Risale-i Nur Ders Notları-4

İman hizmeti, Hakikate bağlılıktır. Yani rabıtadır. Rabıta, insan ruhu ile Hakikat ve dolayısıyla Cenab-ı Hakk arasında bir yol açmaktır. Hakikat üzerine konuşmaya, terminolojide "sohbet" denilir. Hakikat, bakidir. Zamandan ve mekandan münezzehtir. Zaman ve mekanlar, Hakikat ile meydana gelirler. Din, insanı suretten kurtarır, Hakikate intikal ettirir. Bu sayede zaman ve mekana mahkumiyetten kurtarır. Bu çerçevede ilim, Hakikat yoludur. Geçmiş zamanın bir âliminden kalan bir eser ile veya doğru bir söz ile, şimdiki bir kişi muhatap olduğunda onunla sohbet etmiş olur. Onu anladığında onun ruhunu, kendi ruhuna misafir eder. Onun manevi genetiğine vâris olur. Bu noktada sohbet-i hakikatte zaman ve mekan yoktur. (Kastamonu Lahikası, 1. Mektub)

İnsan ruhunun kemal yolculuğunun zirvesi, Allah'a odaklı bir manevi hayatı elde etmek ve yaşamaktır. Bu hayatın adı "ferdiyet" tir. Ferdiyet makamı, İlâhî sırlara vukuf ile, kâinatı İlâhî bir gül gibi müşahede etme, Kur'an ile kâinatı, kâinat ile de Kur'anı tefsir etme, bu iki kitab-ı İlâhîyi hakkını vererek okuma makamıdır. Tevhid-i hakikiyi ilim içinde bulma, ilmin sırlarından Allah'a yürüme, Allah ile mutmain olma, sekîne-i İlâhiyeyi elde etme, mutlak bir emniyet ve heymenet içinde yaşamaya ilerlemedir. Ferdiyet ehli, mahfuzdur. Onlar himaye-i İlahiye altındadırlar. Bu tecelliye erenler ile uğraşanlar Nur’un birinci talebesi ve Üstad’ın hakiki varis-i mutlakı olan Hulusi Yahyagil'in ifade ettiği üzere "tokat" yerler. Niyetine göre ya şefkat tokadı veya zecir tokadı.

İhtiyarlar Risalesi'nin 9. Rica'sında en çok vurgulanan husus "yalnızlık" tır. Yalnız kalma, yalnızlaşma, yalnızlığa varan ömür yolculuğundan hakiki yalnızlığın zevkine ermenin alt yapısını ve şartlarını belirtir. Ki ferdiyetin manası, “nurlu yalnızlık” tır. Allah'ı bulan ve bilen bir ferdiyet... Allah'ı bulmayan için ferdiyet korkulacak bir mekan iken, Allah'ı bulan ve bilen için ferdiyet, ruhun nefes aldığı pencere ve ferah menzilidir. (Yirmi Altıncı Lem'a, Dokuzuncu Rica)

Dünya hayatının tam bir imtihan âlemi olduğunun göstergesi, zalimlerin şiddeti ile mazlumların zaafı ve zilleti, mağduriyet ve elemleriyle dünyadan göçmeleridir. Fakat emek-ücret kanunu ve cürüm-ceza kanunları gereği akıl açısından bu manzara tam bir Ahiret'e iman delilidir. Madem dünyadaki bütün ücretli faaliyetler, işler ve çabalar maddi bir ücretle ve mükafatla ödüllendiriliyorlar. Elbette mazlumun mağdur bir şekilde şehid edilerek acılar çekmesi, zahmetlere maruz kalması da bir emektir. Elbette bu emeğin bir ücreti olması gerekir. O ebedî ücret yeri Cennet'tir. Kur'an bu emek-ücret kanununun sonsuz boyutunu vurgulamak için Cennet hakkında birçok ayette "ecrin azîm" "ecrin kerîm" tabirlerini kullanır. Aynı şekilde madem dünyada hapishaneler inşa edilmiş. Her ülke bunu yapıyor. Çeşitli suçlara ve cürümlere farklı cezalar, elemlerle karşılık veriliyor. Elbette küçücük cürümlere ceza ile karşılık veren cürüm-ceza kanunu gereği öldürme fiiline hatta seri katillikle çok sayıda kişiyi öldürme fiiline karşılık elbette bir cezaevinin olması gerekir. Bu manada Cehennem farklı farklı suçlara göre inşa edilmiş yedi tabakalı ve elem dolu ebedî bir hapishanedir.

