Risale-i Nur, iman sahiplerine dayanak noktası oldu

Risale-i Nur, iman sahiplerine dayanak noktası oldu

İnsan saray gibi bir bina olsa temeli iman esasları olurdu. İnsan bir ağaç şeklinde olsa, kökü iman esasları olurdu

Ahmet Bilgi'in haberi:

RİSALEHABER-Emirdağ Okulu Ankara Seminerlerinin dokuzuncusunda "Emirdağ Lahikası'nda İman Hakikatleri" konusu işlendi. Semineri sunan İbrahim Akgün, temelin iman esasları olduğunu söyledi.

Akgün, "İnsan saray gibi bir bina olsa temeli iman esasları olurdu. İnsan bir ağaç şeklinde olsa, kökü iman esasları olurdu. İmanın esaslarından en önemlisi Allah’a imandır. İman, insan için bu kadar önemli olduğundan bir insanın en başta elde etmeye çalışması gereken ilim, iman ilmidir. İman ilmi, diğer ilimler arasında “esas” ve en üstün ilim olma mertebesindedir.  İman sadece esasları veya kısımları bir araya toplanmış (icmal) bir tasdikten ibaret değildir, çok mertebeleri vardır" dedi.

Akgün'ün seminer notları şöyle:

RİSALE’NİN İMAN VAZİFESİ NEDİR?

Sıradan mü’minlerin taklidi olan imanlarını, maddeci felsefeden gelen dehşetli ilmi dalaletlerin saldırılarından korumak ve kurtarmak. Bu zamanda emsalsiz dehşetli dalaletlerin saldırıları altındaki sıradan mü’minin imanını şüphelerden ve İslamiyetini hakikatsizlikten ve vesveselerden esirgemek ve muhafaza etmek. Böylece Risale-i Nur, bütün iman sahiplerine bir dayanak noktası oluyor, yakınında ve uzaklarda olanlara dahi, içinde yaşanabilecek ve ele geçirilemez bir kale inşa ediyor. 

TAHKİKİ İMAN VE TARİKATLER

Günümüzde tarikat ve tasavvuf mirasının, Kur’an’ın özü olan iman hakikatlerinden uzaklaşması onu asliyetinden uzaklaştırmıştır. Günümüz tasavvufu, yaşanmaktan çok geçmişte yaşanmış olanla ilgilenmekle, İslam’ı da beraberinde, fiilen yaşanması gerekenden çok, yaşanmış İslam’ı anlatmak gibi tehlikeli yola sapmaktadır. Halbuki özünde tarikatın amacı insanı zikir ve tefekkür yoluyla tahkiki iman seviyesine çıkarmaktır. O halde tasavvufla yalnız tasavvuf olarak değil, iman hakikatleriyle iç içe olarak ilgilenmek daha efdal olsa gerektir. Bunun önemli kaynaklarından biri Risale-i Nur’dur ki aynı zamanda bu yolda usul da temin etmektedir.

BİR SONUÇ: İMAN, DİN İLİMLERİ, FEN İLİMLERİ İLİŞKİSİ

Emirdağ Lahikasından öğreniyoruz ki, İslami ilimler istiyorsak ve bekliyorsak: O ilimlerin iman hakikatleri ile doğmaları ve onunla yoğrulmuş olmaları gerekir. Çünkü her ilim kendi felsefesinin veya hikmetinin merakına hizmet ederken doğar ve o hikmet veya felsefenin doğrularını aramakla hayatta kalabilir. Bir ilmi disiplin, batıl yolla doğup geliştikten sonra onu tamamen ıslah ederek İslami ilim haline getirmek çok zordur, belki imkansızdır. Onun için ilimlerin başından itibaren bir nevi tahkiki iman hizmeti olarak dünyaya gelmeleri ve öyle yetişmeleri gerekir. Din ilimleriyle fen ilimlerinin bir arada olmalarının her halde hakiki yolu, onların saçaklarından birbirlerine bağlanmaları değil, bu şekilde aynı teknede yoğrulmuş olarak doğmalarıdır.  

İMAN HAKİKATLERİ, USUL VE MODEL İNSAN

Bediüzzaman, bunların hiçbirine itibar etmedi. Batının teknolojik üstünlüğü karşısında komplekse veya vehimlere kapılmadı, özenmedi. Taklidi imana dayanan gelenek İslamı veya atalar İslamından medet ummadı, onunla kavga da etmedi. Aklı ve kuvveti israf etmedi. Kendisi İlahi kaynaklara giderek oradan tahkiki iman ve onun gerektirdiği bir hayat tarzı için delil ve usul getirdi. Batının model insanından ve eğitim sistemlerinden bir fayda beklemedi. Bilakis onları etkisiz kılacak

bir mücadele içinde yaşadı. İman hakikatleri üstünden, İslamın çağdaş model insanını tasarladı ve ömrünü,  o model insanı inşa etmekle geçirdi. Geride, iman hakikatleri kökleri üstünde kurulu bir bilgi hazinesi, devasa bir duyuş, düşünüş, davranış ve tefekkür usulü ile hale gelişmekte olan model insanı bıraktı.