Mehmet Abidin KARTAL
Refaha giden yol üretimdem, marka ürünler üretmekten geçer
Ekonomi denilince, akla ilk gelmesi gereken üretim ve büyümedir. Üretim ve üretimdeki artış büyümenin, kalkınmanın karşılığı olarak ekonomide yerini almıştır. Dönemler itibarıyla, mal ve hizmet üretim miktarındaki artış ekonominin büyümesinin göstergesidir. Yapılan reel yatırımlar sonucunda ülkenin ürettiği mallar artmış olur. Ekonominin can damarı üretimdir. Yapılan yatırımlar ya doğrudan veya dolaylı olarak üretimi arttıran unsurlardır. Üretimi artırmak için “fabrika yapan fabrikalar” yapmalıyız. Hammaddeyi mamule dönüştüren sanayiler kurmalıyız. Üretilen malların yurt içinde veya yurt dışında değerlendirilmesi, değerinde satılması refahı yükselten gelirin artışını sağlar.
Üretimin artışı, gelirin artışı demektir. Üretimi artırmadan geliri artıramayız. Gelir artmadan refah düzeyini yükseltmek hayaldir Üretim olmadan refah paylaşımına kalkmak, borçlanmak demektir. Bu da gelecek nesillere haklarını vermemek, çalmak anlamına gelir.
Üretim; bilgi, teknoloji, ürün veya hizmet olarak tezahür eder ve hepsi vazgeçilmezdir. Toplumların dünya üzerinde bulundukları konumu belirleyen en temel faktör üretim kapasiteleridir. Herkes ürettiği ve dünya ticaretinden aldığı pay kadar konuşma ve hak iddia etme iradesine sahiptir. Kendi kendini kandıran, kendi kendine propaganda yapan ülkelerin tamamının ortak paydası üretim yapamamak ve dünyadaki gelişmelere ayak uyduramamaktır.
Toplumların sahip oldukları refah düzeyi ile ürettikleri arasında uyum olması gerekir. Hatta paylaşılan refah, üretim düzeyinden bir miktar düşük olmalı ki, geleceğe yatırım yapabilecek fon meydana gelsin. Yani ürettiğimizden daha az tüketmemiz, israf etmememiz ve aradaki farkı tasarruf ederek yatırıma yönlendirmemiz gerekiyor. Ekonominin en küçük ünitesi olan ailede de bu geçerlidir. Gelirine göre harcama yapmayan, gelir ile giderleri dengeleyemeyen, israf batağına düşen aileler daima ekonomik sıkıntılar yaşarlar. Refah ve huzuru yakalayamazlar.
İsraf ekonomisinde bilinçsiz tüketim çoğalır
Asrımızın sosyal hastalığı tüketim çılgınlığı, dünyada israf ekonomisinin hüküm sürmesine sebep olmaktadır. Toplum devamlı tüketime teşvik edilmektedir. Tüketim artmaktadır. İsraf ekonomisinin tüketime yönlendirdiği insanlar, zorunlu olmayan ihtiyaçlarını karşılayabilmek için hırs ile, helal haram ayırımı yapmadan, en üstte benim altta kalanın canı cıksın anlayışı içinde para kazanmaya çalışmaktadırlar. Bu durum da insanları, başkalarının haklarını haksız yere gasp etmeye ve haksız kazanç elde ederek zulmetmeye, sömürmeye sevk etmektedir.
Reklam yoluyla isteklerin, ihtiyaçlar olarak ortaya çıktığı bir dünyada yaşıyoruz. İsraf ekonomisi sonucunda hem çevre, tabiat kirlenmekte, küresel ısınma meydana gelmekte hem de kaynaklar tüketilmektedir. Bugünkü çevre sorununun temelinde tüketimdeki israf yatmaktadır.
Temel gıdamız ekmek israfı içler acısı durumu gözler önüne seriyor. Basına yansıyan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, halen 600 bin kişi Türkiye'de açlık sınırında yaşamaktadır. Bu açlık yaşanırken günde 5 milyon ekmek çöpe atılarak israf ediliyor.
