M. Nuri BİNGÖL
Osmanlı’nın edebiyattaki akislerinden birinde bakış tarzı
Padişahları “bir nevi veli” olan Osmanlı’nın edebiyattaki akislerinden birinde bakış tarzı
-Osmanlı’nın otağı Bursa sakinlerine-
“ Osmancık” romanı, temel hâdise olarak “Osman hân gâzi”nin hayat safhasının hikâyesi gibi görünse de, kahramanlarının söz, düşünce, hayâl ve tasavvurları vasıtasıyla, bir “Cihân Devleti”nin kuruluşundaki tek unsurun “kuvvet” olamayacağı fikrini işlemektedir.
Vefaiî Şeyhi Ede Balı’nın gözüyle “- Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz oğul, Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz.”dir. (s. 11)
“Doğru, Dünya büyüktür... Çok, çok büyüktür; hatta Osman’ın kurabildiğinden de çok büyüktür. Fakat bir ömür için, tek insan içindir bu büyüklük. Bir soy için değil; bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir ülkü için değil!
Ve, Dünya’nın böyle amaçlar ve ülküler için küçüldüğü dönemler vardır.
Ve Dünya böyle bir dönemdedir.
Ve, Dünya öyle bir soy, öyle bir ülkü beklemektedir.
Ve, Dünya’ya tekliğinden ayrılmış, soyu ve ülküsü ile özdeşleşmiş, soyunu ülküsü ile özdeşleştirmiş biri gerektir. ” (s. 11-12)
Yine Ede Balı’nın ifâdesiyle, bu sıfatlara sahip olamayan
“........insanlar umutsuzdur, umutsuzluk delisidir; güçlerini, kuvvetlerini, yeteneklerini, bahtlarını har vurup harman savurur.”
Ve, öyle insanlar, yatsıda doğar, sabah ezanı okunmadan, şafak sökmeden ölür.”ler. (S.12)
Ayrıca Ede Balı’ya göre “... yiğit yiğit, tek yiğit öfkesini yenendir; gücünü, kuvvetini, gönlünü, başını öfkesinden arındırandır; benliğinden sıyrılan kuldur.” ( s. 13) Bu görüş, bir Hadis-i Şeriften mânâ olarak süzülmüştür.
Ede Balı’ya göre, bir kimsenin –ya da bireyin- kuvvetli oluşunun sırrı, sırf kaba kuvvet sahibi olmasında değildir.:
“- Kalanoz dediğin kimdir, bilir misin? Bilmiyorsun. Bir Kalanoz vardır, bir de Kalanoz vardır. Öfken ve gururun ikisini bir sanıyor... Kolayı budur da ondan. Öteki Kalanoz, o, göremediğin, anlayamadığın Kalanoz senin gücünü aşar da ondan. Öteki Kalanoz canlı değildir de ondan. Öteki Kalanoz bambaşka bir dâvâdır, Osmancık.” (s. 20) ifâdeleri, eskilerin “ şahs-ı mânevî” dedikleri, bir topluluk adına üstlenilmiş idealdir.
Osman Gazi Bey, henüz Osmancıkken, gençlik çağında “ başında kavak yelleri eserken”, sorumsuz tavırları için kendini hak sahibi biri olarak görmektedir:
“Babası, ağaları.. babasının yoldaşları; beğler.. hangisi ne buyurdu da boyun eğmedi, baş kaldırdı? Hangi buyruğu en iyi biçimde yerine getirmedi?
Bu böyle olunca, gönül eğlendirmek, Felek’ten kam almak yaşının, yakışıklılığının, gücünün, yeteneklerinin hakkı değil miydi?” ( s.21)
Ede Balı’nın baş müridi Dursun Fakı, müjdeleyici kimi fertlerin kendilerini feda etseler bile, eninde sonunda o müjdenin yerine geleceğini şöyle belirtir:
“Baharı müjdeler onlar.. özlediğimiz baharı’ diye başladıktan sonra anlatmaya başladı:
Özlediğimiz bahar’lar vardır.. soyca, sopça, ümmetçe özlenen baharlar.
Ve, onların da müjdecileri, bâdem ağaçları vardır.
Gün döndüğünü en evvel onlar duyar.. sezer.. anlar.
Müjdelerler baharı.
Bahar gelmiştir.
Duyan gönüller, gören gözler, düşünen kafalar müjdeyi alır.. hazırlanır.. sanki yaylaya göçün hazırlığı başlamıştır gecikilmemek için.
Gereğini yapmak, gereğini vaktinde yapmak için.
O müjdeciler yüzünden ve sayesinde.
Hava dönebilir. Kış geri dönmüş gibi olabilir. Müjdecileri don vurabilir. Amma müjde şaşmaz; duyanlara, anlayanlara kazandırır..
Ki, bahar gerçekten gelmiştir.
