Himmet UÇ
Ramazan Yazıları: Şükr-i manevi
Bediüzzaman orucun hikmetlerini sayarken “niam-ı ilahiyenin şükrüne bakar” der. Eser de bazı yerde şükür der bazı yerde şükr-i hakiki bazı yerde de şükr-i manevi der. Şükr i manevi; nimetlerin kıymetlerini anlamaktır. Nasıl her şeyin değeri onun uzmanı tarafından belirlenirse nimetlerin değeri de ancak insan tarafından tartılabilir, değerlendirilebilir. Dört bir yanımızı bu kadar nimetlerle donatan Allah onların hem estetik, sanatsal, hem bedensel değerlerinin tartmamızı istiyor, varlıkların görüntüsüsü, şeklini, tasarımını, fonksiyonunu görmek ve değerlendirmek sanatsever olan insana verilmiş görevlerdir. Çünkü insan bedeni bütün varlığın hikmetlerini tartacak ve anlayacak bir okuyucu ve yorumlayıcı ve eleştirmendir. Tartma,tanımak, temaşa etmek, bakmak, seyretmek hepsi tartmak ve değer belirlemek içindir. Nasıl bir sanatcı sanat eserlerini seyredenler tarafından söylenilen beğeni kelimelerini merak eder. Yanlışlıklardan rahatsız olur. Bir soyut ressam eserinin bir kısmını bir seyirci çizmeye benzetir, daha yukarı çıkınca ressam çizmeden yukarı çıkma der, çünkü artık anlaması imkansız olan bir seyir yapmaktadır.
Nimetleri tenavül ederken başta bismillah, ahirde elhamdülillah, daha sonra Ehad ve Samed’in eserleri olduğunu düşünmek fikirdir. Bundan başka nimetlerin değerini bilmek geliyor. Bediüzzaman bu değeri bilmek konusunu açar, şükre dört değerli kelime yükler. “Ramazan-ı Şerif’deki oruç hakiki ve halis, azametli ve umumi bir şükrün anahtarıdır. Hakiki, halis, azametli, umumi değer hükümleri ve durumların açılması lazım. Nasıl hakiki, nasıl halis, nasıl azametli, nasıl umumi, bunların manaları açılmak için yazılmış. Üstünden oku oku geç yıllar geçer yine bir şey anlamazsın.
Hakiki,
Halis,
Azametli,
Umumi,
Bir şükre taalluk eden sıfatların içi doldurulması gerektir.
Bediüzzaman nimetlerin kıymetlerinin belirlenmesi için yorumlar yapar. İnsanları tablacı olarak değerlendirir, onların bir fiyatı vardır, bağdan koparmak, insanlara getirmek , hizmet sunmak gibi, onların Allah’ın tablacısı ise asıl mal sahibi ne ister. O Bismillah, Elhamdülillah ve nimetlerin Ehad ve Samed’in nimetleri olduğunu düşünmek asıl mal sahibine dönük değerlendirmelerdir. Nimetlere gösterilen şükür de derinliğine yorumlanır ve şükür, şükrü manevi, şükrü hakiki gibi nevileri ortaya çıkar. Manevi şükür ise Oruç ile nimetler arasındaki mesafeden hareket eder. İnsanlar günlük hayatta nimetlerle aralarına mesafe koymazlar, oruç bu mesafe koymamanın ortaya çıkardığı gaflet ve küfranı sağlar, nimeti bir emirle uzağa koyar ve kişiyi onu her istediği zaman tenavülden uzaklaştırır. İşte bu mesafe insana nimetin değerini öğretir ve manevi şükrü yaptırır. Oruç geçmiş ümmetlere emir olduğu gibi bize de emirdir ama çok tanrısal bir mantık ile düşünülmüş, insan ile nimetler arasındaki değer bilme kavramına göre belirlenmiştir. İlahi bir tensib olduğu ortadadır.
Bütün bunlar kısmen bu hakikatın yorumudur.“İkinci Nükte: Ramazan-ı Mübareğin savmı, Cenab-ı Hakk'ın nimetlerinin şükrüne baktığı cihetle, çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Birinci Söz'de denildiği gibi, bir padişahın matbahından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiat ister. Tablacıya bahşiş verildiği halde, çok kıymetdar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu in'am edeni tanımamak nihayet derecede bir belâhet olduğu gibi, Cenab-ı Hak hadsiz enva'-ı nimetini nev'-i beşere zemin yüzünde neşretmiş. Ona mukabil, o nimetlerin fiatı olarak, şükür istiyor. O nimetlerin zahirî esbabı ve ashabı, tablacı hükmündedirler. O tablacılara bir fiat veriyoruz, onlara minnetdar oluyoruz; hattâ müstehak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz. Halbuki Mün'im-i Hakikî, o esbabdan hadsiz derecede o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır. İşte ona teşekkür etmek; o nimetleri doğrudan doğruya ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.
İşte Ramazan-ı Şerif'teki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Çünki sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakikî açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor. Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, hususan zengin olsa, ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor. Halbuki iftar vaktinde o kuru ekmek, bir mü'minin nazarında çok kıymetdar bir nimet-i İlahiye olduğuna kuvve-i zaikası şehadet eder. Padişahtan tâ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir şükr-ü manevîye mazhar olur. Hem gündüzdeki yemekten memnuiyeti cihetiyle; "O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenavülünde hür değilim; demek başkasının malıdır ve in'amıdır. Onun emrini bekliyorum." diye nimeti nimet bilir; bir şükr-ü manevî eder. İşte bu suretle oruç, çok cihetlerle hakikî vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer.” (29 Mektup)
Nimetle arasındaki mesafenin kendi iradesinden ilahi iradeye tabi olduğunu gören insan nimetlerin asıl sahibini düşünür ve kendinin olmadığını fikreder, uzak kaldığı nimetin değerini anlar, bütün bunlar nimetin değerini ortaya koyar.Nimetin kıymetini insanla normal zamanda sıfırlanmış mesafeyi oruçla onu uzaklaştırır, ve bu sayede nimetin uzak mesafede oluşu kişiyi düşünmeye iter. Bu manevi şükürdür. Nimetin değerini anlamak manevi şükürdür. Aynı şekilde oruç benzeri ibadetler az yemek, gerekli olduğu kadar yemek de nimetin değerini ortaya koyar. Nimetin estetik değeri yanında haz değerini de ilahi bir kurgu ile dramatik bir sahne ile ortaya koyar.
Şükrü manevinin bir yönü de daha ayrıntılı olarak açlıktan ortaya çıkar.Burada fiili bir kıymettir, organizmaya dayanan bir manevi şükürdür. Burada muhatab gafiller ve mütemerridlerdir, firavunlaşmış olanlardır. “İşte Ramazan-ıŞerifdeki oruç en gafillere ve metemerridlere zafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasiyle midesini düşünüyor, midesindeki ihtiyacını anlar. Zaif vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derkediyor . Nefsin firavunluğunu bırakıp kemal-i acz ve fakr ile dergah-ı ilahiyeye ilticaa bir arzu hisseder ve bir şükr-i manev i eliyle rahmet kapısını çalmağa hazırlanır. Eğer gaflet kalbini bozmamış ise “(29 Mektup) Bütün bunlar nimetlerle insan arasındaki mesafeyi ayarlamaya dönük tasarlanmış orucun ilahi biçimlendirmesinden ileri gelir. İslamdaki yasakların çoğu nimetlerin hakiki hazzını yaşamak içindir. Hakiki nimet olduklarını düşünmektir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.