O zat (asm) öyle bir namazda dua ediyor ki

O zat (asm) öyle bir namazda dua ediyor ki

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

İşte, şu zat, şu mevcudat Hâlıkının vahdâniyetinin hakkaniyeti derecesinde hak bir burhan-ı nâtık, bir delil-i sadık olduğu gibi, haşrin ve saadet-i ebediyenin dahi bir burhan-ı katıı, bir delil-i sâtııdır. Belki, nasıl ki o zat, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür; öyle de, duasıyla, niyazıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icadıdır. Haşir meselesinde geçen 1 şu sırrı, makam münasebetiyle tekrar ederiz.

İşte, bak: O zat öyle bir salât-ı kübrâda dua ediyor ki, güya şu cezire, belki arz, onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder.

Bak, hem öyle bir cemaat-i uzmâda niyaz ediyor ki, güya benî Âdemin zaman-ı Âdemden asrımıza, kıyamete kadar bütün nuranî, kâmil insanlar, ona ittibâ ile iktidâ edip duasına âmin diyorlar.

Hem bak, öyle bir hâcet-i âmme için dua ediyor ki, değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvât, belki bütün mevcudat, niyazına, “Evet, yâ Rabbenâ, ver, biz dahi istiyoruz” deyip iştirak ediyorlar.

Hem öyle fakirâne, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müştakâne, öyle tazarrukârâne niyaz ediyor ki, bütün kâinatı ağlattırıyor, duasına iştirak ettiriyor.

Bak, hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için dua ediyor ki, insanı ve âlemi, belki bütün mahlûkatı esfel-i sâfilînden, sukuttan, kıymetsizlikten, faidesizlikten, âlâ-yı illiyyîne, yani kıymete, bekàya, ulvî vazifeye çıkarıyor.

Bak, hem öyle yüksek bir fizâr-ı istimdatkârâne ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâne ile istiyor, yalvarıyor ki, güya bütün mevcudata ve semâvâta ve Arşa işittirip, vecde getirip, duasına “Âmin Allahümme âmin” dedirtiyor.

Bak, hem öyle Semî, Kerîm bir Kadîrden, öyle Basîr, Rahîm bir Alîmden hâcetini istiyor ki, bilmüşahede, en hafî bir zîhayatın en hafî bir hâcetini, bir niyazını görür, işitir, kabul eder, merhamet eder. Çünkü istediğini velev lisan-ı hâl ile olsun verir. Ve öyle bir suret-i hakîmâne, basîrâne, rahîmânede verir ki, şüphe bırakmaz, bu terbiye ve tedbir öyle bir Semî ve Basîr ve öyle bir Kerîm ve Rahîme hastır. (Sözler, On Dokuzuncu Söz)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
âlâ-yı illiyyîn : yücelerin en yücesi
Alîm : sonsuz ilim sahibi ve ilmi her şeyi kuşatan Allah
Allahümme âmin : ey Allahım, kabul eyle
âmin : Allahım kabul eyle
Arş : Allah’ın hüküm ve egemenliğinin tecelli ettiği yer
arz : yeryüzü
azametli : büyük
Basîr : her şeyi gören Allah
basîrâne : görerek
bekà : süreklilik, sonsuzluk
benî Âdem : Âdemoğulları, insanlar
bilmüşahede : görüldüğü gibi
cemaat-i uzmâ : büyük cemaat
cezire : yarımada
ehl-i arz : yeryüzündekiler
ehl-i semâvat : göktekiler
esfel-i sâfilîn : aşağıların en aşağısı
fakirâne : muhtaç bir şekilde
fizâr-ı istimdatkârâne : yardım isteyerek inleyip ağlamak
hâcet : ihtiyaç
hâcet-i âmme : genel ihtiyaç
hafî : gizli
haşir : öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma
hazinâne : hüzünlü bir şekilde
iktida : uyma
iştirak etmek : katılmak
ittibâ : tabi olma, uyma
Kadîr : sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
kâinat : evren, yaratılmış her şey
kâmil : kemâl ve fazilet sahibi
Kerîm : sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah
lisan-ı hâl : hal ve beden dili
mahbubâne : sevimli bir şekilde
mahlukât : yaratılmışlar
mevcudat : varlıklar
müştakâne : iştiyakla, çok isteyerek
niyaz : dua, yalvarma
niyaz-ı istirhamkârâne : rahmet dilercesine dua
nuranî : nurlu, aydınlık
Rahîm : sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
rahîmâne : merhametli bir şekilde
saadet : mutluluk
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
salât-ı kübrâ : en büyük namaz
sebeb-i husul : meydana gelme sebebi
sebeb-i vücud : varlık sebebi
semâvât : gökler
Semî : her şeyi işiten Allah
sukut : düşüş, alçalış
suret-i hakîmâne : hikmetli bir şekilde
tazarrukârâne : yalvarıp yakararak
tedbir : idare etme
ulvî : yüce
vecd : coşku
velev : eğer, hatta
vesile-i icad : var ediliş vesilesi
vesile-i vusul : kavuşma vesilesi
yâ Rabbenâ : ey Rabbimiz
zaman-ı Âdem : Âdem Peygamberin (a.s.) zamanı
zîhayat : canlı