Aklın sidre-i müntehası

Mustafa Kemal’e ait olan ‘hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ ifadesi özünde hayatta rehberlik makamının kime ait olduğunu vurgulamakta, ifade etmektedir. Hayatın seyrini ve istikametini ancak ilmin belirleyeceği iddiasına eşlik etmektedir. Burada dinin yerine ilim ikame edilmektedir. Zira ilim hayat tarzını ve sınırlarını tayin edemez ve sosyal alanla birebir alakalı değildir. İlim hayat tarzını belirlemez. Bilakis hayat tarzını belirleyecek olan adet, gelenek ve yerleşik normlardır. Bunun hilafına anlayış pozitivizmdir ve bunun türevlerinden birisi günümüzde Scientology akımı olarak anılmaktadır ve bu akımın mabedi yani kilisesi de vardır. Ünlü matematikçi Bernard Russel yaşasaydı belki de kendisini bu akım içinde bulabilirdi.

Burada Hristiyanlıktan kaynaklanan bir anakronizm söz konusudur. Yanlış dini anlayışla dinsizliği insanlığın başına bela etmiştir. Zira Hristiyanlık dini nedenlerle ilmin gelişmesine ket vurmuştur. Bu camiiyyet vasfına haiz olmayan kimi Müslümanlar için de geçerlidir.  Bununla birlikte Kilise bunu sistematik olarak yapmıştır. Halife Memun’dan beri İslam alemi sadece Yunan ilimleriyle ve Hind hikmetiyle karşılaşmamış veya bünyesine katmamış aynı zamanda üç aşamalı bir biçimde mantık, felsefe ve bilim ile dinin buluşmasını kaynaşmasını veya barışmasına katkı sunmuş ve sağlamıştır.

Gazali muayyen yönleriyle felsefeye karşı çıkıyor diye kimileri tarafından geri kalmanın sembolü olarak anılmış, görülmüştür. Bunu yapanlar ale’l itlak Gazali’yi tanımayanlardır. İlim ile din arasındaki ilişkiyi tek kategoride değil çok vitesli bir biçimde ele almıştır. Felsefeye karşı olması mutlak manada değil mukayyettir ve muayyen konuları kapsamaktadır. Bu da gaib-i şahide mukayese babındadır ve konusuyla alakalıdır. Felsefeciler gaip alanı bilmedikleri halde onu şahide mukayese etmişler ve nübüvvet sermayesinden mahrum vaziyetteki ilimlerinin mead, gayb, marifetullahı tek başına ihata edebileceğini düşünmüşlerdir. Halbuki, Gazali sadece gaibi veya gaybiyatı bilme konusunda vahye nazaran aklın sınırlı kapasiteye haiz olduğu tezini işlemiştir. Bu alanda akıl yürütmenin sınırlı olacağını söylemiştir. Yasak koymamış ama ‘taalüm’ denilen aklın haddini aşan ükelalığına, pervasızlığına sınır getirmiştir. Mead alanında da aklı hakim kılsaydık bu taktirde zaten vahye gerek kalmazdı. Peygamberlerin yerine filozoflar kifayet ederlerdi. Aklın Sidre-i Müntehası şudur (ki, bu makamda şöyle söylenmiştir): El aczü an derkil idraki idrakun. İdrak edememe de bir idraktir. Ziya Paşa bunu çok veciz ifade etmiştir: İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez. Zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez.

Demek ki öteki alemle ilgili insanın merakını gidermek, iman ihtiyacına cevap vermek için peygamberler gelmiştir. Gazali’nin söylediği budur. Lakin zaman zaman din adamlarının tasallutu meseleyi karmaşık hale getirmiştir. Mısırlı Muhammed Gazali’nin deyimiyle dinsizliğin dünyada revaç bulmasının, yayılmasının yarı nedeni dinin yanlış temsili veya din adına ortaya çıkan kesimlerdir. Dinin yanlış ve kötü temsil edilmesi dine karşı reaksiyon dalgasını tetiklemiştir.  

İslam tarihinde Beytü’l Hikme deneyiminden sonra Gazali mantığı şer-i ilimler kapsamına almış, kategorisine ve kümesine katmıştır. Mantığı olmayanın ilmine itimat edilemeyeceğini ve muhakemenin sağlanmasının mantık tahsilinden geçtiğini söylemiştir.  Muhakemesi olmayanın ilmine güvenilemez ve muhakemenin varlığına da mantık ilmi kanıt ve şahittir. Elbette Gazali’nin bu çığırısına itirazlar da olmuştur ve günümüze kadar gelmiştir.

İkinci kademede İbni Rüşd hikmet-felsefe ile İslamiyetin sahasını barıştırmıştır. Felsefeyi kendince tabu olmaktan çıkarmıştır. Teorik olarak felsefe ile dini barıştırmıştır. Bu pratikte arada farklılıkların olmayacağı anlamına gelmez.

Üçüncü devrede ise tecrübi ilimlerle veya bilimle dinin sahası kaynaştırılmış ve barıştırılmıştır. Bu nisbeten yeni bir çığırdır ve ilim ile dini kardeş kılmaktadır. Vahidüddin Han’ın ifadesiyle bu anlamda ilim de iman eder. Gönderilen, indirilen yani münzel kitaplar kainat kitabının satırlara dökülmüş halidir. Dolayısıyla kainat kitabıyla vahiy kitapları kardeştir. Bu kitaplar kainat kilidini açma, dokuma ve okuma kılavuzudur.

