Risale-i Nur eğitimi profesör yapıyor

Risale-i Nur eğitimi profesör yapıyor

Çantacı Necmi Ağabey Risale Haber'e konuştu

Röportaj: Ömer Çelebi-RisaleHaber

Çantacı Necmi Ağabey… Kendine has üslubu ile ömrünü hakikat nurlarını anlatmaya adayan ve yetmiş beşini devirmesine rağmen dur durak bilmeyen bir gönül eri ve bir Nur Talebesi… Kamuoyu onu “ahret yok” diyen Şinasi’ye “Şinasi! Oğlum be, doğru sen de yoktun, eskiden bir ‘ıspanaktın’ sonra oldun kocaman Şinasi!…” deyip internette tıklanma rekoru kıran videosu ile tanıdı.

Nurları ilk tanıdığında o kadar aşkla-şevkle bağlanmış ki Çantacı ağabey; arkadaşları hapse girdiklerinde kendisi giremediği için savcılığa “ben de nurcuyum, beni de içeri alın” diye kendisi hakkında suç duyurusunda bulunmuş!

1937 yılında İzmir’in Urla ilçesinde başlayan ve hala devam eden bir hayat serüveni var. Bu koca yılların içine o kadar çok şey sıkıştırmış ki, “Risale-i Nurlarla tanıştığımdan beri camilerde, kahvehanelerde, sinema salonlarında kısacası meyhane hariç her yerde nurları anlatıyorum” diyor.

Çantacı ağabey Risale-i Nur derslerini yaparken dinleyenleri hem güldüren hem de düşündüren bir özelliği var.”Ders yaparken nelere dikkat ediyorsunuz?” şeklinde sorduğumuzda “Nur Talebeleri Risale-i Nur’a ayna olmalı, perde olmamalıdır, havastan çok avamın anlaması daha önemli, dersleri neşe ve coşku içinde yapıyorum” şeklinde cevap veriyor.

Sohbetimiz çok sıcak bir havada geçiyor. Zaten o kadar çok yolculuk yapıyor ki, güçlükle zamanı ayarlayabildik. Zira sohbetimizin akşamı Hatay’a, sonra Sakarya’ya daha sonra Erzurum ve Bayburt’ta, daha sonra ise Kıbrıs’a gidecek. Çeşitli üniversitelerde de konferanslar veriyor. Her anı, her dakikası dolu bir insan…

Geçen sene Ahmet Altan’la olan “odun ve meyve” muhabbetini sormadan da geçemedik. Altan için “Allah onu hidayet nuruyla şereflendirsin” diyor.

“ALLAH ALLAH! BU ADAM BENİ ANLATIYOR”

Risale-i Nur’larla ilk tanışmanız nasıl oldu, kimler vesile oldu?

Gençlik dönemimde bir takım sıkıntılar içindeydim, vesveseler adeta beni esir almıştı. Birçok yere müracaat ettim, tarikatlara girdim, belki faydası olur diye ama aradığımı bulamadım. Bir gün bir kardeşimiz bir ağabeyimizin evinde (Mustafa Birlik-Allah rahmet eylesin) Risale-i Nur dersinin olduğunu söyledi ve oraya gittik, tabi çok heyecanlıydım. Odaya girdiğimizde, bir kardeşimiz hiç unutmam Sözler’den vesvese bahsini okuyor. Bağıra bağıra “Ey vesveseli adam; bilir misin vesvesen neye benzer?...” diye okuyor.  Allah Allah! dedim, bu adam beni anlatıyor. İlk tanışmam böyle oldu.

Hangi tarihlerdi?

İzmir’de 1965 yıllarıydı.

cantaci_necmi2.jpg

“AŞKLA ŞEVKLE OKUYORUM, GECE-GÜNDÜZ OKUYORUM”

Peki daha sonra hizmetleriniz nasıl inkişaf etti, neler yaptınız?
Tabi ben o dersten sonra gidip gelmeye başladım ama o dönemde kitap bulamıyorduk. Erzurumlu kahraman ağabeyimiz Muzaffer Arslan kitap işlerine bakıyordu. Ondan Sözler ve Tarihçe-i Hayat’ı aldım ve doğru dükkanıma gittim. Aşkla şevkle okuyorum, gece-gündüz okuyorum, gelen müşterilere bile bakmıyordum.  O günden beri okuyorum.

“DÜKKÂNIMI ON BEŞ GÜNLÜĞÜNE KOMŞUYA BIRAKIR URFA’YA MEVLİD’E GİDERDİM”

Risale-i Nurlarla tanışmak sizi mutmain etti mi, aradığınızı buldunuz mu?

Tabi ki. Dükkânımı bile bırakıp okumaya gidiyordum.  Cumartesiden gider, salıya kadar gelmezdim, yeğenim Sedat’a bırakırdım. O kerata da açmazdı (gülerek.) Bazen on beş gün boyunca komşuya bırakır, Urfa’ya Üstad’ın mevlidine giderdim.  Bunlarla birlikte daha dört-beş ay geçmemişken konferanslar vermeye başladım.

Nerede konferans veriyordunuz?

Kahvehanelerde, açık hava sinemalarında, gittiğim her yerde bu hakikatleri anlatmaya başladım. Mesela Denizli’ye gittim. Beraberimizde kitaplar da götürdük.  Kahvehanelerde bağıra bağıra anlatırken kardeşlerimiz de ellerinde Meyve Risalesi ile “hocanın okuduğu kitap” deyip dağıtıyorlardı.

“RAHMETLİ SUNGUR AĞABEYLE ÇOK BULUNDUK”

Üstad’ın talebeleri ile görüşebildiniz mi? Kimlerle diyalog içindeydiniz?

Tahiri Mutlu, Mehmet Feyzi, Ahmet Feyzi ve Bayram Yüksel ağabeylerle sık sık görüşürdük. Evime ve dükkânıma misafir ederdim. Allah onlardan razı olsun. Rahmetli Sungur ağabeyle çok bulunduk. Bir keresinde Hacca gitmiştik. Medine-i Münevvere’de hep Mektubat’ı okutturuyordu bana.  Araplar gelip bizi dinliyordu.

“KENDİMİ SAVCILIĞA ŞİKÂYET ETTİM”

Risale-i Nurları tanıdığınız dönemlerde hükümetten baskı var mıydı?

Vardı. Ders okuduğumuz yerler hep gözetiliyordu.  1971 yılında ise aralarında Mustafa Birlik, Fethullah Gülen, Gültekin Sarıgül ağabeylerin olduğu elli dört kişilik grup hapse girdi.

Siz var mıydınız o grupta?

Ben yoktum. Giremediğim diye üzüldüm. Hatta Fethullah hoca haber gönderiyordu “Necmi kardeş İzmir’de durmasın. Ondan da bahsediyorlar, onu da alacaklar” diye.  Ben de alacaklarsa alsınlar, zaten o kadar kardeş içerde ben de girmek istiyorum dedim. Sonra da aldım çantamı gittim savcılığa kendimi şikâyet ettim. Ben “nurcuyum, bu kitapları okuyorum, dağıtıyorum, beni de içeri alın” dedim. Almadı, “seni şahit göstereceğim” dedi. Ve mahkemede şahit olarak bulundum.

“ANNEM VEFAT ETTİKTEN SONRA HAPSE GİRDİM”

Hapse hiç girmediniz mi?

Rahmetli annem hayattayken “aman oğlum dikkat et, Allah korusun, Allah korusun” derdi. Hiç girmedim.  Ama vefat ettikten sonra evimde ders yaparken evimi bastılar ve beni alıp götürdüler. Birkaç ay hapiste yattım. Çıktım, daha sonra bir gün dükkânımda ders yaparken bastılar, yine yattım, yine çıktım. 12 Eylül’ün ertesi günü yine evimi bastılar, yine girdik birkaç ay kaldık yine çıktık elhamdulillah! (gülerek) Bugünlere geldik.

“HER RİSALE MAKAMINDA BİRİNCİDİR”

Risale-i Nur’da sizi en çok etkileyen bahis nedir? En çok hangi risaleyi okuyorsunuz?

Risale-i Nur’un her tarafı insanı etkiler! Hani Üstadımız der ya “şu risale birincidir, ötekine baktım sonra dedim her risale kendi makamında birincidir.” Tuz birincidir, yerine göre; ekmek birincidir yerine göre… Risale-i Nur’un her tarafı beni etkiliyor ama ilk okuduğumda beni en çok etkileyen birinci söz oldu. “Her bir ağaç bismillah der…” bahislerini okuduğumda Allah Allah dedim, acayip oldum yahu (gözyaşları içinde.) Hakikaten ağaç Bismillah demese nasıl meyve verecek?

cantaci_necmi1.20130426091113.jpg

“NUR TALEBELERİ RİSALE-İ NUR’A AYNA OLMALI, PERDE OLMAMALI”

Bütün Türkiye sizi esprilerinizle tanıyor. Özellikle internette Şinasi ile ıspanak muhabbetiniz çok tıklanıyor. Nurları anlatırken esprili bir üslupla hem güldürüyorsunuz hem de düşündürüyorsunuz. Ders yaparken nelere dikkat ediyorsunuz?

