Ordu hâlinde inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman

Ordu hâlinde inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Enfâl Sûresi 15-19. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

15-Ey îmân edenler! Ordu hâlinde inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman, (çokluklarına bakarak) hemen onlara arkalarınızı dönmeyin (kaçmayın)!

16-(Tekrar) savaşmak için bir tarafa çekilen veya başka bir birliğe katılan müstesnâ, kim öyle bir günde onlara arkasını dönerse (kaçarsa), artık hiç şüphesiz Allah’dan bir gazaba uğramış olur ve onun varacağı yer Cehennemdir! O ise ne kötü varılacak yerdir!

17-İşte onları (Bedir’de aslında, siz) öldürmediniz, velâkin onları Allah öldürdü! Attığın zaman da (sen) atmadın, fakat Allah attı! (*) Hem mü’minleri güzel bir imtihanla (ni‘metle, zafer ve ganîmetle) imtihân etmek için (böyle yaptı). Şüphesiz ki Allah, Semî‘ (herşeyi işiten)dir, Alîm (herşeyi bilen)dir.

18-İşte bu (imtihanlar) böyledir; muhakkak ki Allah, kâfirlerin tuzağını zayıf düşürendir.

19-(Ey kâfirler!) Eğer fetih istiyorsanız, işte gerçekten size (istediğinizin aksine, sizin mağlûb olduğunuz) fetih geldi! Eğer (peygambere düşmanlıktan) vazgeçerseniz, artık bu sizin için hayırlıdır. Fakat (savaşa) dönerseniz, (biz de ona yardıma) döneriz. Çok da olsa topluluğunuz, size aslâ bir fayda veremez; çünki Allah, mü’minlerle berâberdir.

(*)“Gazve-i Bedir’de, şu âyet haber veriyor ki; Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir avuç toprak ile küçük taşları aldı, küffar (kâfirler) ordusunun yüzüne attı; شاَهَتِ الْوُجُهُ [Yüzler(i) kara olsun!] dedi. شاَهَتِ الْوُجُهُ kelimesi bir kelâm iken, onların her birinin kulağına gitmesi gibi, o bir avuç toprak dahi, her bir kâfirin gözüne gitti. Her biri kendi gözü ile meşgûl olup, hücumda iken, birden kaçtılar. (...) Hârika olan şu hâdise, esbâb-ı âdî (basit sebebler) ve kudret-i beşer (insanın gücü) dâhilinde olmadığından, Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân: *وَماَ رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّٰهَ رَمٰي [Attığın zaman da (sen) atmadın, fakat Allah attı!] fermân eder. Yani o hâdise, kudret-i beşer hâricindedir. Kuvve-i beşeriye (insan kuvveti) ile değil, belki fevkalâde bir sûrette, kudret-i İlâhiye (Allah’ın kudreti) ile olmuştur.” (Zülfikār, 19. Mektûb, 42-43)