Geçtiğimiz günlerde MÜSİAD bünyesinde bir kitabın etrafında ‘kılavuz insanı’ tanımlayan bir konferans veren ve mektep, medrese, fes ile sarık çekişmesi karşısında cami insanı ya da zülcenaheyn insanı anlatan Nevzat Tarhan, Osmanlıların sanayi devrimini  kaçırmalarını bu ikilimi aşamamalarına bağlamıştır. Ya da hocaların müspet ilme aşına olmamalarına gönderme yapmıştır. İnsanın bilmediğine düşman olması keyfiyetiyle yer yer müspet ilimlere karşı çıkılmıştır. Doğrusu iki yüzyıldır İslam alemi bir ikilemde yaşıyor. Bunun nedeni İslam aleminin yerinde sayması ile Batı’nın müspet ilimler sayesinde gelişmesidir. İki asırdır aydınlanma çağında yaşıyoruz ve Osmanlı’nın son dönemi mektep ile medrese, fes ile sarık çekişmesi, kavgası arasında geçmiştir. Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte öteki dalga veya dip dalga yüzeye çıkmış ama derde deva olmamıştır. Şizofreni daha da derinleşmiştir. Bu ikilem veya çekişme keskin bir şekilde pozitivizmin ya da şapkanın hakimiyetiyle son bulmuş, paradigma teke düşmüş ama beklenen asude iklim sağlanamamıştır. İslam yerine felsefe, akıl, asrilik, dehrilik veya bilim tek geçer akçe olmuştur. Ama makus talih varsayıldığı gibi yenilememiştir. Bununla birlikte eski çekişmenin tortusu zihinlerde kalmış ve zıtlık aşılamamıştır. Bu zıtlığın aşılması parçanın hakim olmasıyla değil bütüncül ve cami insanın ve toplumun yeşermesi ve ortaya çıkması ile mümkündür.

Bu anlamda Nevzat Tarhan zülcenaheyn anlayışını ve yaklaşımını  benimseyen, temsil eden bazı isimleri saydı. Esasında Osmanlı tarihinde İbrahim Hakkı Erzurumi, İsmail Gelenbevi bu cami yani bütüncül kimselere örnek teşkil etmektedir. Bu zeminde fen ilimleriyle dini ilimlerini birleştirmek isteyen onlarca alimden söz etmek mümkündür. Osmanlı’nın son döneminde Hüseyin el Cisr Efendi, Bediüzzaman, günümüzde Vahidüddin Han gibiler bu çığırı temsil ederler. Fenni ilimler zaten İslami’dir kimileri bu ilimler üzerinden sonsuzluk iştiyaklarını dindirmek ister. Matematik üzerinden Bernard Russel bu sonsuzluk özlemini veya susuzluğunu gidermek ister. Nevzat Tarhan’ın de temas ettiği gibi Stephan Hawking de Kur’an ifadesiyle endad/idollar üzerinden yani tabiata atfettiği değer üzerinden inanma ve sonsuzluk ihtiyacını savmak ister. Allah da ilimlerine dayandıkları için Belam Bin Baura veya Asr-ı Saadette Ümeyyle İbni Ebi Salt gibiler ilimleriyle saptırmıştır. (1) İnanma ihtiyacından kurtulamazlar lakin İslam dışından marifetullaha da yol bulamadıklarından veya doğru kapısını çalmadıklarından dun ile yetinirler.

İlim sosyal konularda mürşit veya rehber değildir. Sosyal alanda veya hayat rehberiyetinde esas olan peygamber buyrukları ve sünnettir. Sebililmüminin yani müminlerin yolu ve tarzıdır. İlmi veya bilimi sosyal alana rehber olarak tayin etmek sadet dışı bir şeydir. Hayatta eh hakiki mürşit prensipler ve değerlerdir. Bu anlamda ilim, Bessam Tıbi gibilerinin vazettiği gibi ahlakın yerine veya dinin yerine geçemez. Sosyal kurallar fenlerin veya pozitif ilimlerin konusu değildir.

Eskilerin ifadesiyle vahiysiz akıl veya rehbersiz akıl sönük bir fener veya protez bir organ hükmündedir. İkisinin bir araya gelmesiyle tekamül hasıl olur ve insan ve toplum iki kanatlı hale gelir ve takeoff vaziyetinde pervaz eder. Bediüzzaman’ın ifadesiyle "Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder."

Mantık, felsefe ile ilmin, İslam’la barışması, kaynaştırılması gündemden hiç düşmedi. Pozitif ilimler haddi zatında Sünnetullaha tercüman olduklarından zaten İslami veya şer’i ilimlerden sayılırlar. Son sıralarda sosyoloji ve psikoloji gibi sosyal ilimlerin İslamileştirilmesinden söz edilmektedir. Bu yönde öncülüğü iki merhum İsmail Raci Faruki-Taha Cabir Alvani yürütmüştür. Bu alanda Freud’u dize getirmek isteyen ve ona karşı bir duruş sergileyen Sudanlı Malik Bedri’yi de saymamız gerekmektedir. Psikolojiyi İslami ilimlere dahil etmeye çabalamaktadır. Malik Bedri son sıralarda ilmi faaliyetlerini Türkiye’de sürdürmektedir.

Gazali hem pedagoji hem de psikolojide öncülerden ve yol açanlardan birisidir. Elbette bunun daha sistematik hale getirilmesi elzem bir ihtiyaçtır. Kainatın düzenini anlamamız İslamı yaşamamıza ters veya engel değildir.

İster felsefe ister mantık isterse tecrübi veya nazari ilimler olsun hikmeti herkesten devşirebiliriz ama hayat tarzımızda rehberimiz Hazreti Peygamber (asm) ve peygamberler ve varisleridir. Onların yerine hiç kimseyi geçirmeyiz.  

1-Vebau’l Fitne ve’t Taassup ve İlacuhu Fi’t Tevrati Ve’l İncili ve’l Kur’an, s: 80,  Es Seyyid İbrahim Selim, İslamiyyat, Kahire-Mısır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum