Hasan TANRIVERDİ

Hasan TANRIVERDİ

Ölüm olmasa, hayat ölürmüş-2

Besinler anne rahmine sevk ediliyor

İşte akıllara ibret bu serüvenin sonunda, besinlerden bir kısmı daha şanslı olacaklar ki, kısa bir süre sonra kendilerini anne rahminde yeni döllenmiş ikiz bebeğin hizmetinde buldular. Bu şekilde bitki veya hayvan seviyesinden, insan seviyesine çıkıp, canlanacaklardı. Üstelik yeni bir hayata can katacaklardı.

“Ne oluyoruz?” demeye kalmadan, birkaç hafta sonra “embriyo” diye adlandırılan küçücük iki canlı teşekkül etti. Bu daha onların gelişimlerinin başlangıcıydı. Doktorların söylediğine göre, anne ve baba ikiz çocuk sahibi olacaklardı. Bu iki hücrenin insan olup, dünyada yaşamaya namzet hale gelmeleri için önlerinde daha çok uzun yol vardı. Ancak bebeklerin her ikisinin de bundan haberleri yoktu.

Bu durum Yüce Allah’ın “Hay” isminin tecellisiyle bir hayat mucizesiydi. Şimdi sıra “Kayyum” ismine gelmişti. O da bebekleri canlı tutacak ve büyütecekti. “Rezzak” ismi rızık verecek ve böylece bebekler gelişimlerini tamamlayıp, dünyaya teşrif edecek hale gelince “Esma-ül Hüsna” dediğimiz Yüce Allah’ın yetmişe yakın ismi onlarda tecelli edecekti. Sonunda bebekler, Hâlık-ı Zülcelâl’in isimlerinin en güzel bir yansıması olarak kendilerini yaratan Yüce Allah’a ayna olma vasfı kazanacaklardı.

Gelişimlerinin ilk adımında insandan çok bir maymun veya bir köpek embriyosundan farksızdılar. Onları oraya gönderen, kudret sahibi “vitelino” denilen bir keseden beslenmelerini sağlıyordu. Anne, ne yerse yesin, bebeklerin besin ihtiyaçları ne annenin ne de bebeklerin haberi dahi olmadan, kandaki besin taşıyıcılar tarafından bu keseye aktarılıyordu.

“Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık. (Ey insanlar!) Biz sizi dayanıksız bir sudan yaratmadık mı?” Ayetleri, bu mükemmel ve eşsiz sanatın ispatıydı.

Bebeklerin vücudu, tavırdan tavıra geçtikçe, acayip ve muntazam değişikliklere uğruyordu. Bir damla sudan-- kan pıhtısına, kan pıhtısından et parçası haline ve daha sonra da insan suretine geçmeleri gayet dakik, düzenli an be an değişen ince, hassas düsturlara tabi mükemmel bir sistemin işlediğinin kanıtı idi.

Anne, bitkisel ve hayvansal gıdaları yiyecek, sindirim sistemi bütün mükemmelliği ile besinleri eritecek, bu besinler bağırsakta yerleştirilen emici hücreler tarafından emilecek, kandaki görevli besin taşıyıcılar sayesinde anne rahmindeki bebeklere gerekli olan besin maddelerini ayrıştırarak anında ulaştırılacaktı. Sistem hiç aksamadan böyle çalışıyordu. Bu faaliyetler, muntazam şekilde bebekler dünyaya gelene kadar devam edecekti.

Ne hikmetse sekizinci haftadan sonra “vitelino kesesi” görevini tamamlıyor. Aralarında nasıl bir anlaşma yaptılarsa, görevini anneden gelen göbek bağı kordonuna devrediyordu.

Bütün bu hadiseler,  düzenli ve sistemli bir şekilde mükemmel devam ederken, bebekler hiçbir şeyden habersiz, anne rahminde İlahî kudretin kendileri için hazırladığı havuzda huzurlu bir şekilde yüzmeye başlıyorlardı.

İlk kırk gün içinde kalp atışları başlayan bebekler, can ile buluşmuştur. Artık onlar beden fonksiyonları harekete geçen birer canlı varlıklardır. Çünkü var olma sürecine girmişlerdir. Sonra ise vücut organları şekillenmeye başlayan bebekler, ikinci kırk günde İlahî tasarımın planladığı gibi organlarına kavuşmuşlardı.

