Abdulkadir MENEK
Resne ve Niyazi Bey
Ohri ve Prespa gölleri arasında bulunan Resne (Resen), küçük bir yerleşim birimi. Nüfusu on bin civarında. Buradaki Müslümanların büyük bir çoğunluğu başka yerlere göç etmiş ve burada çok az sayıda Müslüman yaşıyor. Çok önceleri Türkiye’ye doğru olan göç, daha sonraları rotasını Avrupa’ya doğru çevirmiş.
Resne’nin etrafını adeta elma bahçeleri sarmış. Her yıl burada Elma Festivali düzenleniyor. Avrupa’ya göç eden Resne’lilerin tatil için yaz aylarında memleketlerine gelmeleri ile birlikte bu kasaba çok büyük bir hareketliliğe kavuşuyor. Yaz aylarında buraların nüfusu birkaç katına çıkıyor.
Resne’nin hemen yanı başında bulunan Prespa Gölü alanında muhteşem ve eşsiz bir güzellik bulunuyor. Pelikanlar ve diğer kuş çeşitleri bu güzelliği tamamlıyor. Bu güzel kasabanın etrafı yemyeşil dağlar tarafından çevrilmiş. Gölün yakınlarında konaklama tesisleri de bulunuyor. Dağ ve göl turizmi birlikte yapılıyor.
Resne’yi esas şöhrete kavuşturan şahıs, İttihat ve Terakki’nin önde gelen şahsiyetlerinden Ahmet Niyazi. Makedonya bölgesinde çok tanınan ve sevilen bir simaydı. Arnavut kökenli olan Ahmet Niyazi 1873 yılında Resne’de dünyaya geldi. Manastır Askeri İdadisi ve İstanbul Harbiye Mektebinden mezun oldu. Yunan savaşında büyük kahramanlıklar gösterdi. Sırp ve Bulgar komitacıların ayaklanmalarına karşı görevlendirilen ekibin içinde çok aktif bir rol üstlendi. İttihat ve Terakki’nin Balkanlardaki örgütlenmesinin önde gelen liderleri arasında yer aldı.
Niyazi Bey’in Resne’de bulunan evi koruma altında. Fakat kapalı olduğu için gezme imkânı bulunmuyor. Evinin hemen karşısında da Niyazi Bey’in sarayı bulunuyor. Bu saray Fransa-Paris’te bulunan bir binanın fotoğraflarının arkadaşları tarafından kendisine gönderilmesi ve ‘’İşte biz burada yaşıyor, sen oralarda yaşamaya devam et’’ demeleri üzerine Resne’de bir örneği Niyazi Bey tarafından yaptırılıyor. Fakat kaderin garip bir cilvesi olarak Niyazi Bey, bu sarayda oturmak için gerekli olan ömre sahip olamıyor.
Saray bugün ziyarete açık ve bölgede bulunan bazı sanat eserlerinin sergilendiği bir ‘’Sanat Müzesi’’ olarak faaliyette bulunuyor. Struga’nın etrafında bulunan toprak, genellikle killi olduğu için burada çömlekçilik ve seramikçilik tarih boyunca hep gelişen bir çalışma alanı olmuştur. Bu müzede, bu şekilde yapılan ve geçmişten günümüze kadar ulaşabilen çok sayıda günlük ihtiyaçlar için kullanılan malzeme ile birlikte sanat eserleri de sergilenmekte. Ayrıca dünyada on yerde bulunan Seramik Eserleri Kolonilerinden bir tanesi de Resne’de bulunuyor. Buradaki Seramik Eserleri Kolonisinde çok önemli seramik eserleri sergileniyor.
Niyazi Bey, İttihat ve Terakki Cemiyetinin Sultan II. Abdülhamid’i tahttan indirme plan çerçevesinde, 3 Temmuz 1908’de Selanik’ten iki yüz isyancı ile birlikte dağa çıkarak isyan hareketini başlattı. Kendisinden birkaç gün önce arkadaşları ile dağa çıkan Binbaşı Enver Bey ile birlikte çalışmaya başladı.
Niyazi Bey, İstanbul’a telgraflar çekerek Meclis-i Mebusan’ın açılmasını, Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte meşruti bir idare talep ettiğini defalarca ifade etmiştir. Bu arada bu isyan hareketi sırasında özellikle bölge halkı ile çok iyi geçinmeye çalışıyor ve bölge halkının gönlünü kazanıyordu.