Benim metodum şudur: Bakarım cemaatin içinde yeni gelenler veya göze çarpanlar var mı? Bir kişi olsa bile dersi sırf onun için yaparım. Diğerleri zaten dinliyor ve biliyor. Ama onların seviyesinde ders yapmaz ve soğutursanız gider. “Gittim bir şeyler anlattılar ama hiç birşey anlamadım” der ve siz de mesul olursunuz.  Üstadımız da diyor ya, “ders avama göre yapılır. Havas zaten dersini alır. Havasa göre yaparsan avam dersini alamaz ona haksızlık etmiş olursunuz.”

Ayrıca söylediğiniz hakikatlerin açık ve net olması lazım. Mesela kardeşlerden biri ders yapmış. Birinci reşha, ikinci reşha… Yeni gelenlerden biri de bunu “Reşat” anlıyor, demiş “bunlar hep Reşat’tan bahsediyor, niye Fatih’ten bahsetmiyorlar.” Bu doğru değil. Bizim için bir ayıptır yahu. Ne diyor Üstadımız: “Mukteza-i hale mutabakat belağatın tarifidir.” Yani kişinin seviyesine ineceksin. Nasılki Kur’an’ı Kerim bizim seviyemize iniyor. Koskoca ineği gösteriyor bize. “Bakın size bu inekten kan ve gübre arasından safi sütü veriyorum” diyor. Onun için Nur Talebeleri Risale-i Nura ayna olmalı, perde olmamalıdır.

BEN DERS YAPARKEN “YA RABBİ! BENİM BİLGİLERİMİ ONA DA VER” DİYORUM

Her dersin izahlı olması mı gerekiyor?

Tabi ki değil. Risale-i Nur’un izaha ihtiyacı yok! Fakat gelen adamın izaha ihtiyacı var. Bazı kardeşler diyor. İzah etme! Kardeşim, belki senin izah etmeye kabiliyetin yok, beceremiyorsun, sen etme. Bu çok yanlış. Ben ders yaparken “Ya Rabbi! Benim bilgilerimi ona da ver” diyorum.

Üstadımız hakikatleri anlatmak için hamalların kahvehanesine giriyor. Biz her yerde nur anlatacağız hem de bangır bangır. Nane şekeri satan biri her yerde otobüste, trende, sokakta her yerde nane şekerini satmak için durmadan bağırıp adeta “fenafinnane” olmuş. Biz de her yerde bu hakikatleri anlatıp “fenafinnur” olacağız. 

“RİSALE-İ NUR EĞİTİMİ ALMANIZ SİZİ PROFESOR YAPIYOR ZATEN”

Son zamanlarda üniversitelerde birçok konferans veriyorsunuz. Sizi akademik kariyer yapmış bir hoca mı biliyorlar? İlkokul mezunu olduğunuzu inanıyorlar mı?

Efendim, bize araştırmacı diyorlar. Biz araştırıyoruz, sürekli. Birçok üniversitede tanımadığım halde davet alıyorum Rektörlükçe. Orada gençlere anlatıyorum, konumuz da “İnsan ve Kâinat” oluyor. Risale-i Nur eğitimi almanız sizi profesör yapıyor zaten. İlkokul mezunu olmak bir kıstas değil.

“ALLAH AHMET ALTAN’I HİDAYET NURUYLA ŞEREFLENDİRSİN”

Son olarak Ahmet Altan’la bir görüşmeniz oldu ve bu görüşme sonrasında Altan Taraf gazetesindeki köşesinde ziyaretinizi konu aldı. Günlerce konuşuldu. Görüşmeniz nasıl vuku buldu, kısaca anlatır mısınız?

Ahmet’in kardeşi Mehmet Altan’ı önceden tanıyorum. Bir gün telefon açtım. Ondan bahsettik yanımda deyince telefonu ona verdi. Konuştuk, sizi ziyaret etmek istiyorum dedim. O da tabi olur dedi. İstanbul’a geldiğinde yanına gittim. Bizi sıcak bir şekilde karşıladı. Dedim Ahmet Bey; Allah bizi odunlarla besliyor. Şöyle baktı: “Nasıl odunlarla besliyor?” dedi. Dedim “Elma ağacı bir odundur, ama dalından elmalar geliyor. Bu odun bizi bilmez, tanımaz. Elbette elmayı odunla gönderen Rabbimizdir.” Sonra düşündü; arakladım bunu, yazacağım dedi. Ertesi gün Taraf gazetesinde “Odundan meyve” başlıklı yazı yazdı. Allah onu hidayet nuruyla şereflendirsin.