Peygamber size ne verdiyse alın, neyi de yasakladıysa hemen kaçının!
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Haşr Sûresi 5-8. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
5-Herhangi bir hurma ağacından ne kestiniz veya onu kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa, işte (bunlar hep) Allah’ın izniyledir ve (bu muâmele, Allah’ın) fâsıkları (yahudileri) rezîl etmesi içindir.(*)
6-Allah’ın, onlar(ın malların)dan Resûlüne verdiği ganîmete gelince, (siz) onun üzerine ne at sürdünüz, ne de deve! (Onu kolayca elde ettiniz!) Fakat Allah, peygamberlerini dilediği kimselere musallat eder. Çünki Allah, herşeye hakkıyla gücü yetendir.
7-Allah’ın, (fethedilen) memleketler halkından Resûlüne verdiği ganîmetler, Allah’a, peygambere, (ona) akrabâ olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âiddir; tâ ki (o mallar) içinizden sâdece zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın! Peygamber size ne verdiyse, artık onu alın; size neyi de yasakladıysa, ondan hemen kaçının!(**) Allah’dan sakının! Şübhesiz ki Allah, azâbı pek şiddetli olandır.
8-(Bu ganîmetler,) Allah’dan bir lütuf ve bir rıdvan (O’nun rızâsını) ararlarken, yurtlarından ve mallarından çıkarılan ve Allah’a (O’nun dînine) ve peygamberine yardım eden o fakir Muhâcirlere âiddir. İşte onlar, gerçekten (îmanlarında) sâdık olanlardır!
(*) Âyet, ehl-i îmâna her fırsatta hâinlik eden Benî Nadr yahudilerinin sürüldükleri vakit, en sevdikleri mallarının onlara cezâ olarak telef edilmesi üzerine nâzil olmuştur. Müslümanların bir kısmı onların canını yakmak için ağaçların en iyisini keserken, bir kısmı da iyileri ehl-i îmâna kalsın diye sâdece değersizlerini kesmişlerdi. Cenâb-ı Hakk bu âyetle, sahâbelerin herbirinin farklı incelik taşıyan o ictihadlarına iltifat buyurmuştur. (Râzî, c. 29, 283)
(**) “Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sünnet-i seniyesinin menbaı (kaynağı) üçtür: Akvâli (sözleri), ef‘âli (fiilleri), ahvâlidir (hâlleridir). Bu üç kısım dahi, üç kısımdır: Ferâiz (farzlar), nevâfil (nâfileler), âdât-ı hasenesi (güzel âdetleri)dir. Farz ve vâcib kısmında ittibâa (uymaya) mecbûriyet var; terkinde, azab ve ikāb vardır. Herkes ona ittibâa mükelleftir (uymaya mecburdur). Nevâfil kısmında, emr-i istihbâbî (yapılması güzel olan bir vazîfe) ile yine ehl-i îman mükelleftir. Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde, yani yapılmasında ve ittibâında azîm sevablar var ve tağyir ve tebdîli (değiştirilmesi) bid‘a ve dalâlettir ve büyük hatâdır. Âdât-ı seniyesi ve harekât-ı müstahsenesi (güzel âdet ve hareketleri) ise hikmeten, maslahaten (fayda cihetiyle), hayât-ı şahsiye ve nev‘iye ve ictimâiye (şahsî, nev‘î ve cem‘iyet hayâtı) i‘tibâriyle onu taklîd ve ona ittibâ‘ etmek, gāyet müstahsendir (güzeldir). Çünki herbir hareket-i âdiyesinde (sıradan hareketinde), çok menfaat-i hayâtiye bulunduğu gibi, mutâbaat etmekle (uymakla) o âdâb ve âdetler, ibâdet hükmüne geçer.” (Lem‘alar, 11. Lem‘a, 60)