İzzet, celal ve haysiyet hakikatleri bu şekilde Cehennem'i istediği gibi, kerem, rahmet ve şahsiyet hakikatleri de Cennet'i ister. (Sözler,10. Söz, 2. Sûret)

İnsanın birer ihtiyacı olan mesken (ev), meydanlar ve meşher (sergi) hakikatleri, Cenab-ı Hakk'ın hikmet, inayet, merhamet ve adaletine dayanırlar. Bütün zamanlar ve mekanlardaki toplumlarda bu mesken, meydan ve meşher hakikatleri kendilerini farklı sanat ve suretleriyle sergilemişler. İnsanın ebedî hayatında en güzel, en muhteşem ve en kaliteli halleriyle yine kendilerini ifade edecekler. Bu üç hakikatin dayandığı dört İlahi sıfatın tecellilerine, bu tecellilerden Zât-ı Mütecelli'ye, Onun zâtî sıfatlarına, sıfatlarının zatiyetinden beka ve sermediyetine, sıfatların beka ve sermediyetinden Ahiret hayatına ve Cennetin içeriğine şeklinde bir fikrî ve hissî yolculuğu insan Risale-i Nurlar içinde yapabildiği gibi, celal-cemal-kemal arası bağlantılardan, adalet-inayet-hikmet bağına, onların bağlantısından azamet-ulviyet-kibriya bağına, onların bağlantısından tesbihat-ibadet-salât bağına şeklinde Külliyatta bir kavram yolculuğuna da çıkabiliyor, Bu tefekkür süreci neticesinde Risale-i Nur'un kılcal damarlarından Kur'anın ruhuna doğru bir yolculuk da yapılmaya başlanmış olunuyor. (Sözler, Onuncu Söz On Birinci Suret)

Hz. Peygamber'in (ASM) miraç yolculuğunun 500'e yakın meyvesi bulunuyor. Bunlardan en hayati olanlarından birisi ise her bir insanı ilgilendiren ebedî saadet meselesidir. İnsan bu hakikati, doğruluk ve sıdk anahtarı ile elde edebilir. Doğruluk nur-u imana, nur-u iman tevhide, tevhid ise her şeyi Zât-ı Hakk'a mensub görmeye, her şeyin Ondan bir hakikate ayna ve sadef olduğu şuuruna eriştirmeye sebeptir. Sıdk, sadefiyetini kabul etme, Onun ile varlığını idrake ve Vahdet-i Mutlaka ile Kesret-i Mutlaka ortasında vaziyetini fark etmeye sebeptir. Bu yolculuk, insan ruhundaki sonsuz potansiyelleri inkişaf ettirecek, her şeyi Tevhid-i Külli ile Allah'ın yed-i kudretinde olarak gösterecektir. Bu ise "Veren Odur, alan Odur, vermek isteyen Odur. Bana düşen şükür, hamd ve minnettir" algısına kişiyi yükseltip ebedî mutluluğa sebep olacaktır. (Sözler, 31. Söz, 4. Esas, 3. Meyve)

İnsanlık tarihi boyunca görüyoruz ki birçok toplum çok sayıda ilah algısına kapılıyorlar. Bunun sebeplerinden birisi cem ve ehadiyet hakikatlerini bilmemeleri, kâinattaki faaliyetlerin tek bir elden idare edildiğini ve icra edildiğini görememeleridir. Bunun da dayandığı temel, kendi âciz kudretleri ile İlahî zâtî kudreti kıyaslamalarıdır. Risale-i Nur, kudret-i İlahiyenin zâtiyyetini, zâtiyyetinin neticesi olan mutlakıyetini, nâmahdudiyetini, nâmütenahiyatini, gayetsizliğini, kemal-i mutlakını ve bu hakikatlerin sırları ve delilleriyle, kâinattan misallerle işler. Bu şekilde Allah'tan başka bir ilah olabilmesinin imkansızlığını ele alıp aklı sönmemiş ve kalbi ölmemişlere gösterir. (B. Mesnevi-i Nuriye, Katre Risalesi, 55 Lisan)