Müjdecilere minnet.. Müjdecilere rahmet.” ( s. 24)
Ede Balı benzeri rehber kişiliklerin, bir millet için ne kadar değerli olduğu, “Ertuğrul beğ gazi”nin ifadeleriyle belirtilir:
“Babasının sesi de ta beyninin içindedir, tekrarlayıp duruyor: ‘ Dinle oğul; Ede Balı’nın terazisi doğru tartar.. dirhem şaşmaz.” Ve; “ Ede Balı soyumuzun ışığıdır.” ( s. 25)
“Osmanlı Cihan Devleti” nin kuruluşunda “kılıç”ınki kadar, Ede Balı misali erenlerin büyük etkisi vardır:
“Işık Ede Balı’da. Bunu böyle bilmeye hazır, çünkü babasına inanır Osman. Ama Osman.. gözüpek Osman, ne kadar istese de, onun üzerine at sürüşünü hatırlamadan yapamıyor; bu yüzden de Ede Balı’ya gidecek yürekliliği bir türlü bulamıyor; cesaretin de çeşitleri varmış, anlıyor öğreniyor:
Ede Balı’nın karşısına dikilmek, yakasına yapışmak, hesap sormak başka şey; utancı yenmek, yüzüne bakabilecek cesaret ve yüreklilik başka! Anladığı ve öğrendiği budur.” (s.26)
“Ensedeki el de, hemen yumuşamıştır; okşayışlar artık yumuşacıktır, sevgi doludur, dosttur: Anlaşma kesinleşmiştir; sonuç sevmesini bilen, benimseyen dürüst kuvvetindir.” (s. 31) ifadeleri ise “kör kuvvet”in tek başına bir işe yaramayacağının ifadesidir.
“Osmanlı Cihan Devleti”nin kuruluş ve gelişmesinde rol oynayan kimselerin fedakarlık ve “diğerkamlık” gibi hislere sahip olması, bir devletin gelişmesinde bu duyguların ne büyük öneme sahip olduğunun ifadesidir:
“Gelmiş, Allah’ın dağbaşı demiş, sahiplenmişsin. Amma pek azını mallanmışsın. Ondan anladım.”
Ve sordu:
‘Nedendir bu?’
Adam, Osman’ın yanına gelmişti. Uzun boyluydu. Yüzünü tam görmesi için Osman’ın başını kaldırması gerekiyordu. Ve adam, artık, şakacı değildi:
‘Gün olur, buraya daha başka canlar da gelir diye umarım. Onlara da yer kalsın diye düşünürüm.” (s. 32)
Roman bir tek şahsın hayat hikayesinden ibaret olmadığından, bütün bir millet ya da tüm bir topluluğun geleceği ile ilgili taktik yorumlar da yapmaktadır. Bunlardan biri de, uygun vaktinde yapılmamış bir girişimin netice vermeyeceği görüşüdür. Ede Balı’nın, Osman Bey’e hitaben söyledikleri bu açıdan mühimdir:
“Beni görmek dilemişsin; vakti değil dedim.Vakti dileyen kollar, Osmancık. Vakti, sabır ve sebat ve azim bulur. Sabrın, sebatın ve azmin belli oldu. Beni de hoşnut etti. Çünkü en değerli erdemlerdir bunlar. Berhudar ol.” (s. 50)
İnsan psikolojisi ve mizacına ayrı önemde yer veren Buğra, farklı karakterdeki insanların, telkin ve tebliği daha değişik yollardan olabileceğini;
“Hey Osmancık; diyelim onu bilmiyorsun; ha bir de , ne etmeyip ne işlemeyesin ister, onu düşünsen? İşe oradan başlasan?” ( s.57) sözleriyle belirtir.
