Risale-i Nur hem kelam hem tasavvuf kitabı
İİKV’nin yeni dönemde Risale-i Nur üzerinde yapılmış akademik çalışmalarla ilgili ilk semineri Batman Üniversitesinden Dr. Abdülvehap Erin tarafından verildi.
Erin, bu seminerde Risale-i Nur’da varlık ve mertebeleri konusunda yapmış olduğu akademik çalışmanın sonuçlarını dinleyicilerle paylaşacağını açıklayarak şu görüşleri dile getirdi:
Risâle-i Nûr İslâm düşünce tarihinin en mühim ve iddialı eserlerinden birisi
“Risâle-i Nûr Külliyâtı İslâm düşünce tarihinin son döneminde yazılmış en mühim ve iddialı eserlerinden birisidir. Asrımızı da içine alan oldukça geniş bir etki alanında çağdaş bir İslâmî düşünce ekolü ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla içerisinde ortaya konulan fikir ve düşünceler, büyük öneme sahiptir. Risale-i Nurun tasavvufla ilişkisi güncel olan ve sürekli konuşulan konulardan birisidir. Varlık ve mertebeleri meselesi ise daha çok Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin görüşleri ile birlikte tasavvufa taşınmış ve nazari olarak işlenmiştir. Risâle-i Nûr bir kelam kitabı olmakla beraber aynı zamanda bir tasavvuf kitabı olarak ta tanımlanıyor. Bizzatihi müellifi, Risâle-i Nûru on iki büyük tarikatın bir hulâsası olduğunu belirtmektedir.”
Araştırmacı, “bu çalışma ile özellikle İbnü’l-Arabî ile beraber vahdet-i vücûd geleneği etrafında tasavvufun temel meselelerinden birisi haline gelen varlık ve mertebeleri mevzusunun Risâle-i Nûr’da nasıl ele alındığını tasavvuf ilminin bakış açısıyla ortaya koymayı hedeflediğini; Risâle-i Nûr’da varlıksal anlamda bir tecellî nazariyesinin olup olmadığı; varsa ilâhî tecellînin Risâle-i Nûr’da vahdet geleneğinde olduğu gibi belli düzeylerde ve sistematik olarak ele alınıp alınmadığı; alındıysa bu tecellî/varlık mertebelerinin ne olduğu; vahdet geleneğinde ifadesini bulan tertip ve mertebelerle benzerlik ve farklılıklarının neler olduğu şeklindeki temel husûsları açıklığa kavuşturmayı amaçladığını” belirtti.
Risâle-i Nûr’daki ilâhî tecellî sistematiği
Dr. Abdülvehap Erin, konuşmasında ayrıca Risâle-i Nûr’un varlık görüşünün vahdet-i vücûdun varlık anlayışıyla benzerlik ve farlılıklarını göstermeye çalıştı. Bu çerçevede varlığın başlangıcı, kaynağı, niteliği, boyutları, kategorileri, gayesi, tahavvül ve tekemmülü ve nihayetinde de meâdi ve âkibeti gibi husûslara Risâle-i Nûr’da nasıl îzahlar getirildiğini, Risâle-i Nûr açısından Allah-Kâinat-İnsan İlişkisinin mâhiyetini genel bir çerçevede ortaya koydu.
Konuşmasının başında vücûd ve vücûd mertebeleri kavramlarını ele alan araştırmacı, bunlarla ilgili olan âdem, vücûb ve imkân gibi kavramların gerek tasavvuf düşüncesinde gerekse Risâle-i Nûr’da nasıl ele alındığını gösterdi ve varlık düşüncesinin tevhid telakkîsi çerçevesindeki gelişimine ilişkin bilgilere yer verdi. Ardından Risâle-i Nûr’un varlık görüşünün dayanağı olan bazı mühim kâideleri irdeledi ve Risâle-i Nûr’daki ilâhî tecellî sistematiğini ve bu paralelde varlık mertebelerini tespit etmeye ve bunları vahdet-i vücûd düşüncesindeki tecellî sistematiği ve mertebeler muvâcehesinde ayrıntılı olarak ele aldı.