Bölgede devam edegelen birçok kan davası ve küskünlükler de bu Niyazi Bey’in gayretleri neticesinde sona eriyor. İnsanlar herhangi bir problemleri olduğu zaman bu süre zarfında Niyazi Bey kanalıyla hal etmenin yollarını arıyor. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bölgede sempati ve eleman toplamasının en büyük nedenlerinden birisini de, Niyazi Bey’in bu çalışma ve gayretlerine bağlamak gerekiyor.
Sultan Abdulhamid tarafından bu isyanı herhangi bir çatışma olmaksızın uzlaşma ile sona erdirmek üzere görevlendirilen ve bölgeye gelen Şemsi Paşa, Manastır Postanesinden bir telgraf gönderip dışarı çıktıktan sonra kapıda uğradığı bir silahlı saldırı sonucu İttihatçılardan Teğmen Atıf tarafından öldürülür. Bu olay bölgedeki tansiyonu oldukça yükseltir. Bu suikastın perde gerisinde Niyazi ve Enver Bey’in olduğu konusunda yaygın bir kanaat oluşur.
Niyazi Bey, dağda iken yanlarına gelen geyiğe sahip çıkarak evcilleştirir ve bakımını üstlenmeye çalışır. Gittiği her yere bu geyiğini de götürür. Hatta davet edildiği İstanbul’a giderken bu geyiği de beraber götürdüğü biliniyor. Büyük şöhret sahibi olan bu geyiğe bir gazeteci o yıllarda ‘’Gazal-ı Hürriyet’’ bir başkası da ‘’Rehber-i Hürriyet’’ ismini takar. O günlerdeki İstanbul basınında bu geyik ile ilgili olarak çok sayıda haberin yapıldığı ve ‘’Geyik Muhabbeti’’ sözünün de bu haberlerin sonucu olarak kullanılmaya başlandığı ifade edilmektedir. Geyik o günlerde Gülhane Parkı’nda halka da gösterilmiştir.
Başındaki askeri fesin üzerinde “Vatan Fedaisi” yazısı bulunmaktaydı. 1897 yılında yapılan Türk-Yunan savasında gösterdiği başarı ve birçok Rum askerini esir almasından dolayı kendisine “padişah yaverliği” unvanı verilmek istenmiş ve bu maksatla İstanbul’a davet edilmiştir. Ancak, kazaskerin on üç yaşındaki oğluna da aynı unvan verilmesi üzerine bu unvanı kabul etmeyerek geri dönmüştür.
Meşrutiyet’in ilan edildiği sıralarda dünyaya gelen erkek çocuklarına genellikle Niyazi ve Enver isimleri konulurken, kız çocuklarına da Meral-Maral (geyik) isminin konması adeta bir moda haline gelmişti.
Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesinden sonra yeni yönetim tarafından Enver Bey ile birlikte ‘’Hürriyet Kahramanı’’ olarak kabul edildi. 31 Mart Ayaklanmasının bastırılması için de Resne’den topladığı gönüllülerle birlikte Selanik’e geldi ve Hareket Ordusuna katıldı.
Bir müddet İstanbul’da kalan Niyazi Bey, daha sonra yeniden Resne’ye geri döndü. İttihat ve Terakki’nin yönetime gelmesi ile birlikte birçok kişi makam ve rütbeleri elde etmeye çalıştığı ve bunun için çok farklı yollara tevessül ettiği bir dönemde, hiçbir makam ve rütbe beklentisi içinde olmadan memleketine dönmeyi tercih etti. Bu arada İttihat ve Terakki yönetimi ile ihtilafa düştüğü, yeni yönetim anlaşışlarını beğenmeyip İstanbul’u terk ettiğini söyleyenler de mevcuttur. Resne’de hatıralarını kaleme aldı. Bu hatıraları ‘’Hatırat-ı Niyazi’’ adıyla neşredildi.
Bir süre sonra 1912 yılında yapılan Balkan savaşlarının ardından memleketi Makedonya kaybedilince, 17 Nisan 1913 tarihinde Arnavutluk’un Avlonya Limanı’nda, İstanbul’a kalkacak olan vapuru beklerken, Balkan komitacıları tarafından öldürüldü. Bu suikast işine İttihat ve Terakki tarafından kendisine tahsis edilen korumasının da katıldığı ve bu olayın bu cemiyet tarafından organize edildiği iddiaları da dillendirilmiştir.
