Paslı bir elmas parlak camdan üstündür

Paslı bir elmas parlak camdan üstündür

Günlük Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Dedi: "İslâm parça parça olmuş."

Dedim: "Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor. İlâ âhir...

"Yahu, şu asılzade evlât, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt'a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i Ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir."

İşte hikâyemin yarısı bu kadar...

Neme lâzım ve nefsî nefsî dediren halet-i ruhiyeyi, bir temsille beyan edeceğim.

Felekzede, perişan, fakat asîl bir aşiretten bir cesur adamla, talihi yaver, feleği müsait, diğer bir aşiretten bir korkakla bir yerde rastgelirler. Müfahare, münazara başlar.

Evvelki adam başını kaldırır, aşiretinin zelil olduğunu görür, izzet-i nefsine yediremez. Başını indirir, nefsine bakar, bir derece ağır görür. Eyvah, o vakit "Neme lâzım, işte ben, işte ef'âlim" gibi şahsiyatla yaralanmış gururu feryada başlar. Veyahut o aşiretten çekilip veya asılsızlık gösterip, başka aşirete intisap eder.

İkinci adam başını kaldırdıkça aşiretinin mefahiri gözünü kamaştırır, hiss-i gururunu kabartır. Nefsine bakar, gevşek görür. İşte o vakit, hiss-i fedakârî fikr-i milliyet uyanır! "Aşiretime kurban olayım" der.

Eğer bu temsilin remzini anladınsa, şu müsabaka ve mücadele meydanı olan bu cihan-ı ibrette, bir müslim, meselâ bir Hıristiyan veya bir Kürt, bir Rum ile mânen hissiyatları mübareze-i hamiyette mukabele ve muvazeneyle tezahür etse, temsilin sırrını göreceksin. Lâkin şu tefavüt, herkesin zannettiği gibi değildir. Belki zahirperestlik ve sathîlik ve galat-ı histen gelmiştir.

Ey Müslüman, aldanma, başını indirme! Paslanmış bîhemtâ bir elmas, daima mücellâ cama müreccahtır. Zahiren olan İslâmiyetin zaafı, şu medeniyet-i hazıranın, başka dinin hesabına hizmet etmesidir. Halbuki şu medeniyet suretini değiştirmesi zamanı hulûl etmiştir.

Suret değişirse, kaziye bilâkis olur. Nasıl şimdiye kadar bidayetinde söylenildiği gibi, nerede Müslüman varsa, Hıristiyana nispeten bedevî, medeniyete karşı müstenkif ve soğuk davranır ve kabulünde ıstırap çeker, suret değişse başkalaşır.

"Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır." (İnşirah Sûresi: 94:6.)
"Her gelecek şey yakındır." (İbni Mâce, Mukaddeme:7.)
(Sünuhat Sh 86)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
ÂFÂK-I KEMÂLÂT : Olgunluk, mükemmellik ufukları, dereceleri.
ASİLZÂDE : Sülâlesi ve âilesi şerefli, temiz ve asil olan.
ASL : Temel, esas, kök.
AŞÎRET : Kabîle, oymak, göçebe hâlinde yaşayan çoğunlukla bir soydan gelen insanlar.
BAHADIR : Kahraman, cesur, yiğit.
BİDÂYET : Başlangıç, baş.
BÎHEMTA : Eşsiz, dengi olmayan, benzersiz.
CİHAN-I İBRET : İbret dünyası.
EF'ÂL : Fiiller, hareketler.
EVVEL : İlk. Önceki
FELEK : Gök, gök katı, dünya, âlem.
FELEKZEDE : f. Feleğin kahrına uğramış, tâlihsiz.
FERYÂD : Bağırıp çağırmak, yüksek sesle medet istemek.
FİKR-İ MİLLİYET : Milliyetçilik fikri, düşüncesi.
GALAT-I HİS : His yanılması, yanlış duygu.
HÂLET-İ RUHİYE : İnsanın ruh hâleti, manevi ve iç durumu.
HİKMET-İ EZELİYE : Kur'ân-ı Kerim'in verdiği ilim, bilgi.
HİSS-İ FEDAKARİ : Fedakarlık duygusu.
HİSS-İ GURUR : Gurur duygusu.
HULÛL : Geçmek, nüfuz etmek, girmek, dahil olmak.
İNAD : Israr, muannidlik, ayak direme, dediğinden vazgeçmeme.
İNTİSAB : Bağlanma, emrine girme, mâiyetine girme.
İZZET-İ NEFİS : Şahsiyet, izzet ve namus sahibi kimselerin mizâcında, karakterinde bulunan tavizsiz duygu.
KAZİYE : Hüküm, karar, fikir.
MAHDÛM : Evlât, oğul. Kendisine hizmet edilen. Efendi.
MEFÂHİR : İftihar edilecek, övünülecek şeyler.
MEKTEB-İ HARBİYE : Harb okulu.
MEKTEB-İ İDÂDÎ : Osmanlılarda lise mektebi.
MEKTEB-İ MÜLKİYE : Siyasal bilgiler fakültesi.
MUKABELE : Karşılık, karşılamak.
MUVÂZENE : Ölçülülük, dengeli olma; tartma, ölçme, düşünme, karşılaştırma.
MÜBÂREZE-İ HAYAT : Hamiyet yarışı, gayret yarışı.
MÜCELLÂ : Parlak, parıldayan, cilalı,
MÜRECCAH : Daha üstün kabul edilen, tercih edilen.
MÜSÂBAKA : Yarışma.
MÜSÂİD : Uygun. İzin veren.
MÜSTAİD : Kabiliyetli kimse. Zeki ve akıllı.
MÜSTENKİF : Geri duran, çekinen, kaçınan.
NEFSÎ NEFSÎ : "Benim nefsim", "nefsim nefsim" mânâsına yalnız kendini düşünmeyi ve kendisiyle olan alâkayı ifâde eden bir tâbir.
NEV'-İ BEŞER : İnsanlar, beşer nev'i.
PEDER : Baba.
REMZ : İşâret, işâret etmek.
SATHÎ : Yüzeysel Derinliğine dalmadan, görünüşe göre, üst kısım, satıhta.
SIRR : Gizli hakikat.
ŞAHSİYÂT : Kişinin kendine ait sözleri, düşünceleri.
ŞEHÂDETNÂME : İzin kağıdı. Diploma.
TÂLİ'İ YAVER : Bahtlı, kısmetli
TEFÂVÜT : Farklılık, iki şey arasındaki fark. Uygunsuzluk.
TEMEVVÜC : Dalgalanma.
TEZÂHÜR : Görünme, belirme, ortaya çıkma.
VELED : Çocuk, evlât, erkek çocuk.
ZÂHİRPEREST : Dış görünüşe ehemmiyet veren.
ZELİL : Hor, hakir, alçak. Aşağı tutulan.