Osmanlıyı anlatan kendini anlatır

Osmanlıyı anlatan gerçekten de Osmanlıyı anlatmış olmuyor, sadece kendini anlatmış oluyor. Bunu söylemekle Osmanlı hakkında söylenenleri suçlayıcı ifadelere bir set çekmek de mümkün söylenenlerin tarihle ilgisini sorgulamaya sağlam bir kapı açmak da...

İşin tabiatına daha uygun ve bu tabiatın tabi olduğu temel ilke tarihle ilgilidir. Bu yüzden tarih anlatan kendini anlatır demek daha doğru olur.

Tarihte olup bitenler orda bir yerde bizim keşfetmemizi bekleyen şeyler değil. Daha ziyade bizim yeniden inşa edebileceğimiz, her dem yeniden anlamlandırıp değerlendirebileceğimiz malzemeler olarak durur. Düne kadar lanet okuduğunuz kör ve kel birilerini bir başka gündemde bir anda badem gözlü ve sırma saçlı olarak tasavvur edebilirsiniz.

Tarihte belki vakaların gerçekliğini inkar edemezsiniz, onları olmamış gibi gösteremezsiniz ama o vakaların nasıl olduğunu her zaman yeniden değerlendirebilirsiniz. İstanbul'un Fatih Sultan Mehmet tarafından alınmasının çağ açıp kapatan bir fetih mi olduğu yoksa güzelim Bizans medeniyetinin acımasızca sonlandırıldığı bir barbar işgali mi olduğu nereden baktığınıza bağlı olarak değişebileceği gibi Fatih'in şahsiyetine yaklaşımınız da bir günden başka bir güne değişebilir.

Değişik dönemlerde farklı konularda Osmanlı'nın çok farklı tarihleri yazılmıştır. Bir teokratik devlet olarak Osmanlıdan laikliğin en ideal şekliyle uygulandığı bir ülke olarak Osmanlıya, sultanların mutlakçı otoritesiyle yönetildiği bir Osmanlı'dan Şeriat yasasının denetlediği ve sınırladığı bir Osmanlı'ya, merkezi idarenin katı biçimde uygulandığı bir Osmanlı'dan alabildiğine adem-i merkeziyetçi bir Osmanlıya dair her türlü yelpazede her ağırlıkta bir Osmanlı tarih yazımı mümkün olmuştur.

Bütün bu örneklerde net bir biçimde anlaşılabilecek tek şey var: Tarih yazımları bize Osmanlı'nın gerçekten ne olduğunu değil o tarihi yazanların zihninde nasıl bir şeye denk düştüğünü daha iyi anlatır. Bir bakıma tarihi yazanlar gerçekten tarihte olup bitenleri değil, bu olup bitenler üzerinden kendilerini yazmış oluyorlar.

İsterseniz hiç geçmiş zamana zahmet edip gitmeyelim. Bugün olup biten olayların aynı akşam televizyonlardaki tartışma programlarına nasıl aksettiğine bir bakalım. O olaylarla ilgili hiçbir bilgi eksiği ve o bilgilere erişim zorluğu olmadığı halde, olayların bütün ayrıntıları gün gibi ortada olduğu halde o olaylarla ilgili binbir türlü ihtilafa ve kavgaya tanık olabiliyorsunuz. Bu ihtilaflar daha bugünden yaşanan olayların geleceğe nasıl yansıyacağı hususunda yeterli ipucunu veriyor aslında.

Arapların Osmanlı'yı değil bugünün Türkiye'sini daha çok seviyor olduğunu söylemiştik daha önce. Çünkü yakın zamanlara kadar Arapların gözünde Osmanlı 19. yüzyılın başlarında İttihat ve Terakkicilerin uygulamalarıyla hatırlanan bir karanlık ve ıstıraplı dönemdi ve bugünkü Arap ülkelerinin kendi bağımsızlıkları ve ulus kimliğine sahip olmaları bu Osmanlı'dan kurtulma mitosuna dayandırılıyordu.

Oysa bu tespiti bir de şöyle tashih etmek mümkündür. Düne kadar Arap dünyasında geçerli olan bu tarih algısı da değişmeyen bir algı değil. Türkiye Cumhuriyeti yüzünü batıya çevirip Arap dünyasına bir tür kibirle yaklaşınca Araplar Türkiye'yle ilgili algılarını o dönemde dondurmuş oldular. Türklerle ilgili tarihleri o dönemde şekillenmişti. Oysa bugün Türkiye ile ilişkileri geliştikçe tarihleri de bir anda hareketlenip canlanabiliyor ve giderek Osmanlı tarihi de o gözle yeniden yazılabiliyor. O yüzden tarih hiçbir zaman tamamlanmış bir olaylar bütünü değildir. Asırlar önce olup bitmiş olayların tarihine bugün bile yeni katkılarda bulunulabilir. Üstelik yapılan katkılar zannedilebileceği gibi olayla ilgili yeni bilgilerin bulunması sayesinde olmaz, aksine tamamen o olaylara bakanların okuması belirleyici olmaktadır.

On sene öncesine kadarki Türkiye'nin başka hiçbir şey sunmadan sadece yeni-Osmanlı önerisi ile Araplara gitmesi halinde hiç bir hüsnü kabulle karşılaşmayacağı açık. Ancak Türkiye'nin bugün Erdoğan şahsında sergilediği performans ışığında tarihiyle de yani Osmanlı ile birlikte yeniden keşfedilmesi mümkün hale gelmiştir. Bugün Türkiye'nin performansı Araplar gözünde Osmanlı ile ilgili acı hatıralar yerine daha olumlu sahnelerini seçip hatırlamasını sağlıyor.

Ermenilerle ilgili Türkiye'nin tarihinin de bundan farklı bir kurala tabi olmadığını bu vesileyle söyleyebiliriz. 1915 yılına dair yeni bir belge bulunmuş değil ama bir anda birçok malum ülkenin parlamento marifetiyle 1915 Osmanlısının tarihini yazmaya koyulduğunu görüyoruz. Oysa açıktır ki, bu tarihyazımının da ne 1915 ile ne de Ermenilerle bir ilgisi vardır.

Sonuçta herkes tarihe kendi hesaplarını kendi arayışlarını yansıtıyor. Ortaya çıkan tarih ürünleri de geçmişi değil aslında bugünü anlamak için daha sağlam verileri sağlamış oluyorlar. Tabii ki sorun kimsenin bunu ayırt edemiyor olması ve her anlatılan tarihin aynıyla vaki iddiası taşımasıdır.

Tarih okuduğumuz kadar tarih üstüne konuşmamız gerek, bir nebze tarih bilinci için. Devam etmeye değer...

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.