Yine bu limanda bazı serseriler arasında meydana gelen bir kavgayı ayırmak isterken vurularak öldürüldüğü şeklinde bazı görüşler de mevcuttur. Öldürülme nedeni karanlıkta kaldığından dolayı, ”Ne şehittir ne de gazi, bir hiç uğruna gitti bizim Niyazi” deyimi de milletinin hafızasına bu olaydan yerleşerek kullanılmaya başlandı.
Öldürülmesinden sonra eşi Feride Hanım, kucağında iki yaşında bir oğlu ve karnında bir çocuğu ile evlerine baskın yapan Yunanlılardan kaçarak bir yolunu bulup İstanbul’a gelmişler ve Fatih’e yerleşmişlerdir. İki erkek evladı daha sonraları Türkiye’de farklı şehirlerde hayatlarını devam ettirdi.
Meşrutiyet’in ilanından sonra Bediüzzaman’ın Niyazi Bey’e “Ey zamanın Rüstem-i Zâl’i..." diye başlayan bir hitabı da bulunmaktadır.
"Âlem-i misalin misal-i musağğarı olan âlem-i hayâlde senin misalini ziyaret ediyoruz. Zîrâ şimdi her bir mehasin lafız gibi; senin misalin mânâ gibi içinde görünmekle aklın göz bebeğinden birden irtisam ediyor. Selânik’e geldim. Senin hakiki sûretini mecazî misalinle görüştürmek için su-i tali’ hased veyahûd nazar değmemek için iki misâl-i zirvekârın cem’ine müsâade etmedi. Sizin te’sis ettiğiniz bünyan-ı saadeti tahkim etmek için teşekkür-i fiilî olarak Kürdistana gitmek niyetindeyim." (Asar-ı Bediyye, Nutuk-5, s.456.)
Bu sıralarda hakkında anlatılan çok sayıda hikâye ve menkıbelerle Niyazi Bey adeta bir masal kahramanına benzetilmektedir. Rüstem-i Zal hitabına bu açıdan bakmak gerekir. Bediüzzaman Hazretleri, Selanik Hürriyet Meydanında bu sıralarda ‘’Hürriyete Hitap’’ başlıklı bir konuşma yapmak için bulunmaktadır. Niyazi Bey’le de bu arada görüşmek istediği anlaşılmaktadır. Bu görüşmede Bediüzzaman’ın maksadı, abartılarak anlatılan Niyazi Bey’in mecazi suretini hakiki sureti ile karşılaştırarak, mahiyetini tam olarak anlamaya çalışmak şeklinde özetlenebilir. Görüşmenin ne için gerçekleşmediğine dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz.
Fakat fikir düzeyinde anlatılan ve o dönemler uygulanmadığı gibi daha şiddetli bir istibdata vasıta yapılan Meşrutiyet’in hakiki mahiyetini kendi yaşadığı bölgelerde yerleştirmek için gayret göstereceğini de ifade etmektedir. Çünkü bu sıralarda tam bir feodal yapının ve bundan kaynaklanan tahakkümün en ilkel şekli ile hükümferma olduğu Kürd vilayetlerinin, Meşruti bir hayat tarzına her yerden daha fazla bir şekilde ihtiyacı bulunmaktadır.
Bediüzzaman’ın bu kararının, 1910 yılında Kürd aşiretleri arasında hürriyet, marifet, maarif, istibdadın kötülüğü ve Meşrutiyet-i Meşrua’yı anlatmak maksadıyla gerçekleştirdiği ve aylar süren bir gezi boyunca yaptığı konuşma ve sorulara verdiği cevaplar şeklinde gerçekleştiğini söylemek gerekir. Bu soru ve cevaplar daha sonra “Münazarat” ismi ile kitap haline getirilmiştir.
NOT: Geçtiğimiz günlerde Van’ın Erciş ilçesinde geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu vefat eden ve Balkanlarda bulunan birçok tarihi eser ve caminin bulunup restore edilmesi ve yeniden hizmete sunulmasında çok büyük katkıları olan Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun’a Allah’tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyorum. Mekanı cennet olsun.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.