat ve yirmi sene koltuğum altında işleyen ve görenler hayret eden ve aşılamakla olan zehir çıbanı ve yanımda bulunan dostların görerek şehadetleriyle hem Kastamonu'da, hem Denizli hapsinde, hem Emirdağı'ndaki tesemmümlerimi inkâr etmekle o hatâsını tamir edebilir.

Kur'ân'da “Neredeyse öfkeden parçalanacak.” (Mülk Sûresi: 8.) âyeti, "Cehennem ehl-i küfre öyle hiddet eder ki, parçalanmak derecesine gelir" mânâsında olduğu tarzında, teşbih sûretinde, Nurlara hücum hatasıyla zemin hiddet eder ve hava ağlar ve kış kızar. Yani, emr-i İlâhî ile o mahlûklar vazifeleri içinde kuvvet ve kudret-i Rabbâniyenin tecellîsine mazhar olup gazab-ı İlâhîyi gösterirler. Be-şeri ikaz için titrer, ağlar demektir. (Şualar)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

ZELZELE : Sarsıntı. Deprem.
KERÂMET : Allah'ın ihsanıyla velîlerin gösterdikleri adet dışı, olağanüstü haller.
ZEMİN : Yer; yüzey, satıh.
HİDDET : Öfke, kızgınlık, gazab.
MUHÂLİF : Uymayan, zıt olan, karşı duran.
İFSAD : Bozmak, azdırmak, fitne çıkarmak, karıştırma.
KOMİTE : Kötü bir maksat için toplanmış gizli cemiyet.
MASON : Dinsiz, îmânsız; din ve îmân düşmanı bir cemiyete mensup.
TAŞNAK : Bir Ermeni komitası.
LİSÂN-I HÂL : Vücut dili. Birşeyin duruşu ve görünüşü ile bir mânâ ifâde etmesi.
EMSÂL : Misaller, denk ve benzerler.
ELÎM : Acı veren, çok acıklı, üzüntü veren.
TECRİD-İ MUTLAK : Tek başına, hücre hapsinde bulundurmak, kimseyle görüştürmemek.
MÜTECÂVİZ : Haddini aşan, tecâvüz eden, saldıran.
GÂLİBÂNE : Galip bir tarzda. Üstün gelerek.
TEKZİB : Yalanlamak, bir işe inanmayıp inkâr etmek, yalan olduğunu söylemek.
HÜCCET : Senet, vesika, delil; bir iddiânın doğruluğunu ispat için gösterilen belge.
SERGÜZEŞTE-İ HAYAT : Hayat mâcerası, biyografi.
MUTTALİ : Bilgili, mâlûmat sahibi olan.
MENFÎ : Nefyedilmiş, noksan, negatif, müsbetin zıddı, olumsuz.
ŞEHÂDET : Şâhitlik
TESEMMÜM : Zehirlenme.
TEŞBİH : Benzetmek, benzetilmek; benzetiş.
MAHLÛK : Yaratılmış, yoktan var edilmiş olan.
KUDRET-İ RABBÂNİYE : Herşeyi terbiye ve idâre eden Allah'ın sonsuz kudreti.
TECELLÎ : Görünme, bilinme
MAZHAR : Nâil olma, şereflenme, kavuşma, ortaya çıkma ve görünme yeri.
GAZAB-I İLÂHÎ : Allah'ın gazabı, kahrı, cezası.
BEŞER : İnsan.