Metin KARABAŞOĞLU
One-van-bir
Kahramanına her daim hak verdiğim bir fıkradır.
Rivayet o ki, vaktiyle, Şark vilayetlerinden birinde, bir rivayete göre Van’da medrese tahsili görmüş, ama resmen ‘ilkokul mezunu’ gözüken bir imam, kademe atlayıp maaşını bir nebze olsun iyileştirebilmek için ortaokul bitirme sınavlarına katılır. Durumu cemaatine de bildirip dua istemiş olacak ki, bir gün namaz çıkışı cemaat imama vaziyeti sorar. İmam efendi birçok dersten geçmiştir, ama İngilizce’den geçemediği için ortaokul diploması alamamıştır. “Nasıl geçilir ki İngilizce’den?” diye dert yanar imam efendi. “Adamın dillerinde de hayır yok. ‘One’ diye yazıyorsun, ‘van’ diye okuyorsun, üstelik de anlamı ‘bir’ demek.”
Dediğim gibi, kahramanına hak verdiğim bir fıkradır bu. ‘Bir’ yazıp ‘bir’ okuyan ve ‘bir’ anlayan bir insanın, ‘one’ yazıp ‘van’ okumayı anlaması da kolay değildir; buradan ‘bir’ anlamına geçmesi de.
Buna karşılık, İngilizce’ye yeterince aşinalık kesbedenlerin gözünde, imam efendinin durumu komik bir durum olarak belirir. ‘One’ diye yazılan şey, onların algısıyla, ‘o-ne’ değildir zaten; ‘one’yi gördüklerinde dilleri kendiliğinden ‘van’ dediği gibi, akılları da ‘1’i tanımlar hemen. İmam efendinin dünyasında üçe ayrılmış bu yazılış, okunuş ve anlam, onların gözünde birleşmiş haldedir zira.
Buna karşılık, ‘one’yi anında ‘van’ okuyanlar dahil, çoğumuz, şu dünyada yaşayan çoğu insan, bir başka durumda, belki imam efendinin hiç yaşamadığı bir şaşkınlık yaşar. Kâinatın, kâinat içindeki her bir şeyin Allah’ı tesbih ettiği, herşeyin Allah’ı bildirir bir ‘âyet’ olduğu söylendiğinde, nice zihinde bir “Nasıl yani?” belirir hemen. Şu karşıdaki ağaç, ‘ağaç’ yazılır, ‘ağaç’ okunur ve dalı-budağıyla ‘ağaç’ anlamına gelir çünkü. ‘Ağaç’a bakıp ‘âyet’ okumak; ‘ağaç’a yaklaşıp ‘tesbihat’ duymak bizim dünyamıza yabancıdır.
Tıpkı imam efendinin ‘one’ yazılan şeyin ‘van’ diye okunmasını, üstelik de ‘bir’ anlamı taşımasını anlamayışı gibi.
“Yedi kat gökler, yeryüzü ve içlerindekiler O’nu tesbih ederler. O’nu tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Lâkin siz onların tesbihatını anlamıyorsunuz” buyuran o âyet-i kübra, İsrâ sûresinin 44. âyeti işte bu problemimize işaret ediyor değil midir?
Niceleri için, kâinat bir ‘dil’ içinde sözümona kavranmış, açıklanmış haldedir zaten. Bu ‘dil’ içinde, ağaca ağaç denir, çiçeğe çiçek nazarıyla bakılır, kuşlardan kuşlar diye söz edilir. Altı üstü, varı yoğu ile, ağaç ağaç, çiçek çiçek, kuşlar kuşlardır çünkü. Ötesi yoktur.
Oysa varoluş, hakikat-ı halde, bundan çok daha fazlasıdır. Âyet-i kübra olarak İsrâ: 44 âyetinin bildirdiği üzere, ‘şey’ ünvanıyla anılmaya değer bulunan herşey, kendi bütünlüğü, kendi yekpare ve yekvücut varlığı içinde, ‘mânâ-yı ismî’ dediğimiz bu basit ve yüzeysel dilden çok daha öte bir anlam taşır. Ağaç sadece ağaç değildir gerçekte; gündelik dilde ‘ağaç olmak’ öylece kalakalmak anlamına da gelse, ağaç olmak, uğruna bütün bir kâinatın çalıştırıldığı muazzam bir süreç gerektirir. Bir ağacın varlığı, tohumun içine koca bir ağacın programını yazan bir ilim, irade, hıfz ve himayeti gerektirdiği gibi, dünyanın eğiminden güneşin hacmine ve dünyadan mesafesine, havadaki gazların terkibinden topraktaki minerallerin bileşimine sayısız unsurun gözetilip hazır edildiği bir ortamı gerektirir.
Sadece ağaç için değil, ‘şey’ ünvanına lâyık herşey için geçerli bir durumdur bu. Ne ki ‘var’dır, bir ‘var ediliş’ hikâyesi vardır. Varlığı kendinden olan hiçbir ‘şey’ yoktur. Varlığı kendinden olan, bizatihî var olan bir tek O vardır; ve O Zât-ı Akdes dışında herşey, O’nun dileyip var etmesiyle vardır ve O öyle dilediği için varlıkları devam etmektedir.
Bu bakımdan, İngilizce’de takılıp kalan imam efendiye gülüp geçmek akıl kârı değildir. O’nun olsa olsa üç-beş kuruş dünyalık için katkısı olacak olan İngilizce’de yaşadığı zorluğun bir benzerini, niceleri ‘mânâ-yı harfî’ dilinde yaşamaktadır. ‘1’ anlamını Türkçe’deki ‘bir’e kilitleyen bir nazar nasıl ‘one’yi görünce ‘van’ okunuşuyla ‘bir’ anlamına hads ile, şimşek gibi bir sür’at-i intikal ile geçemiyorsa, eşyayı bildik tanımları içine kilitleyen bir nazar da kâinatı ‘tesbihat,’ ‘mevcudat,’ ‘mahlukat’ ve ‘masnuat’ anlamıyla okuyamamaktadır.
Halbuki, çokları anlamasa da, ‘şey’ ünvanıyla anılmaya lâyık herşey O’nu tesbih eder. Herşey O’nu söyler, O’ndan haber verir ve O’nu bildirir.
Bunu kavramak için ise, imam efendinin İngilizce’ye çalıştığından çok daha yoğun biçimde, ‘mânâ-yı harfî’ diline çalışmak gerekmektedir.
Tâ ki, mezuniyet belgemizi alarak bu meydan-ı imtihandan geçebilelim.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.