Peygamberimiz (asv)'in İblis ile diyaloğu nasıl olmuştur?
Konuyla ilgili Muhyiddin ibn Arabi'nin Şeceretü'l-kevn isimli eserinde Şeytanın Hileleri başlığıyla şöyle bir rivayet nakledilirse de kaynağı verilmemiştir:
İbn-i Abbas (R.A.) Hazretleri'nden naklen Muaz b. Cebel rivâyet ediyor.
“Bir gün Resûlullah (S.A.V.) ile beraberdik. Ensârdan birinin evine toplanmıştık... Tam bir cemaat olmuştuk.
Ev sahibi:
“İçeridekiler... Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var, görülecek bir işim var... ”
Bunun üzerine, herkes Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz'in yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her zaman büyük O'ydu. İzin Ondan çıkacaktı...
Resûlullah (S.A.V.) efendimiz duruma vâkıf oldu ve:
«Bu seslenen kimdir, bilir misiniz?»
buyurdu. Biz hep birden şöyle dedik:
“En iyi bilen Allah ve Resûlüdür.”
Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“O, lâin iblistir. Şeytandır. Allah'ın lâneti onun üzerine olsun...”
Buyurunca hemen Hz. Ömer:
“Ya Resûlâllah, bana izin veriniz, onu öldüreyim.” dedi.
Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu:
«Dur ya Ömer, bilmiyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir... Öldürmeyi bırak.» Sonra şöyle buyurdu:
«Kapıyı ona açın gelsin... O buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz...»
Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani râviden. Şöyle anlattı:
“ Kapıyı ona actılar. İçeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki; şekli şu: Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da bir manda dudağına benziyordu. Sonra şöyle bir selâm verdi:
“Selâm sana ya Muhammed! Selam size ey cemaat-ı müslimin."
Onun bu selâmına Resûlullah (asv) Efendimiz şu mukabelede bulundu:
«Selâm Allah'ındır, ya lâin. »
Sonra ona şöyle buyurdu:
«Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş? »
Şeytan şöyle anlattı:
“ Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim. ”
Resûlullah (S.A.V.) efendimiz sordu:
«Nedir o mecburiyet?»
Şeytan anlattI:
“ İzzet sahibi Rabbin katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki:
“Allah-ü Teâlâ sana emir veriyor. Muhammed'e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. O'na gideceksin ve Ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl aldattığını söyliyeceksin bir bir O'na. Sonra o ne sorarsa doğrusunu diyeceksin." Sonra... Allah-ü Teâlâ buyurdu ki:
“Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen... Seni kül ederim. Ruzgâr savurur... Düşmanların önünde seni rusvay ederim.”
"İşte böyle ya Muhummed, o emir üzerine sana geldim. Arzu ettigini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur."
Bundan sonra Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz şöyle sordu:
«Madem ki sözlerinde doğru olacaksın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?»
Şeytan şu cevabı verdi:
“Sensin ya Muhammed... Allah'ın yaratıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki”
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz sordu:
« Benden sonra en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?...»
Şeytan anlattı:
“ Müttaki bir gence ki... varlığını Allah yoluna vermiştir.”
Bundan sonra, sual-cevap aşağıdaki şekilde devam etti. Resûlüllah (asv) Efendimiz sordu; şeytan anlattı.
«Sonra kimi sevmezsin?»
“ Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan âlimi. “
« Sonra?...»
“ Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz... Halinden şikayet etmez. ”
«Peki bu fakirin sabırlı olduğnu nereden bilirsin?»
“Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz, her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden saymaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı onun sabrını; halinden, tavrından ve şikâyet etmeyişinden anlarım. ”
«Sonra kim?...»
“ Şükreden, zengin. ”
«Peki ama o zenginin şükreden olduğunu nereden anlarsın?»
“ Onu görürsen ki aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki o şükreden bir zengindir."
Resûlüllah (asv) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu:
«Peki ümmetim namaza kalkınca senin halin nice olur?»
“Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim. ”
«Neden böyle olursun ya lâin?...»
“ Çünkü bir kul, Allah için secde ederse bir derece yükselir. ”
«Peki ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?»
“O zaman bağlanırım. Ta, onlar iftar edinceye kadar.”
«Peki ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?...»
“O zaman da çıldırırım. ”
«Peki ya Kur'an okudukları zaman nasıl olursun?...»
“ O zaman da eririm, tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm.”
«Peki ya sadaka verdikleri zaman halin nasıldır?»
“ Ha işte o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.”
Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz sebeplerini sordu:
«Neden öyle testereyle ikiye biçilirsin ya Ebâ Bürre?...»
Bunun üzerine iblis: “ Onu da anlatayım..." dedikten sonra anlatmaya başladı:
"Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki:
1) Allah Teâlâ, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler.
2) O sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.
3) Allah Teâlâ, onun verdiği sadakayı cehennemle arasında bir perde yapar.
4) Allah Teâlâ, belâyı, sıkıntıyı ve âhları ondan defeder."
Bundan sonra Resûlullah (asv) Efendimiz ashâbı hakkında ona bazı sorular sordu:
«Ebû Bekir için ne dersin?...»
İblis buna şu cevabı verdi:
“O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... İslam'a girdikten sonra nasıl bana itaat eder? ”
«Peki Ömer b. Hattab için ne dersin?...»
“Allah'a yemin ederim ki, her gördüğüm yerde ondan kaçtım. ”
«Peki Osman b. Affan için ne dersin?»
“Ondan utanırım... Hem de çok... Nasıl ki, Rahman'ın melekleri de ondan utanırlar.”
«Peki Ali b. Ebû Tâlib için ne dersin?»