Türkiye Fırıncılar Federasyonu bilgilerine göre de, Türkiye'de günlük üretilen 82 milyon ekmeğin, 77 milyon adeti tüketilirken günlük 5 milyon ekmek israf ediliyor. Bunun dışında henüz üretim aşamasında 1,5 milyon ekmek zayi oluyor. Türkiye'de bir yılda israf edilen ekmek, ortalama 450 bin ton buğdaya karşılık geliyor. Ülkemizde israf edilen ekmekle 500 okul yapılabileceği, 500 km yol yapılabileceği ifade edilmektedir. İsraf edilen ekmeğin 1.430.000 kişinin asgari ücretine eşit olduğu da ifade edilmektedir.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ile Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO)’nun derlediği verilere göre, her yıl 1.3 milyar ton gıda maddesi israf ediliyor. Bu 2 milyondan fazla aç insanı doyurmaya yetiyor. İsrafın toplam yıllık maliyetinin 750 milyar doları aştığı ifade ediliyor. Her yıl Türkiye’nin gayri milli hasılası kadar bir rakam çöpe atılıyor.
İsraf; yapılmaması gereken, gayesiz ve faydasız yere mal, emek, zaman ve kaynak harcamasıdır. Aynı zamanda israf; şuursuz bir harcama, kaynakların yok edilmesidir. Hiç bir kaynak sınırsız değildir. İsraf, tasarrufun dolayısıyla yatırımın ve üretim ekonomisinin düşmanıdır.
Cenab-ı Allah’ın “Yiyin, için fakat israf etmeyin” (Araf suresi: 7:31), emrine alabildiğine zıt giden insanlık, israfta da had safhadadır. Bugün sadece Türkiye’de Akdeniz’deki beş yıldızlı otellerde bir günde çöpe giden yemeklerin, günde ondörtbin kişiyi doyurabileceği hesaplanmış bulunmaktadır. Benzer şekilde her yıl artan içme suyu israfının önü alınmadığı takdirde, insanların yakında içmek için su bulamayacağı belirtilmektedir.
Ülkelerin gelişmesi için, üretimin artırılması, toplumsal çıkarların ön plana çıkarılması, kalkınma ve refahın sağlanması, üretim kaynakların etkin ve verimli kullanılması hayati önem taşımaktadır.
İsrafın ortadan kaldırılması ve üretim faktörlerinin verimli kullanılarak üretimin artırılması için çalışılırken, faydasız harcamaya yol açan faktörlerle mücadele edilmesi herkesin görevidir. Diğer taraftan, israfla mücadele, iktisatlı, tasarruflu yaşama toplumun faydasına olacak bir davranıştır. Çünkü, ülkemize stratejik önem kazandıran kaynakları hepimizin ortak malıdır. İsraf bu milletin ortak malına tecavüzdür.
Bediüzzaman’ın “İktisatsızlık (israf) yüzünden müstehlikler (tüketiciler) çoğalır, müstahsiller (üreticiler) azalır. Herkes gözünü hükümet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimâiyenin (sosyal hayatın) medarı olan san’at, ticaret, ziraat tenakus (azalır, eksilir) eder. O millet de tedennî edip (gerileyip) sükût eder, fakir düşer.” düşüncesi israfın üretim faktörlerini, reel üretimi olumsuz etkileyerek, halkı fakirleştireceğini ve yatırımların düşmesi sonucu reel üretimin düşeceğini sonuçta gelir dağılımını olumsuz etkileyeceğini ifade etmektedir. Bu düşünce üretim ekonomisini temelini özetlemektedir.
Tüketici davranışında israf, hem mikro iktisat açısından, ferdin tüketim ve tasarruf dengelerini bozar, hem de makro iktisat açısından kaynakların dağılımını ve ekonomideki tasarruf ve tüketim oranlarını etkiler. Sonuçta yatırımlar düşeceğinden milli gelir olumsuz yönde etkilenir. Uluslararası sahada da gelir dengelerinin bozulmasına yol açar.
Refaha giden yol üretimden geçer
Milli gelir, bir ekonomide belli bir dönemde üretilen mal ve hizmetler toplamıdır. Toplumun refah derecesini gösteren bir ölçüttür. Güçlü bir ekonomi kurmak için ülkelerin başvurduğu en önemli adım “üretim”dir. Kendi üretimlerini yapan ve bunları diğer ülkelere satma becerisini gösteren ülkelerin milli gelirleri arttığı için, refah seviyeleri de yükselir. Yükselen refahın topluma adaletli dağılması üretim ekonomisinin hedefine varmasıdır.
