Senai DEMİRCİ
Özür dilerim Üstadım
Sevgili Üstadım,
Geçenlerde senin talebelerin adına yine bu sitede bir makale yayınlandı. Maksat, damenine bile erişemeyecek şom ağızlı tahriklere karşı seni savunmaktı. Risale-i Nur’un hatırını yüceltmekti. Senin mücadelenin zerresini yaşamamış, asil direncini hayalleri bile erişmeyen bedbahtlara karşı, senin tarafın olarak yazılmıştı makale.
Niyeti, Âdiyat Suresi’ni yanlış anlamadan kurtarmaktı. Fakat ne yazık ki, Âdiyat Suresi’ni anlamak adına, geçmişin taşıdığı, şimdimize faydası olmayan kuru malumatları sıralıyordu. Vahyin insan arzına heyecanla vuruşunu, insan kalbinde çıkardığı ateşîn kıvılcımları, nefsin nefes nefese koşuşturmasını şeffaf bir kılıç gibi kesişini, at ve deve hareketlerine mahkûm ediyordu. Hep diri ve yeni, hep diriltici ve yenileyici olan vahye, ölü metin muamelesi yapıyordu. Makalenin sonuç cümlesi şöyleydi:
“Böyle bir [Âdiyat Suresi] yorumun[un] bin dört yüz yıldır hiçbir müfessirin aklına gelmemiş olması sizce de çok tuhaf değil mi?”
Bu cümle senin adına kurulmuş bir cümle olmasaydı, suskun kalırdım. Bu cümle bizi yenilemek için yazdığın Risale-i Nur adına yazılmasaydı, ilgilenmez, es geçerdim Bu cümle, İslam düşüncesinin tüm kazanımlarını yenileyerek önümüze koyan, geleneğin tekrarlarından bizi sıyırmak için zindanlara razı olan, ülfetle olağanlaştırdığımız ayetlerin anlamını taze bir heyecanla kanatlandıran, zahir ulemasının tarihe hapsettiği vahyin her hecesiyle şu anımızı inşa eden, sarf-nahiv’in çetrefilli konusu ola ola hayattan uzaklaşmış Kur’ân dilini ağzımızda tazeleyen, her an yeniden yaratılışın heyecanını çiçek çiçek bize duyurarak, yine yeni yeniden iman etmeye çağıran, bir tomurcuğun açılışında, bir baharın dirilişinde esma-i hüsnanın anlamlarını saf bir canlılıkla okuyan sen sevgili Üstadımın adına kurulmuş bir cümle…
Bu cümle, benim de talebesi olduğum ‘müceddid’in yanında kalarak yazılmış bir cümleydi. Muhaliflerine muhalefet olsun diye söylenmişti. Sen “yenileyici” iken, sen tortulaşmış kalıpları kıra kıra konuşurken, sen zihnimizi şablonların zincirlerinden özgürleştirirken, bizi kalıplara çağıran, şablonlara zincirleyen bir cümleydi. İşte bu yüzden özür borçlandım sana. Sessiz kalamadım.
Bu cümleyi, bu cümlenin mümasillerini, bunun misali cümleler üzerinden bizi Kur’ân’a muhatap etmeye çalışan akademik ilahiyat dilini, soğuk kelam üslubunu, kalbimize emanet ettiğin sahabe mesleği adına reddediyorum. Sen bizi geleneğe yaslanmamayı öğrettin. Sen bize “böyle gelmiş böyle gider” diye diye nakilcilikle bulanmış o nehirden kıyıya çekmek için ter döktün. Sen bize “şaz” yorumlara gözü pek bakmayı telkin ettin. Seni ‘şaz’ görmeyen taleben, seni nasıl ‘müceddid’ kabul eder ki? Tecdid ‘şaz’ değil midir? Yenilemek, geleneğin gömleğini yırtmak değil midir?
Sana talebe olduğumuzu iddia ederken, üstelik Senin hatırını el üstünde tutalım derken, senin adına konuştuğumuzu/yazdığımızı söylerken, senin itinayla kaçındığın, nezaketle kenara ittiğin kıylukâl ezberciliğini, nakilcilik kolaycılığını sürdürmeyi tercih ettik. Acı olanı da, risale-i nur talebesi kimliğiyle bunu söyleyerek, kaçındığın üslubu, reddettiğin kolaycılığı neredeyse sana mal etmek cüret ettik.
Aziz Üstadım, senden özür dileyerek, kalender tavrınla özrümüzü seve seve kabul edeceğini umarak cümleyi şöyle tashih ediyorum: “Bin dört yüz yıldır hiçbir müfessirin aklına gelmemiş yorumları ben Risale-i Nur’da okudum, okuyorum, okuyacağım.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.