“Ah o'nun elinden bir kurtulsam... O, kendi başına kalsa, ben kendi başıma kalsam... O, beni bıraksa... ben de onu bıraksam; ama o beni bırakmaz. ”
Resûlüllah (asv) Efendimiz yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevapları da kısmen bitirdikten sonra, şöyle buyurdu:
«Ümmetime saadet ihsan eden, seni de tâ, belli bir vakte kadar şâki kılan Allah'a hamd olsun.»
Resûlüllah (asv) Efendimizin o cümlesini duyan lâin şöyle dedi:
“ Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah durursun? Ben onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar benim bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki, onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve âlimlerini, ümmîlerini ve okumuşlarını... Fâcirlerini ve âbidlerini... Hasılı, bunların hiç biri elimden kurtulamaz. Fakat... Allah'ın hâlis kullarını... Evet, bunları azdıramam."
Bunun üzerine Resûlüllah (asv) Efendimiz sordu:
«Sana göre ihlâs sahibi muhlis kullar kimlerdir?...»
“ Bilmez misin ya Muhammed? Bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever... O, Allah için bir ihlâsa sahip değildir. Bir kimseyi görsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, medhedilmekten hoşlanmaz... Bilirim ki o ihlâs sahibidir... Hemen onu bırakır kaçarım."
"Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet, o size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir."
"Bilmez misiniz ki; mal sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misiniz ki; ya Muhammed, baş olma sevgisi büyük günahların en büyükleri arasındadır. ”
“Ya Muhammed, bilmez misin; benim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini, bir başka yere tayin etmişim. Sonra... O her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemaya gönderdim. Bir kısmını gençlere yolladım. Bir kısmını meşâyiha saldım. Bir kısmını da ihtiyar kadınlara musallat ettim."
"Gençlere gelince; aramızda hiç bir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Cocuklara gelince... Onlarla da bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar."
"Bızimkilerin bir kısmını da âbidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zâhidlerin. Onlar bunların yanına girer; halden hale sokarlar. Bir tepeden diğerine hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki başlarlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye... İşte böylece onlardan ihlâsı alırım. Onlar bu halleri ile yaptıkları İbadeti İhlâssız yaparlar gayri... Ama bu hallerinin farkında olamazlar. ”
İblis, bundan sonra, aldattığı bir rahibin hikâyesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi:
“Bilmez misin ya Muhammed, Rahip Barsisî; tam yetmis yıl ihlâs ile Allah'a ibadet etti. Bu ibadetleri sonunda ona öyle bir hal ihlâs edilmişti ki: Her dua ettiği hasta duası bereketiyle şifâyab oluyordu. Onun peşine takılıp hiç bırakmadım...Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki; Allah Teâlâ, aziz kitabında, onu şöyle anlatır:
«...Şeytanın hali gibidir ki; o insana: Kâfir ol...Dedi... Vaktaki o kâfir oldu; bu defa da ona şöyle dedi: Ben senden uzağım... Ben. Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.»
İblis bundan sonra, bazı kötü huylar üzerinde durdu. Ve onların her birinden nasıl istifade ettiğini anlattı:
YALAN
"Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendedir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse o da benim sevgilimdir. Bilmez misin ya Muhammed, ben Adem'e ve Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim. «Muhakkak ben size nasihat ediyorum. . .» dedim... Bunu yaparım, çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir."
GIYBET - KOGUCULUK
"Gıybet ve koğuculuğa gelince... Onlar da benim meyvelerim ve şenliğimdir."
NİKAH ÜZERİNE YEMİN ETMEK
“ Her kim talâk üzerine yemin ederse... günahkâr olacağından endişe edilir, isterse bir defa olsun isterse doğru bir şey üzerine olsun, her kim talâkı ağzına alırsa, bu hakikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile kıyâmete kadar meydana getirecekleri çocuklar da hep zina çocuğu olur. Ağıza alınan o talâk kelimesi yüzünden hepsi cehenneme girer. ”
NAMAZ
“Ya Muhammed, namazlarını tehir edene gelince... Onu da anlatayım. O, her ne zamanki namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm. Derim ki:"
“ Henüz vakit var. Sen de meşgulsün; hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın." Böylece o vaktinin dışında namazını kılar... Ve bu sebepten onun kıldığı namazı yüzüne atılır. Şayet o kimse beni mağlup ederse ona insan şeytanlarından birini yollarım... Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar. O bunda da beni mağlup ederse... Bu sefer onun hesabını namazda görmeye bakarım. O namazın içinde iken... “Sağa bak... Sola bak..." derim... O da bakar... O ki öyle yaptı... yüzünü okşar, alnından öperim. Bundan sonra ona: “Sen ebedî yaramaz bir iş yaptın." derim ve böylece onun huzurunu bozarım."
"Sen de bilirsin ki ya Muhammed! Her kim namazda sağa ve sola çokca bakarsa Allah onun namazını kabul etmez. Yüzüne atar."
"Bunda da ona mağlûp olursam... Yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına giderim. Ve ona: çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da başlar namazını çabuk kılmaya. Tıpkı horozun gagası ile yerden bir şeyler topladığı gibi."
"Bu işi ona yaptırmakta da başarı kazanamazsam, bu sefer cemaatla namaz kılarken, onun yanına varırım. Orada onun başına bir gem takarım. Başını imamdan evvel secdeden ve rükûdan kaldırırım. Imamdan evvel de, secde ve rükû yaptırırım."
İşte... O böyle yaptığı için kıyâmet günü, Allah onun başını eşek başına çevirir. O kimse, bunda da beni yenerse bu defa ona namazda parmaklarını çıtırdatmasını emrederim. Böylece o beni tesbih edenlerden olur.”
Sorularla İslamiyet
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.