Siyasi istikrarsızlık, ülkelerin ekonomik performansını baltalayan, üretimi, milli geliri düşüren ciddi bir problem olarak tanımlanmaktadır. Türkiye ekonomisi, uzun yıllar boyunca siyasi istikrarsızlık gölgesinde kalarak potansiyelinin altında bir performans sergilemiştir. Türkiye’yi idare edenler, uzun yıllar üretmeden, tüketerek ülkenin kaynaklarını israf etmişlerdir. Ülke idarecilerin başarısızlığının bedelini, millet yıllarca düşürülemeyen enflasyonla fakirleşerek ödemiştir.
1990’lı yıllarda yaşanan siyasi belirsizlikler başta ekonomi olmak üzere birçok alanı olumsuz yönde etkilemiştir. Bu dönemde, yüksek enflasyon, dış borç, yüksek bütçe açığı ve cari açık nedeniyle iç ve dış şoklara karşı dirençsiz hale gelen ekonomi kırılgan bir yapıya bürünmüştür. Bu yapı 2000’li yıllara kadar devam etmiştir.
3 Kasım 2002 yılı genel seçimleri sonrasında Ak Parti iktidarı ile ülkede sağlanan siyasi ve ekonomik istikrar ekonomik büyümenin sürekliliğine ve ekonomiye duyulan güvenin artmasına katkı sağlamıştır. Ayrıca 2002’den itibaren ekonomide borç yükünün ve bütçe açığının düşmeye başlamasının verdiği imkan ile ekonomik manevra alanının sağlanması ekonomik büyüme için önemli bir faktör olmuştur.
Üretim ekonomisinde çözülmesi gereken en önemli ekonomik problem işsizliğin azaltılması ve gelir dağılımında adaletin sağlanmasıdır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik bütün sıkıntıların, bunalımların, krizlerin birinci sebebidir. Ekonomik kriz içinde olan ülkelere bakınız, gelir dağılımında adaletsizliğin olduğunu, işiz insanların sayısının yüksek olduğunu göreceksiniz. Diğer sebepler bundan sonra gelir. Toplumlarda sosyal dengenin ve huzurun tek garantisi, adaletli gelir dağılımıdır. Bir toplumda para küçük bir azınlığın elinde dönüp duruyorsa, orada her türlü huzursuzluğun doğması için yeterli zemin oluşmuş demektir.
Türkiye’de sağlanan ekonomik büyümenin işsizlikteki azalmayı sağlaması ve gelir dağılımını daha adil hale getirmesi için; reel üretime dönük yerli yatırımların ve ülke içi tasarruf oranının artması gerekmektedir. Bunun için, cari açık yoluyla ülke içindeki tasarruf oranını olumsuz etkileyen reel kredi faiz oranının düşürülmesi gerekir. Böylece istihdam meydana getiren üretime dayalı yatırımların artırılması gündeme gelecektir. Üretim olunca istihdam olur. Böylece gelir dağılımı adaletsizliğinin birinci sebebi olan işsizlik sorunun çözümü için adımlar atılmış olur.
Üretim ekonomisinde, devamlı ve istikrarlı kalkınmanın motor gücü yerli ve milli üretimdir. Çözüm yerli ve milli üretimi artırmaktan geçiyor. Bunu başarmanın yolu dünya standartlarında üretim yapmanız ve ürününüzün fiyatının da rekabetçi olması gerekiyor. Kısacası dünya piyasasında rekabet edebilecek marka ürünler üretilmesi gerekiyor. Yerli ve milli üretimi ne kadar çok artırırsak, katma değerimizi yani refahımızı o kadar çok insanımızla paylaşırız. ‘Kişinin ayinesi iştir, lafa bakılmaz.’ Ekonomide ayine üretimdir. Üretim ekonomisini hayata geçirmektir. Dünya piyasalarında rekabet edebilecek marka ürünler üretmektir.
Türkiye’nin gelişmiş dünya ekonomileri arasına girebilmesinin birinci şartı, devletin yerli ve milli üretimi destelemesinden geçiyor. Bu destek olmazsa dünya piyasalarında rekabet edebilecek ürünler bilhassa teknolojik ürünler üretmek zordur.
