Risale-i Nur Lûgatından 3 kelime: Remiz, işaret ve sarahat

Risale-i Nur Lûgatından 3 kelime: Remiz, işaret ve sarahat

Remiz, işaret ve sarahat ne demek? Risale-i Nur'da nasıl geçmektedir?

Nasıl insanın fıtratındaki latife ve cihazlar, letafet ve kesafet bakımından birbirlerinden farklı ve muhtelif ise; aynı şekilde kalpten çıkan manalar da geçtiği ve geçirdiği süreçlere göre letafet ve kesafet bakımından farklılık içerirler.

Mesela; insanın aklı ile kalbi, letafet bakımından farklıdır. Kalp akla nispetle daha latif ve keskindir. Aynı şekilde kalpten çıkan bir mana, lisana gidene kadar latiflikten kesifliğe doğru ilerler. Yani kalpte latif olan mana, lisana varana kadar kesif bir hale dönüşür. Tabi bu süreçte mana çok kırıntılarını ve köşelerini kaybederek lisana varır. Yani kalpte çok zengin ve nurani olan mana, lisana vardığı zaman çok hususiyetlerini yitirmiş olarak varır.

İnsanın kalbindeki mana, ilk olarak hariçteki bir olay ya da herhangi bir uyarıcı tarafından insan kalbinde atıl duran meyilleri uyandırarak harekete geçirir. Meyiller hareket ile kaynamaya başlar. Bu meyillerin kaynaması ile bazı ince ve latif manalar, hava gibi uçuşmaya başlar, bu da aklın ilgi ve alakasını kendine çeker. Bu mana hava gibi ince ve latif olmasından, ancak latif bir cihaz olan akıl ile avlanabilir. Kalbin içi ve derinliği mana açısından en latif ve nurani olan mahaldir. Burada var olan manaları, bazen ne akıl kavrayabilir, ne de lisan ifade edebilir; lakin çok hassas olan vicdan gibi hissiyatlar bunu hissedebilir.

İşte kalp ile lisan arasında bulunan, latif ve kesif manaları tasvir edip, cümle haline çevirmek için, bir çok yöntem ve üslup vardır. Bu yöntem ve üslupta kesif olan manaya kesif levha ve işaret koymak, latif olan manaya da latif ve nurani işaret ve levhalar koymak şeklinde gerçekleşiyor. Yani burada asıl nokta; mana ile mananın elbisesi hükmünde olan lafız ve cümlenin arasındaki ilişki ve bağlardır. Mana latif ise; ona işaret eden lafız ve cümle de latif düşüyor.

Remiz, işaret, ima, sarahat gibi terimler; kalp ile lisan arasında uçuşan manaların başındaki levhaları ve külahları hükmündedir. Her manaya bir levha ya da başına bir külah geçirilmez ise; insanlar o manalardan mahrum kalırlar.

Sarahat: Manası açık ve berrak olan cümle ya da kelimelerdir. Her insan zorlanmadan bu manayı kavrayabilir.

İşaret (İma): Doğrudan doğruya olmadan, hatırlatma suretiyle verilen emir ya da alamete denir. Yani açık ve berrak bir şekilde değil de, biraz daha üstü kapalı; ama anlaşılması müşkül olmayan mana demektir.

Remiz: Güç anlaşılır, manayı gizli ve kapalı bir şekilde söylemek anlamlarına gelir. İşarete kıyasla biraz daha ince ve latif bir ifade etme sanatıdır. Daha ziyade latif ve ince manalara nüfuz eden bir ifade aracıdır.

RİSALE-İ NUR'DAN ÖRNEKLER

Kur'ân-ı Hakîmin kelâm-ı ezelîden gelmesi ve bütün asırlardaki bütün tabakat-ı beşere hitap etmesi hasebiyle, mânasında bir câmiiyet ve külliyet-i harika vardır. İnsandaki akıl ve lisan gibi, bir anda yalnız bir meseleyi düşünmek ve yalnız bir lâfzı söylemek gibi cüz'î değil, göz misillü muhît bir nazara sahip olmak gibi, kelâm-ı ezelî dahi bütün zamanı ve bütün tâife-i insaniyeyi nazara alan bir külliyette bir kelâm-ı İlâhîdir. Elbette Onun mânâsı, beşer kelâmı gibi cüz'î bir mânâya ve hususi bir maksada münhasır değildir. Bu sebepten, bütün tefsirlerde görünen ve sarahat, işaret, remiz, îma, telvih, telmih gibi tabakalarla müfessirînin beyan ettikleri mânâlar, kavaid-i Arabiyeye ve usul-ü nahve ve usul-ü dine muhalif olmamak şartıyla, o mânâlar, o kelâmdan bizzat muraddır, maksuddur. (İşârâtü'l-İ'câz)

Nev-i beşerin bir rub'unun başına reis olarak geçen ve nev-i beşerden nev-i melâikeye bir cihette intikal eden ve arzı bırakıp semâvâtı vatan ittihâz eden hârika bir ferd-i insanın bu hârika vaziyetleri kanun-u tenâsülün hârika bir suretini iktizâ ederken, kanun-u tenâsülün şüpheli, meçhul, gayr-ı fıtrî, belki ednâ bir tarz ile o kanun içine almak, hiç yakışmadığı gibi, hiç mecburiyet de yoktur. Hem sarâhat-i Kur'âniye te'vil kaldırmaz. Yüz cihette zedelenen kanun-u tenâsülün tâmiri hesâbına hiçbir cihette zedelenmeyen ve tenâsülün hâricinde bulunan kanun-u cinsiyet-i melek, hem kanun-u sarâhat-i Kur'âniye gibi kuvvetli kanunlar nasıl tahrip edilir. (Dokuzuncu Lem'a)

İşte bu kerametkârâne ihbar-ı gaybî nev'inden Gavs-ı Âzam (k.s.) dahi, Hizbü'l-Kur'ân'dan işârî bir surette haber verdiği gibi, hizbü'l-Kur'ân'ın bir hadimi olan bu biçare Said'i (r.a.) iki yerde sarahaten haber veriyor. Müphem ve mutlak bırakmadığının sırrı budur ki: Bu biçare Said, makam sahibi olmamışken ve büyük değilken ve mutlak tâbiri teşhis edecek bir teşahhus yokken, lütf-u İlâhî ile, büyük bir makamın hizmetinde bulunmasıdır. Adeta bir nefer iken, müşîriyet makamı hizmetinde bulunmasıdır. İşte küçüklüğü ve ehemmiyetsizliği içindir ki, Hazret-i Gavs, öteki evliyaya muhalif olarak yalnız işaretle kalmayıp, sarahat derecesinde parmağını onun başına basıyor. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî)

Evet, وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ اْلأَنْفُسُ وَتَلَذُّ اْلاَعْيُنُ ("Orada canların çekeceği, gözlerin zevk alacağı herşey vardır." Zuhruf Sûresi, 43:71.) âyetinin sarahat-i kat'iyesiyle, insan, en ziyade ünsiyet ettiği ve dünyada nümunesini tatmış olduğu cismanî lezzetleri Cennete lâyık bir tarzda görecek, tadacak. Ve lisan, göz ve kulak gibi âzâların ettikleri hâlis şükürler ve hususî ibadetlerin mükâfatları, o uzuvlara mahsus cismânî lezzetler ile verilecektir. Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan, o derece cismanî lezzetleri sarih bir surette beyan eder ki, başka te'villerle mânâ-yı zâhirîyi kabul etmemek imkân haricindedir. (11. Şua)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum