Orduya alınan ilahiyatçıyı 'dinci' diye attılar

Orduya alınan ilahiyatçıyı 'dinci' diye attılar

'Bin yıl sürecek' denen 28 Şubat süreci, YAŞ mağduru subay ve astsubaylarda 'bin yıl kapanmayacak' derin yaralar açtı.

Mürsel Karadeniz'in haberi

'Bin yıl sürecek' denirken etkisi 10 yıl dahi sürmeyen 28 Şubat postmodern darbesi sürecinde cunta zihniyetinin uyguladığı insan hakkı ihlalleri nedeniyle siyaset ve millet büyük yara aldı. Postmodern darbe bin yıl sürmedi ama Yüksek Askeri Şura tarafından yıllarca emek verdikleri Türk Silahlı Kuvvetleri'nden fişlemelerle ve akıllara durgunluk veren gerekçelerle koparılan bin 500'ün üzerindeki subay ve astsubayın hem kişisel hem ailevi hayatları, 'bin yıl unutulmayacak' acı hikayelere dönüştü. Bu acı hikayelerin bazıları 28 Şubat egemenlerinin acımasızlığını ortaya koyarken bir kısmı da darbecilerin trajikomik zihniyetini gözler önüne serdi. Öyle ki 28 Şubat cuntası, askeri okullarda okutulan Din Kültürü dersine giren subay öğretmenleri, 'dindar' diye fişleyerek 'irticacı' diye ordudan attı.

DİN SUBAYI OLARAK ÇAĞIRDILAR

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin tüm okullarda zorunlu hale getirildiği 1980'li yılların başında TSK bünyesindeki askeri okullarda da 'din öğretmeni' açığı meydana geldi. Bunun üzerine TSK bir sınav açarak İlahiyat Fakültelerinden din işleri subayı kadrosuna görevli alınacağını duyurdu. Hatta bu fakültelerden öğrenciler şahsen sınava çağrıldı. O dönemde İlahiyat Fakültesi 4. sınıfta okuyan okuyan Arif Çelenk de sınava çağırılanlar arasında yer aldı. Sınavda başarılı olduktan sonra 1978 yılında askeri okula kayıt yaptırarak subay eğitimi almaya başlayan Çelenk, 3 yıllık eğitimin ardından teğmen olarak Çankırı Astsubay Hazırlama Okulu'nda göreve başladı.

'ORUÇ TUTMAMALARINI SÖYLE'

Ancak bu günlerin kısa sürdüğünü, 1982 yılında Bursa Işıklar Askeri Lisesi'ne tayin edilmesinin ardından sorunların başladığını ifade eden Binbaşı Çelenk, şöyle devam etti: "1990'a girdiğimizde sıkıntıyı hissetmeye başladık. Bir gün Kurmay Albay Dilaver Gülebakan adlı komutan oruç tutturmayı yasaklamakla ilgili öğrencilere bir beyanat verilmesini istemiş. Komutan da bu görevi bir ilahiyatçıya verelim demiş. Nedeni ise 1 yıl önce görevli olduğu Kıbrıs'ta intihar olayları çok oluyormuş ilahiyatçı subaylar konuşunca intiharlar azalmış. İşte bu ters mantıktan hareketle 'İlahiyatçılar oruç tutmayın derse tutmayan da azalır' diyerek konuşmayı benim yapmamı istedi."

ORUÇ BAŞARIYI ARTIRIR

Ancak mantık hatası olduğunu bir türlü komutana anlatamadığını anlatan Çelenk, emri veren komutana şu cevabı verdiğini söyledi: "Komutanım bilakis oruç tutmak başarıyı düşürmek bir yana aksine yükseltir. Çünkü sahura kalkan öğrenci sınavı varsa yatmıyor, iftarı bekleyen öğrenci sağa sola koşmak yerine kitap okuyor. Ben plan program kısım amiriydim. O dönemde tutulan grafiklere bakıldığında başarının en yüksek olduğu dönemlerin Ramazan ayına denk deldiğini görürsünüz." Çelenk, emri veren komutanın ısrarcı olduğunu ancak kendisinin ise bu talimatı kabul etmediğini söyledi.

SÜRGÜN DÖNEMİ BAŞLADI

Bu tutumu üzerine emri veren komutanın kendisini göz hapsinde tutmaya başladığını aktaran Çelenk, "Bize söyletemeyeceklerini anlayınca da o dönemde ki profesörlerden 'Oruç tutturmasak ne olur' diye fetva aldılar. Kısaca Işıklar Lisesi'nde yavaş yavaş sorgulamalar başladı" dedi. 28 Şubat zihniyetinin Türkiye'yi git gide kıskacına almaya başladığı dönemde Çelenk, 'sürgün' mantığıyla Kıbrıs'a 'din işleri subayı' olarak gönderildi. 2 yıl sonra da Balıkesir Teknik Astsubay Yetiştirme Okulu'na tayin edildi. Çelenk, aynı sıkıntıları yaşadığı Balıkesir Teknik Astsubay Yetiştirme Okulu'ndan da ilginç bir tayine tâbi tutuldu. Eğitim subayı olan Çelenk, bu kez TSK'nın teamüllerine aykırı bir uygulamayla Silvan 2. Piyade Tugay Komutanlığı'na tayin edilerek araziye çıkarıldı. Bu olaylardan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Füsünoğlu'nun haberi olduğunu dile getiren Çelenk, Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın 1993'te vefat etmesinden sonra baskıların daha da arttığını dile getirdi. Çelenk, 1994 yılına gelindiğinde askeri okullarda toplumun değerlerine sahip, inançlı, namaz kılan öğretmenlerin öğrenciler üzerinde daha fazla etkide bulunduğu gerekçesiyle askeri okullardan kıtalara sürülmeye başlandığını anlattı.

MANTIKSIZLIK DİZ BOYU

Askeri okullarda öğrencilere dini eğitim vermek için orduya alınan ilahiyatçı öğretmenlerin bu çarpık uygulamayla zırhlı tugaylara gönderildiğini ifade eden Çelenk, şöyle devam etti: "Kütüphanelerdeki bütün dini içerikli kitaplar toplatıldı, öğrencilerin üzerine mahalle baskısı oluşturuldu. Sonra Batı Çalışma Grubu kuruldu ve kıtalarda başarılı olan benim gibi subayları takip etmeye başladılar. Gittiğim Tugay Komutanlığı'nda Personel Daire Başkanı oldum. Ardından Disiplin Mahkemesi Başkanı oldum. Düşünün disiplinsiz davranışlar nedeniyle ordudan atılanlar arasında bir disiplin mahkemesi başkanı da var. Orucu öğreten bir kişi olarak orucu öğrettiğim öğrencilerime 'oruç tutmayın' demediğim için ordudan atıldım. Bunda bir mantık görebiliyor musunuz? Mesele disiplinsizlik değil aslında dindar subayları TSK'dan tasfiye etmekti ve bunu da başardılar"

SPİKERİN SESİNİ UNUTAMIYORUM

Binbaşı Çelenk ordudan atıldığını öğrendiği günü hiç unutamadığını ifade etti. Bir akşam vakti arkadaşlarıyla haberleri izlerken 18 yıl bünyesinde bulunduğu TSK'dan atıldığını öğrenen Çelenk, "1995'in Aralık ayı YAŞ'ında alınan kararla 68 kişinin ordudan atıldığını söyleyen haber spikerinin sesini hiç unutamıyorum. Ne ilginçtir ki atıldığımız tarih bir insan hakları gününde oldu. 12 Aralık'ta da elimize bir belge vererek ilişiğimizi TSK'dan kestiler" diye konuştu.

