Ramazan Portresi: Nur volkanı Bediüzzaman
Kur'ân sönmez ve söndürülemez bir güneştir
Risale Haber - Haber Merkezi
milli gazete ramazan sayfasında bir portre başlığyıyla bediüzzaman hakkında bilgi verildi.
"Ana korkma! Cenâb-ı Hakk'ın emridir; O Rahimdir ve Hakimdir." Birden o halette iken, baktım ki mühim bir zat, bana âmirâne diyor ki: "-İ'caz-ı Kur'ân'ı beyan et!"
Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilâk olacak. O İnfilâk ve inkılâbattan sonra, Kur'ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'ân, kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'ân'a hücum edilecek; i'cazı, onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'cazın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak." (Mektubat, 28. Mektub)
Nur Volkanı, Saîd Nursî, dibi gözükmez bir derinliğin içinden geldiği için onu anlamak da, anlatmak da oldukça zordur. Lehinde, aleyhinde bir dünya kitap çıkmış ama bence hiç kimse hakkıyla yakalayamamış ondaki yüksek frekansı.
Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile, yirminci yüzyılın ilk yarısında, sadece Kur'ân-ı Kerîm'in hikmetleri üzerinde duran ve Kur'ân ahlâkını irşadın, yani mânevî aydınlatmanın temeli sayan bu içtihad sahibinin en çok kullandığı tabirlerden birisi de irşaddır. Ve çoğu zaman vehim ile irşadı karşı karşıya getirir, şüphenin karanlığını temsil eden vehmi, irşadın aydınlığına iter. İşte bu vehim ile irşadın karşılıklı konuşmalarından birisinde vehim, yani kendisine karşı olan düşünce, irşada, yani kendisine sorar:
Vehim: Sen imzanı Bediüzzaman yazıyorsun! Lakabın, medhi ima eder.
İrşad: Medih değildir. Kusurlarımın sened-i özrünü bu unvan ile ibraz ediyorum. Zira "Bedi" garib demektir. Benim ahlâkım suretim gibi, uslüb-u beyanım, elbisem gibi garibtir, muhaliftir."
Üstad Bediüzzaman'ın sosyal ve siyasal yangınlar içinde kıvrandığı günlerde söylediği bir söz vardır:
- Ben, geçen sene Garibüzaman idim! Sonra Bediüzzaman oldum!.. Şimdi de Bid'atüzzaman oldum!.."
Cehalet: En büyük bela
İstanbul'a gelmeden önce, Van'da bulunduğu günlerde, gazetelerde şöyle bir haber görüyor Üstad:
İngiltere Sömürgeler Bakanı Gladston, elinde Kur'ân, Avam kamarasında şunları söylüyor: "Bu Kur'ân Müslümanların elinde bulundukça biz onlara hakim olamayız. Ne yapıp edip ya Kur'ân'ı ortadan kaldırmalıyız, ya da Müslümanları ondan soğutmalıyız!.."
Basında böyle bir haber yer alır da Nur Volkanı sâkin durabilir mi hiç? Anında patlıyor tabii:
- Kur'ân'ın sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu bütün dünyaya isbat edeceğim!..
O günden sonra, o dönemdeki sıfatıyla Molla Said'de dur durak kalmıyor artık. Zaten kabına sığan bir insan değil, bir de tepesi atınca, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu dolaşmaya başlıyor. Çağın ihtiyaçlarına cevap verecek, cehaletin pençesinde kıvranan Doğu ve Güneydoğu insanını çiçek çiçek işleyecek bir medrese düşü var beyninde.
Milli Gazete