Gerek vahdet ehline göre gerekse Bedîüzzamân’a göre
Seminerden notlar şöyle:
“Gerek vahdet ehline göre gerekse Bedîüzzamân’a göre; Âlem kendine bakan cihetiyle yok hükmündeyken, onun ancak Hakk’a bakan cihetiyle bir mevcûdiyeti söz konusudur. Mümkün varlıklara varlık adını vermek tecellîye mazhar olmaları şartıyladır. Yani ilâhî isimlere mazhariyet ve aynalık cihetiyledir. Yoksa kendilerine ait bizâtihi bir varlıkları yoktur.
Dolayısıyla her iki taraf da mümkünlerin varlığını Vâcibü’l-Vücûd’a nisbetle değil ancak kendileri bakımından inkâr ederler.
Şu farkla ki vahdet ehli mâsivânın varlığı için hayâl ve vehim tabirlerini de kullanmasına karşın Bedîüzzamân’ın, bu varlığın Vâcib’in nûrundan bir gölge olması yönüyle vehmî bir mertebede olduğunu kabul etmekle beraber ihtiyatlı davranarak -İmâm-ı Rabbânî gibi- mâsivâyı vehmî ve hayâlî olarak nitelemekten kaçındığı görülmektedir.
Kaldı ki vahdet ehline göre de âlemin bir hayâl ve vehim olması kendi nefsi bakımından bir vücûda sahip olmaması cihetiyle ve yine -Bedîüzzamân’ın da işaret ettiği üzere- Vâcibü’l-Vücûd’un vücûduna nisbetle ve kıyasladır.”
Hakikat-ı Muhammedi, Nur-u Muhammedi, Ruh-u Muhammedi
Konuşmasının sonunda Hz. Muhammed’in (SAV) kâinatın yaratılışı ve varlıkla ilişkisine değinen araştırmacı bu konuda şu açıklamayı yaptı:
“Nur-u Muhammedi KÜN emrine ilk mazhar olan şeydir. Ve kâinat ondan yaratılıyor. Kâinata asli çekirdek oluyor. Her şey ondan yaratılıyor. Bunun tamamen bir vasıta ve vesile olduğunu da hatırlamamız gerekiyor. Allah’ın mutlak müstağni olması hasebiyle ona bir ihtiyacı yoktur. Ancak Cenab-ı Hakk hikmetle iş yapar; yaratmayı bir silsile ve sistematiğe bağlar, kâinatı yaratırken de bir silsile takip eder; bir ağacı bile yaratırken bir çekirdek, gövde, dal, budak, yaprak, çiçek, meyve ve meyvenin içinde çekirdek silsilesini takip eder ve çekirdek tekrar bir ağaca menşe’lik eder. Şu koca kâinat ağacı hâkim ismi çerçevesinde böyle bir sistematiğe tabi tutulmamış mıdır? Pekâlâ tutulmuştur. Bu anlamda çekirdek-i asli nedir? Ulûhiyet mertebesinin karşısında bunlar hakikat-ı Muhammedidir; Nur-u Muhammedidir; Ruh-u Muhammedidir. Çünkü kâinat ağacı, gövdesi, dalı, budağı, yaprağı ve çiçeği ile bu çekirdekten yaratılmıştır. Aynı zamanda bu çekirdeğe hariçte meyve libası giydirilmiştir. Nur-i Muhammedi ilerde insan mertebesinde en güzel surette ortaya çıkacaktır. Sadece bununla kalmıyor, o en güzel meyvenin çekirdeği, yani Zat-ı Muhammedinin kalbi bu sefer ebedi ahiret âlemine kaynaklık edecektir. Çünkü kemal-i ubudiyet Hz.Peygamber’de (SAV) ortaya çıkıyor. Bu sebeple kâinatta en büyük hadise, Risale-i Nur’a göre Hadise-i Muhammediyedir (SAV). İnsan açısından en büyük mesele Sünnet-i seniyyeye ittibadır.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.