Dağlar ile insanın ruhunun bir ilişkisi bulunuyor. İnsan ruhunun emniyet, sükunet, sekinet arayışı tevhid ile mümkündür. Tevhidi elde edebilmek için öncelikle vahdeti kişinin idrak etmesi gerekir. Gayb âleminde Vahdet-i Mutlaka'yı bulan ve bilen bir kalbin aşk-ı mutlakı merhamet tecellileriyle tatmin edildiğinde, insan aklı tefekkür yolculuğuna şehadet âleminde devam eder. Vahdet sırrı ile yaratılan kâinat Cenab-ı Hakk'ın vahdet sikkesiyle, yekpare bir mahiyet kazanır. Vahidiyet tecellileriyle sünnetullah kanunlarıyla donatılır. Şuurlu meyveleri olan insanlar gibi canlılarla, ehadiyet cilvesi kendini gizli ve alenî boyutlarıyla sergiler. Bu şekilde insan ruhu, ehadiyet cilvelerinde tevhidi bulur, hisseder, "ittihad hakikati” çerçevesinde ehadiyet hakikatinde "cem" sırrını zevk eder. Allah'tan uzaklık ve ayrılığın hakikat noktasında imkansızlığını keşfeder, hisseder, bunun zevkinde “istişrak” ı yaşar. Dağlar bu yolculukta kesretten ziyade vahdetin, içtimailikten ziyade infiradın mekanıdır. Maneviyat yoluna girmek isteyenlerin arkadaş olması gereken mekanlardır. Yerden yükselen kişinin gözünde yer ve üstündekiler küçüldüğü gibi, dağların yüksekliği de dünya ve içindeki kesreti gözde küçültür. İnsan vahdete daha rahat odaklanır. Dağlar ayrıca günahların ya işlenmediği veya az işlendiği yer olduğu için Cenab-ı Hakk'ın kudsi tecellileri olan ilham çeşitlerinin kalb ve ruha akış ve açılışına daha rahat vesile olurlar. Bu sırdan dolayı vahiy alan veya alacak olan peygamberler dağlara çıkmışlardır. Allah dostları bu ilhama açık, Kur'an ayetlerinin anlaşılmasına medar temizlik taşıyan mekanlara gidip kalmayı, oralarda tefekkür ve zikri tercih etmişler. Bu çerçevede Üstad'ın da Çam Dağı ile bir ruhî irtibatı bulunuyor, diyebiliriz. Hz. Musa (AS) ile Tur Dağı arasında bulunan ruhî irtibat gibi… (Mektubat, 4. Mektub)

Üstad Bediüzzaman, beden-hayat-ruh ilişkisini, insan şuurunun daimiliği hakikatini Eski Said döneminde detaylıca düşünmüş, kendi şahsî şuuru ve hayatı üzerinden meseleyi ele almıştır. İnsanın bedeninin sürekli yenilendiğini ve şuurunun ise sabit bir farkındalık olarak kaldığını fakat bu şuurun, ilim ve his ile zenginleşip kuvvetlendiğini bildiriyor. Üstad insanın ömrü boyunca yaşadığı kişisel değişimlerden yola çıkarak, kişinin şuur ve ruhunun bekasını burada ispat etmesine rağmen Abdülaziz Bayındır ve onun etkisi altında kalan Ali Rıza Demircan, bu metni tersinden anlayarak Bediüzzaman'ın reenkarnasyoncu olduğu gibi bir algıya kapılabilmişler. Burada da acı şekilde görünüyor ki bir metni okumak ayrı, metni anlamak ayrı, metinde müellifin anlatmak istediğini anlamak ap ayrı, bir de metni kendi algısına göre yontarak anlamak veya görmek istediği mana gömleğini o metne giydirmeye çalışmak ise ap ayrı meselelerdir. Allah basiret ve insaf versin! Oysa Bediüzzaman'ın burada anlattığı meseleyi bizzat kendileri de ömür boyu yaşıyorlar. Şimdi onlar reenkarnasyoncu mu oluyorlar? Hayır. (Âsâr-ı Bediiyye, İşârat, Aşura)

Hakikati idrak ile, kalb ve ruhuna hakikat heyecanı düşen, hakikatin feyziyle kalbi uyanan, hakikatin nuru ile ruhunu uyandıran kişilerin kalb ve ruhunun gelişim seyrini Rabbü'l-Âlemîn hızlandırmak için kabz ve bast hallerini onların hayatına misafir eder. Bu şekilde kabz hali ile, kalb ve ruhu sıkar. Ta ki kalb ve ruhu kirleten geçmiş ve geleceğe ait kirler temizlensin. Bast hali ile de, temizlenen kalbe feyizlerini, ruha ise nurlarını doldurur. Kabz hali, bir "halvet" (içteki karanlıkları boşaltma); bast hali ise bir "celvet" (iç dünyasını nurlar ve tecellilerle doldurma) hali gibidir. Manevi hayatın bir anayasası hükmünde herkes bu yollardan geçmektedirler. Üstad’ın ikinci büyük talebesi, manevi vâris ve Üstad’ın ifadesiyle kıymetli bir âlim olan Bedre köyü imamı Sabri Arseven de bu yollardan geçen kişilerden biridir. (Kastamonu Lahikası, 3. Mektub)

Her bir insanın ömrü boyunca savaşta olduğu şeylerden iki tanesi Tabiat ve Enaniyet'tir. Enaniyet, enfüsî cephedir; tabiat ise âfâkî cephedir. İnsan bu iki cepheye karşı ilimle savaşmaya çalışır. Oysa ilim sindirilmediği durumlarda enaniyeti bizzat kendisi besleyen unsurdur. Bu açıdan ilim, ancak alabildiğine derinleştikçe insan ilimle enaniyetten kurtulabilir. Aksi takdirde enaniyeti karşısında âciz düşer. Aynı durum tabiat algısında da geçerlidir. Her hadisedeki İlâhî ilmi görmeye çalışmak, insanı tabiatperest ve determinist yapar. Fakat her olayda tecelli eden İlâhî ilimle beraber İlâhî iradeyi de görmek, insanı tabiat zindanından kurtarır. Aynı sır, enaniyetle savaşta da geçerlidir. İradesiz bir ilim ve kudret tecellisi yoktur. Bu hak sırrının inkişafı nisbetinde enaniyet yırtılır, Hüve'ye ayna halini alır; tabiat perdesi yırtılır İlâhî Sanat inkişaf eder. (Badıllı Mesnevi-i Nuriye, Habbe Risalesi, Tabiat ve Enaniyet Bahsi)

Mesnevi-i Nuriye kitabı, Eski Said'i Yeni Said'e dönüştüren yolculuğun detaylarını bize gösteren bir kitaptır. Bu kitapta Bediüzzaman, Kur'anı akıl, kalb ve ruhu için bir üstad; nefsi ve enaniyeti için bir mürşid olarak kabul ederek kendini dergah-ı Samedaniyet-i hakka, medrese-i vahdaniyet-i hakikate gassalın elindeki meyyit gibi teslim ediyor. Aklıyla Kur'anı te'vil etmiyor, bilakis Kur'an tornasında aklını yontup itidale getirip aklını “hikmet” e dönüştürüyor. Allah'ın gör dediği gibi insana ve kâinata aklıyla bakabilecek bir gelişme kaydediyor. Aynı şekilde Allah'ın sev ve merhamet et dediği gibi insana ve kâinata yönelebilecek bir kalbî ve ruhî gelişimi bu süreçte kazanıyor.

Mesnevi-i Nuriye kitabı doğrudan Kur'an medresesi ve tekkesinden alınan bir ders ve irşad hükmünde olduğu, kitabın içindeki konu zenginliği ve çap büyüklüğünün gösterdiği üzere Bediüzzaman'a saldıran nefis, benlik ve şeytanı sıra dışı derecede büyük ve güçlü olmalarına rağmen Bediüzzaman'ın bildirdiği üzere Kur'an hakikatleri karşısında balyozun altındaki cam parçaları gibi tuz buz olacak derecede zelil hale gelmeleri gösterir ki Mesnevi-i Nuriye kitabı dönemimiz insanlarının tamamının akıl, kalp, ruh, nefis ve benliklerini talim ve irşad edecek bir zenginliktedir. Nefs-i emmare, ancak gördüklerine itibar ettiği için Mesnevi-i Nuriye şuhudî bir tefsirdir; hakikatlerin varlığından değil içerdiği güzelliklerini gösterecek şekilde izahlar ve ispatlaınrdan meydana gelir. Bu açıdan aklı gözünde olana da, gözü gaybda olana da bu kitap hitap eder. (Badıllı Tercümesi Mesnevi-i Nuriye, Mukaddeme, Tenbih, İhtar, İ'tizar)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum