
Misafir Kalem
Ramazan'ın Üç Hali: Rahmet, Mağfiret ve Kurtuluş
M. Burak Tunay
Medine'nin sıcak sokakları, Ramazan-ı Şerif’in gelişiyle birlikte bambaşka bir iklimle mü’minleri karşılıyordu. Bütün şehir sohbeti nebevinin feyziyle adeta ulvi renklerle boyanmış, hâllerden en güzel hâle bürünmüştü. Ashâb-ı Kirâm Efendilerimiz (RA), gün boyunca oruç tutmanın verdiği manevi huzurla doluyor, akşamları ise iftar sofralarının bereketi, teravih namazlarının coşkusu ve Resulullah (ASM)’ın gün boyunca süren sohbetlerinin feyziyle dolup taşıyordu. Sahabelerin hepsi bu mübarek ayı en verimli şekilde değerlendirmeye çalışıyor, birbirleriyle ibadette yarışıyordu.
Günlerden bir gün, Mescid-i Nebevi ‘de Resulullah (ASM), Ramazan-ı Şerif'in faziletlerinden bahsediyordu ve: "Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennemden kurtuluştur.[1]" buyurdu. Sahabeler bu sözün hikmetini düşündükleri bir sırada elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah, üzerinde sefer alameti olmayan ve o mecliste Resulullahtan başka (ASM) -yüz ifadesinden anlaşılacağı üzere- kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Onun (ASM) yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve:
"Ya Muhammed! İman, İslâm, ihsan nedir? Tarif et.[2]" diye sordu.
Sahabeler bu soru karşısında şaşırmış bir halde birbirlerine bakarken Resulullah (ASM) tarife başladı:
“İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı eksiksiz (tastamam) vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyaret (hac) etmendir.
“İman, ayrılmaz bir bütündür. Allah’a inandığın gibi meleklerine, meleklerine inandığın gibi kitaplarına, kitaplarına inandığın gibi peygamberlerine, peygamberlerine inandığın gibi ahiret gününe inanmandır. Ve bütün bunlara inandığın gibi kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir”
“İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu zahiri nazarla görmüyorsan da, o Semi’ ve Basîr’dir. Seni mutlaka görüyor ve duyuyor.” buyurdu.
Her sorduğunda Adam:
“Doğru söyledin” diyerek tasdik etti. Adamın hem sorup hem de tasdik etmesini sahabeler tuhaf karşıladılarsa da henüz Resulullah’a sormamış fakat içten içe merak içinde kalmışlar “Resulullah ile böyle rahat konuşan adam da kim?” Diye düşünüyorlardı. Az bir zaman sonra adam, soruların cevabını aldığına kanaat getirerek sessizce oradan kalktı, birden kayboldu. O mecliste bulunan diğer sahabeler gibi Hz. Ömer de bu adamın kim olduğunu merak etmiş olacak ki daha sormadan Resulullah (ASM), Hz. Ömer’e hitaben:
“Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” diye buyurdu.
Hz. Ömer:
“Allah ve Resulü bilir”, dedi.
Bunun üzerine Resulullah (ASM):
"Üzerinde sefer alameti olmayan o adam Cebrail idi. Size ders vermek için o böyle yaptı." Buyurdu.
Sahabelerden Zeyd ismindeki genç: “Ya Resulallah (ASM), Hz. Cibril’in (RA) sorduğu sorulara verdiğiniz cevaplar ile buyurduğunuz "Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennemden kurtuluştur." Sözünün bir münasebeti var mıdır?” Diye sordu. Bunun üzerine Resulullah tebessüm etti ve Zeyd’in sorusuna cevaben:
“Ramazan'ın başı olarak ifade ettiğim rahmet, şeytanların bağlanmasıyla umumi bir huzur mevsiminin hissedilmesi, maddi manevi havanın tasfiyesi, manevi bir şölen olarak, ruhunu teneffüs ettiğimiz oruç iklimine alışma süreci, kişinin imanında yeniden yeniye diriltici bir tazelikle filizlenen, kalplerin yumuşamasına vesile olan ve Allah'ın rahmetinin bolca tecelli ettiği bir dönemdir. İnsanlar, bu dönemde sair zamanlara nazaran daha çok ibadet ediyor, Kur'an iklimine giriyor ve yardımlaşma ruhuyla imanlarını tazeliyordu.
Ramazan'ın ortası olan mağfiret ise tam bir dayanışma içerisinde İslam'ın güzelliklerinin yaşandığı, günahların affedildiği ve kalplerin arındığı bir zaman dilimidir. Mü’minler, bu dönemde daha çok tövbe etmeli, hatalarından dönmeli ve Allah'tan af dilemelidir.
Ramazan'ın ahiri ki, cehennemden kurtuluş fermanını mü’minlere kazandıran, ihsanın zirveye ulaştığı, kulların, Allah'ı görüyormuş gibi samimi bir hal içinde ibadet üzere olduğu ve cehennem azabından azad edildiği bir süreçtir. Mü’minler, bu dönemde itikâfa girmeli, bin aydan hayırlı olan Kadir Gecesi'ni ihya etme gayretinde olmalı ve Allah'a yakınlaşmanın en güzel örneklerini sergilemelidir.
İşte bu sebepledir ki Rahmet burcunda iman tazeliği, mağfiret burcunda İslam’ın güzelliği ve cehennemden azade olmaklığın burcunda Allah’ın lütfuyla ikram olunan ihsanların, ihlas vadisindeki en parlak tecellileri, müminler için bambaşka ufuklar açıyor.” Buyurdu.
Zeyd, bu cevap karşısında Ramazan'ın her anını daha müdakkik bir surette yaşamaya karar verdi. Oruç tutmanın aç kalmak olmadığını, kalbi, ruhu, aklı, hayali hâsılı bütün duygulara hitap eden bir terbiye süreci olduğunu, insanı yeniden yeniye bir basübadelmevte mazhar kıldığını, her ramazan kârlı bir ticaret çarşısı hükmüne geçip, gelecek yeni ramazanlara taze bir nefes ve nefis hazırladığını bildi. Teravih namazlarını huşu içinde kıldı, Kur'an'ı tefekkür ederek okudu, Kur’anla ünsiyetini ve meşguliyetini artıracak kendine mahsus virdler hazırladı ve bol bol dua etti. İhtiyaç sahiplerine yardım ederek, zekâtını verdi ve iftar sofralarını paylaşarak İslam'ın yardımlaşma ruhunu yaşattı. Ramazanda her gece olduğu gibi Kadir Gecesi'nde de sabahlara kadar ibadet ederek, Allah'tan af ve mağfiret diledi.
Ramazanın sonunda, Zeyd, diğer sahabeler gibi Resulullah’ın rengiyle renklenmiş, kendine mahsus hitap çiçeği açmış, manevi bir arınma yaşamış ve kalbi huzurla dolmuştu. O, Ramazan'ın üç halini en güzel şekilde yaşamış ve bu mübarek aydan sohbeti nebevinin (ASM) feyziyle en büyük faydayı sağlamıştı. Zeyd, Ramazan'dan sonra da bu manevi iklimi ömrü boyunca yaşatmaya ve hayatının her anını Allah'ın rızasına uygun yaşamaya gayret etti.
Hikâyeden hareketle Ramazan-ı Şerifin üç hali olan rahmet, mağfiret ve cehennemden kurtulmanın -Hz.Cibril’in ilhamıyla- iman, İslam ve ihsan burcunda çiçek açtığını bilmeliyiz. Yeniden yeniye bir diriliş ve tazelik mevsimi olan bu ayda heybemizi mümkün olduğu kadar Kur’anla, salavatla, istiğfarla ünsiyet ve meşguliyet üzere sarf etmeliyiz. Hususen Ramazan-ı Şerif’in Kur’an ayı olduğu bilincinde olarak ne dünyamıza ne ahiretimize faydası olmayan işlerden kendimizi çekerek, ahirette bizi kurtaracak bir eserimiz yok ise; fani dünyada bıraktığımız eserlere de kıymet vermemeliyiz. Boşa geçmemesi gereken kısacık vakitlerimizi dahi kıymetli ganimet bilmeli ve Allaha hakiki bir kul, Habibine layık bir ümmet olmaya çalışmalıyız.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.