Mihail Kosses’in gözüyle verilen bu düşünce Hz. Ali’nin söylediği “İnandığı gibi yaşamayanlar, bir gün yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar.” hikmetli beyanının bir yansıması gibidir:
“Cesaretten, kahramanlıktan, gözükaralıktan bambaşka bir şeydi onlarınki.. bir kişilik koruması, bir düzen’in, bir anlayışın, bir dünya görüşünün önlenemez gereği idi.” ( s. 64)
Zamanın geçmesiyle “soğuyan görenekler”, yani yozlaşan güzel ahlak, bir milletin sonunun başlangıcıdır da:
“Umursanmaz olan, kavranamaz hale gelen, küçümsenme bile denmeyecek kadar soğuyan görenekler, gelenekler, töreler, inançlar; bir kelime ile, uygarlık; ancak onunla ve onun için yaşanılan uygarlıkta eriyecektir. Önlenemezdi bu.” (s. 66)
Mihail Kosses’lere misafir gelen papaz, Mihail’in aksine, Kayı Boyu’nda ve Osmancık’ta bulunan “ diğerkâm”lığı; kendisi zarar görse bile güçlüyle karşılaşan zayıfın imdadına yetişme özelliğini “ aptallık” olarak görmektedir. (s. 68)
Bizans’ın ve ona bağlı tekfurların durumu şu satırlarla sunulmaktadır:
“Tekfürler birbirlerine karşı tutum ve davranışları da, daha sert olmak üzere aynı idi.Onlar da birbirlerini kıskanıyor, çekemiyor, düşman görüyorlardı. Biri dara düştü mü, ötekiler bayram yapıyordu. Düşene bir tekme de onlardan geliyordu. Dostlukları yüze gülücülükten başka bir şey değildi; birbirlerine güvenmedikleri, güvenmemelerini bildikleri içindi. Ve birlikte yiyip içme, eğlenme ile, bir de kuvvet güç ve servet gösterme kastıyla sınırlı idi.” (s. 69-70)
Bir kimsenin olumlu bir duruma dönüşmesi için çevresindeki insanların ona yardımcı olması gerektiği, Osmancık’ın şu sözleriyle açığa vurulur:
“... Amma Kumral ağam Abdal, and içerim ki, Ede Balı bir şeyde yanlıştır. İnsan değişir. Ben değişiyorum; değişebileceğimi biliyorum. Yardımcı olun bana.. yardımcı olsun bana.” (s. 77)
Osman Bey’e, Ede Balı’nın düşüncesini tekrarlatan ifadeler, yakınlık ve uzaklık kavramlarını, kişilere hakim “ülkü”lerin büyüklüğüne göre değişiklik gösterebileceğini belirtir:
“Yakın ve ırak.. yıldızlar ve Dünya.. zamanı paylaştıkları.. ve zamanla, şu zamanları paylaşanları asla bilemeyecek olanlar; bilemeyecek ve bilmeden, bilmeyi düşünmeden bu zamanlardan kalma bir şeylerle beslenecek, gelişecek olanlar, yani, o Sivrikaya gecesinde Ede Balı’nın söyleyip de, kendisinin anlamadığı, anlamak istemediği, şimdi de ancak yarım yamalak sezinlediği şey.. kafasında çengellenen sorulara sebep olan şey.. benimsenen ve benimsetilen amaç, ülkü!” (s.80)
İdeal ve inancın insan hayatındaki inkar edilemez ehemmiyeti, yine Ede Balı’nın sözleriyle verilir:
“Susuşu, bu sefer, çok az sürdü;
‘Osmancık, ey Osmancık’ diye başlarken sesi, belli belirsiz de olsa yükselmişti; ‘ insanı ancak iman yalnız bırakır, ülkü yalnız bırakır. Bunu böyle bil. Yardım dilemişsin; yardım ancak imandandır, ülküdendir. Bunu böyle bil. Bir gün.. umarım tez gelecektir o gün, ki bunu anlayacaksın.. senden bekleneni anlayacaksın.” ( s.90)
Açıksözlü olmanın ve açıksözlü olana tahammül etmenin değeri de şöyle belirtilir:
“Dedin ki, susarsam ikiyüzlülüğe katlanmış, sana da, kendime de saygısızlık etmiş olurum. Ben de diyorum ki, bugün, yarın, hangi halde olursan ol, karşında susmayanlara katlanır da öfkelenmez de, gereğini yapar mısın?” ( s. 91)
Kayı Boyu’nun tarihi misyonu, Ede Balı’nın düşüncesinde şu şekilde tayin edilmiştir:
“Kayı boyu, Ede Balı’ya göre, Tanrı görevlisidir; Kayı boyu, gücünün ulaştığı yörelere adaleti dağıtmakla görevlidir; Kayı boyu , gücünün ulaştığı yörelerde insanlara güven, huzur, varlık ve hoş geçim sağlamakla görevlidir; Kayı boyu, başta Oğuzlar, birleştirmekle, bütünleştirmekle, onarmakla, yüceltmekle görevlidir, ve Kayı boyu bu görevi üstlenip başarmaya mecburdur.” (s. 95)
İnsanın gerçek niyetini gizlemesi, politik manevralardan medet ummasının bozuk karakter özelliklerinden olduğu, Gökçe Bacı’nın sözleriyle belirtilir:
“Al sana bir hoşluk daha.. bıldır, ben beğlik istemem deyen, şimdi; önümde ağam var, der. Eskiden de önümde ağam var deye, istemem der idiysen eyi; amma, beğliği ister de içinde saklamışsan kötü.” (s. 104)
Bir kimsenin mizacında bulunan özelliklerin tamamen değiştirilemeyeceği, ancak o huyların yönünün düzeltilebileceği fikri şöyle savunulu:
“Osman düşündü; Ede Balı onun atılganlığına, dövüşkenliğine, gözüpekliğine karşı değildi ki...
Ede Balı’nın değiştirmek istediği, bunları kullanışı idi!
Kendisi için değil, boy’un, soyun, sopun için!” (s. 107) Bir boyun –ya da bir topluluğun- geleceğini şekillendirecek bir liderlikte bulunması gereken unsurlardan biri de “aklı görgüyle beslenmiş” olmaktır. ( s. 115)
(Devam edecek)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.