Askerle namaz kılma senin için iyi olmaz

Kıdemli Yüzbaşı Mehmet İnkaya da 28 Şubat sürecinde hayatı alt üst olan subaylar arasında yer aldı. 1981 yılında öğretmen teğmen olarak Işıklar Lisesi'nde göreve başladığını belirten İnkaya, o dönemlerde ne irtica ne de başörtüsü gibi problemlerin olmadığını söyledi. Baskıların 1990'lı yıllara girildiğinde başladığını ve 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümünün ardından hızla yayıldığını ifade eden İnkaya "O dönemde laik olanla olmayan gibi bir ayrıma girdiler ve bizler o dönemde birtakım görevlerden uzaklaştırılmaya başlandık" dedi.

CUNTACILAR TSK TEAMÜLLERİNİ DE YIKTILAR

28 Şubat cuntacılarının TSK teamüllerini de yıktığını belirten Yüzbaşı İnkaya, ilginç bir şekilde Kırıkkale 9. Zırhlı Tugay Komutanlığı'na Personel Kısım Amiri olarak gönderdiklerini anlatarak şöyle devam etti: "Bir öğretmen subayın zırhlı tugaya gönderilmesi görülmüş bir şey değildir. Ancak cunta ekibi bunla da yetinmedi ve teamüller dışına çıkarak beni iki kıdem altta bulunan bir yüzbaşının emrine verdiler. Dolayısıyla benden 2 yıl kıdemsiz olan birinin emri altında çalışmamı istediler. Ben bunun olamayacağını emir komuta zincirine aykırı olacağını söyledim. Anlayacağınız rencide etmenin her yöntemini yaşattılar."

ASKERLE NAMAZ RAHATSIZ ETTİ

Yüzbaşı İnkaya, 28 Şubat'ın inançlı subayları hedef aldığını vurgulayarak şunları söyledi: "Birliğin içinde bir cami vardı. Askerlerin de gittiği bir yerdi. Orada dinlenme aralarında namazımı kılıp görev yerime dönüyorum. Ancak bir müddet sonra bana camiye gitmemem emredildi. Bana 'Sen artık o camiye gitmeyeceksin. Askerlerle aynı yerde namaz kılmayacaksın' şeklinde baskı yapmaya başladılar. Ben de caminin her hangi bir rüt-beye ait olmadığını caminin herkese açık olduğunu' belirterek karşı çıktım. Bunun üzerine 1995 Aralık şûrâsında TSK'dan attılar"

'Eşinin anlamsız şekille' kapalı olduğunu gördük

28 Şubat sürecinde başlatılan dindar subay avı 2002 yılına gelindiğinde bu kez Hava Muhabere Üst Çavuş Yaşar Yalçın'ı da vurdu. 1996'da Ümraniye 15. Füze Üst Komutanlığı'nda göreve başlayan Yalçın, bu tarihten itibaren sürekli kendisine eşiyle ilgili sorular sorduklarını söyledi. Kendisinden eşinin başını açtırmasının istendiğini belirten Yalçın, yaşadığı baskıları şöyle anlattı: "Eşimin başörtüsünü açtırmamı söylediler. Ben de karışamam onun kendi tercihidir diyerek kabul etmedim. Bunun üzerine baskılar artmaya başladı. Evime gidip gelmeler başladı. Bunun ne amaçla yapıldığını anlamıştım. Bir gün komutanlarımda biri evime gelmek istediğini söyledi. Rapor tutacağını söyledi. Ben de ne gördüysen aynısı yaz dedim. Eşimin başörtüsü için 'Eşinin başının anlamsız bir şekille örtülü olduğunu gördük' şeklinde not düşmüşler. Kendisine niye böyle yazdın diye sorduğumda ise 'yukarısı böyle istiyor, böyle yazmak zorunda kaldım' dedi. Bunun üzerine bizi göz hapsinde tuttular ardından da eşimin sağlık karnesini elinden aldılar. Ve sonunda da 2002 şûrâsında bizi ordudan dini inancımız nedeniyle attılar. Bizler ne vatanımızı sattık ne ihanet ettik, ne hırsızlık yaptık ne de darbe hazırlıkları içerisinde olduk."

Yeni Şafak