Onları hep birlikte suda boğduk ve sonrakiler için ders alınacak bir misâl kıldık
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Zuhruf Suresi 46-56. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
46 . Celâlim hakkı için, Mûsâ’yı da mu‘cizelerimizle Fir‘avun’a ve ileri gelenlerine gönderdik de: “Gerçekten ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim!” dedi.
47 . Fakat onlara mu‘cizelerimizi getirdiğinde, o vakit onlar bunlara gülüverdiler.
48 . Onlara göstermekte olduğumuz her mu‘cize, mutlakā diğerinden daha büyüktü. Kendilerini (hayatlarını çekilmez kılan çeşitli) azâb(lar) ile yakaladık, tâ ki onlar (küfürlerinden) dönsünler.
49 . Bunun üzerine dediler ki: “Ey sihirbaz! (Duânı kabûl edeceğine dâir)(1) sende olan ahdi hürmetine, Rabbine bizim için duâ et; muhakkak ki biz, (o vakit) gerçekten doğru yola giren kimseler (olur)uz.”
50 . Fakat kendilerinden azâbı açıver(ip kaldır)ınca, onlar sözlerinden hemen döndüler.
51 . Fir‘avun ise, kavmi içinde seslenip dedi ki: “Ey kavmim! Mısır mülkü (hükümdarlığı) ve altımdan akıp giden bu nehirler, benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz?”
52 . “Yoksa ben, kendisi değersiz ve nerede ise söz anlatamayacak durumda bulunan bu adamdan daha hayırlı değil miyim?”(2)
53 . “O hâlde (doğru söylüyorsa) üzerine altın bilezikler atılmalı veya berâberinde peş peşe dizilen kimseler hâlinde melekler gelmeli değil miydi?”
54 . (Fir‘avun) böylece kavmini hafife aldı (küçümsedi); buna rağmen ona itâat ettiler. Gerçekten onlar bir fâsıklar topluluğu idiler.
55 . Artık ne zaman ki bizi gazablandırdılar, onlardan intikam alıverdik, bu yüzden onları hep birlikte suda boğduk.(3)
56 . Böylece onları, sonrakiler için (ders alınacak) bir geçmiş ve bir misâl kıldık.
*
1- Mûsâ (AS) devrindeki kabûle göre “Sâhir (sihirbaz)” ta‘bîri, bir kötüleme ifâdesi olmayıp, bil‘akis hürmeti gösterirdi. Çünki sihirbazlık o zamânın en revâçta, en mu‘teber ilmi idi. (Nesefî, c. 4, 176)
2- Fir‘avun’un burada kasdettiği şey, daha önce Mûsâ (AS)’ın dilinde bulunan tutukluktur. (İbn-i Kesîr, c. 3, 292)
3- “Sırât-ı müstakîm ehli olan (dosdoğru biryolda giden) peygamberlere binler vâkıâtta (vak‘alarda) istimdadlarına (yardım taleblerine) hârika bir tarzda gaybî imdad gelmesi ve o peygamberlerin istedikleri aynen verilmesi ve düşmanları olan münkirlere (inkâr edenlere) yüzer hâdisâtta (hâdiselerde) aynı zamanda gazab gelmesi ve semâvî musîbet başlarına inmesi kat‘î, şeksiz (şübhesiz) gösterir ki; bu kâinâtın ve içindeki nev‘-i beşerin (insan nev‘inin) Hakîm ve Âdil (hikmet ve adâlet sâhibi) ve Muhsin ve Kerîm (ihsân ve cömertlik sâhibi) ve Azîz ve Kahhâr (izzetli ve gerektiğinde düşmanları kahredici) bir Mutasarrıfı (idârecisi) ve bir Rabbi var ki, Nûh (AS) ve İbrâhîm (AS) ve Mûsâ (AS) ve Hûd (AS) ve Sâlih (AS) gibi çok nebîlere (peygamberlere) pek hârika bir sûrette târihî ve geniş hâdiselerle muzafferiyet (zafer) ve necâtları (kurtuluşları) vermiş ve Semûd ve Âd ve Fir‘avun kavimleri gibi çok zâlimlere ve münkirlere dahi, peygamberlerine isyanlarına mukābil (karşılık) dünyada dahi bir cezâ olarak, başlarına dehşetli semâvî musîbetlerindirmiş.” (Şuâ‘lar, 15. Şuâ‘, 579)