Bebeklerdeki en büyük gelişme ise, buna tarihi buluşma demek daha doğru olur,  yüce kudret sahibi Allah tarafından görevlendirilen melek vasıtası ile onlara ruh verilerek, O yüce kudretin “Hay” isminin tecellisi olarak yüz yirminci günde ruhlarıyla bedenleri buluştular. Şimdi onlar, anne karnında dünyaya gelecekleri günü bekleyen küçük birer insan olmuşlardı.

Zaman hızla ilerliyor, bebekler yavaş yavaş büyüyorlardı. Gözler henüz açılmamış ama kol ve bacakları gelişmişti. Hatta kollarını ve bacaklarını hareket bile ettirebiliyorlardı. Henüz daha erken olduğu için anneleri bu hareketleri fark edemiyordu. Bir müddet sonra fark edecek ve karnında kendinden bir parça olan çocuğunu taşımanın hazzını yaşayacaktı. Bu durum bütün anneler için yaşanabilecek çok muhteşem, özel bir duyguydu.

Yirmi dördüncü haftada bebeklerin akciğerleri dışında bütün organlar tamamlanmıştı. Eğer şimdi doğarlarsa hayatta kalmaları çok güçtü. Bu haftalarda bebekler kollarını ve bacaklarını hareket ettirmelerinin yanında, gözlerini de açıp kapamaya da başlamışlardı. Etraflarını saran, özenle yapılmış güvenli bir ortamda huzurlu bir şekilde zamanlarının büyük bir kısmını uyuyarak geçiriyorlardı.

Nihayet dokuz aya gelindiğinde, doğmaya hazır insan halini aldılar. Yaratılış mucizesi iki yavru, ana rahminde son günlerini yaşıyorlardı. Kudret sahibi Yüce Allah’ın hangi eseri mucize değildi ki? İşin en ilginç yönü, her insanda olduğu gibi, bebeklerin vücutlarında da dolaşım sistemi, sindirim sitemi, sinir sistemi gibi onlarca sistem birbiriyle irtibatlı ve uyumlu bir şekilde, yardımlaşma prensibi içinde bebeklerin hayatlarını devam ettirmesi için koordineli olarak çalışmaya gayret gösteriyorlardı.

Anne ile çocuğu arasındaki ilişki daha doğmadan başlamıştı. Anne çocuğuna dokunmasa da karnını tuttuğunda, aralarında ruhsal bir iletişim kuruluyordu. Bebeklerin ara sıra tekmelemesi bu ilişkinin göstergesiydi.

Cevabını bilemediğimiz ama olması çok muhtemel soruları düşünmekten kendimizi alamıyoruz.

Bebekler, daha gözleri açılmadan bile, birbirleriyle aynı evi paylaştıklarını hissediyorlar mıydı?

Anne karnındaki ikiz bebekler hal lisanları ile konuşuyorlar mıydı? Aralarında bir anlaşma dili geliştirmişler miydi?

Daha da önemlisi, bebekler annelerinden haberdar mıydılar? Nasıl ki anneleri karnında onları hissediyorsa, bebeklerin de annelerini hissettiğini düşünmek gayet normaldi.

Bir gece bebekler çok rahatsız oldular. Sürekli tekme atıyorlardı. Annesi:

“Yoksa bunlar daha şimdiden kavgaya mı başladılar?” demekten kendini alamadı.

Tekmelerin verdiği rahatsızlık giderek artıyordu. Hemen eşine haber verdi. Kısa bir istişare sonucu, olayın sırrını çözmekte gecikmediler.

Zira anne o gün canı çektiğinden bol acılı çiğ köfte yemişti. Bebekler acılı çiğköfteye tekme atarak tepki veriyorlardı. Aynı hadise eşler arasındaki tartışmalardan sonra da meydana geliyordu. Buna birkaç kez şahit oldular.

Anne, elini karnına götürerek bir müddet okşuyor,  bebekleri seviyor, onlarla konuşuyor, neticede çocukları sakinleştirmeyi başarıyordu.

Devam edecek

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.