Devletin yerli ve milli sanayi politikalarını desteklemesinin, teşvik etmesinin ve kalkınmadaki başarısının en önemli ispatı Güney Kore örneğidir. Güney Kore deneyimi uygulanan ekonomik ve sosyal politikalarla, hem küreselleşme hem de kalkınma sürecinin yönetebildiğini göstermektedir. G. Kore’nin başarısının altında yatan önemli faktör yerli ve milli reel ekonomiye verilen önemdir. Yerli üretime devletin teşviki ve desteğidir. Bunun sonucu dünya piyasasında rekabet eden marka ürünler üretilmiştir.
Hyundai, Samsung, LG, Kia, Deawoo, SsangYong bunlardan birkaçı. Güney Kore bugün zarif cep telefonları ihraç eden ülkelerin başında geliyor. Türkiye’de cep telefonu kullananlara bakın, çoğunun markası Samsung öyle değil mi? Bizim de bir Samsung bir Hyundai üretmemiz gerekiyor. Yerli ve milli marka otomobili üretip dünya yollarında görmemiz gerekiyor.
Dünya piyasasında rekabet eden marka ürünler üretmek için önce bu iradenin ülkenin yönetiminde bulunanlarda ve toplumda meydana gelmesi gerekiyor. Bu iradeyi üretime dönüştürecek bilimsel teknolojik altyapının, insan gücünün yetişmiş olması ve bu anlayıştaki bir müteşebbisin grubunun ortaya çıkmasının önündeki engelleri kaldırarak, bunu mümkün kılacak şartların hazırlanması elzemdir. Devletin bu konuda somut adımlar atması gerekiyor.
Devletin son yıllarda bu konuda başta savunma sanayi olmak üzere önemli adımlar attığını görüyoruz.
Türkiye’de yönetim ve müteşebbis boyutunda iradenin olduğunu görüyoruz. Ancak yapılanlara bakıldığında, iradenin uygulamasının yeterli olmadığı anlaşılıyor. Bunun için bütün sektörlerde rekabet imkanı meydana getirebilecek yüksek teknolojili ürünlere doğru yeni bir üretim sürecine geçilmelidir. Bunun için devletin, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısına uygun Yerli Üretim Modeli politikasını hayata geçirmesi gerekir. Çünkü dünya piyasalarında rekabet edebilecek marka ürünler üretmenin yolu yerli üretimin desteklenmesinden geçiyor. Türkiye’nin dünya piyasaları ile rekabet edecek üretim gücüne ulaşması, marka ürünler üretmesi ekonomik ve sosyal meselelerimizin çözümünü kolaylaştıracaktır. İlk yerli ve milli marka otomobilimizi üretmemiz inşallah bunun başlangıcı olacaktır.
Türkiye'nin Otomobili Girişim Grubunun (TOGG) Türkiye'nin Otomobili'nin tanıtıldığı "Yeniliğe Yolculuk Buluşması" ve Bilişim Vadisi Resmi Açılış Töreni, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, kabine üyeleri, sivil toplum kuruluşlarıyla sektör temsilcilerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda davetlinin katılımıyla 27.12.2019’da Gebze'de gerçekleşti.
"Türkiye'nin Otomobili"nin sadece yerli marka araba üretmek anlamına gelmediğini söyleyen Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, "Bir otomobilden daha fazlasıdır, teknolojik dönüşümdür, dijital ekonomiye geçiştir, tek başına 20 bin ilave istihdamdır, 7,5 milyar dolar daha az cari açıktır, gayri safi milli hasılaya 50 milyar dolar katkıdır. Yani Türkiye'nin Otomobili yeni bir meydan okumadır." Diyordu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin Otomobili'nin tanıtıldığı "Yeniliğe Yolculuk Buluşması" da ilk yerli ve milli marka otomobilimizin, markasının, patentinin, tasarımının, lisansının yüze yüz yerli ve milli olacağını ifade ediyordu.
İnşallah 2022'de ilk yerli ve milli marka otomobilimiz banttan çıkmış olacak.
Dünya piyasasında rekabet eden marka ürünlerimiz artığı, ilk yerli ve milli marka otomobilimiz seri üretime geçtiği zaman Türkiye’nin gündemi değişir. Fetö, Pkk, Deaş ülkenin gündeminden çıkar, konuşulmaz olur. Üretim konuşulur, dünyaya ihraç ettiğimiz yerli ve milli marka otomobilimiz, diğer marka ürünlerimiz konuşulur, refah konuşulur, ekonomik ve sosyal adalet, başarılar konuşulur, kültür, sanat konuşulur. Biz böyle düşünüyoruz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.