Risale-i Nur Sistemi
Risale-i Nur sistemi nedir? Nur camialarında nasıl bir sistem işlemektedir? Bediüzzamanın sistem bakışı nasıldır? İşte cevabı
1.GİRİŞ
a) Risale-i Nur’da Sistem
Risale-i Nur Külliyatında toplam 42 yerde sistem kelimesi geçmektedir. Bediüzzaman Said Nursi, bazen, talebelerinin şahsında örnek gösterdiği meziyetlere ve hizmet uygulamalarına “sistem” demiştir. Bazen de kainatta cari olan adetullaha/sünnetullaha sistem demiştir. Mesela; Zübeyir sistemi, Hafız Ali sistemi gibi. Bir taraftan sadakat ve dirayeti, şefkat ve uhuvvet içinde meşvereti tesis ederken, diğer taraftan mahviyet ve tevazuda sistem olmuşlardır.
Risale-i Nur, kendi içinde bir sistemdir, bir bütündür, mütemmim cüzler kabilinden, bir ahengi temin eden parçaların bir araya getirdiği bir külliliktedir, bir külliyattır. Risale-i Nur; kalbin, aklın, vicdanın, ruhun ve hislerin, imanla hayat bulduğu bir zeminin sistemini kurmuş, günümüze has fıtri ihtiyaçlara cevap niteliğinde ve her meseleyi asrın idrakine göre değerlendirmiştir.
Bu asrın idraki; fen, sanat ve marifettir. İlim ve hakikattir. Ehliyetin, ihtisasın, profesyonelliğin bir hakkı vardır. Kabiliyetlerin dili, ”istidad-ı fıtri” kabul edilmektedir. İrşat ve inkişaf; fen, sanat ve belagatle mümkündür. Bu asrın hususiyeti, bunu gerektirmektedir. Bu zamanda, ancak marifet ve muhabbetle bunu tesis edilebilir.
Şahıs yerine heyet, cüz-i irade yerine ortak akıl, hâkimiyet yerine hikmet, mazi yerine istikbal, cehalet yerine sanat ve fen, fakirlik yerine maddi ve manevi zenginlik, ihtilaf yerine ittifak tesis edilecekse, bu, vicdanlarda müesses ve mana bulmuş ihlasla mümkündür. Bunu, harekete geçirecek olan da, şefkat ve tefekkür içinde zamanın yeteneğini dikkate ve fıtratların fıtriliğini göz önüne almak ve meşru taleplerin makul planlamasını yapmaktır.
Bütün bu seyrin, ana dürbünü müspet harekettir. Pozitif kalmak, pozitif bakmak ve pozitif yaşamaktır. Yani incitmeden, kırmadan, tabana mal edilmiş, herkese değer verilmiş bir vasatta müşavere ve müzakere ile mümkündür. Bu yapının tesisi, binlerce yeteneği hizmetin aktif birer ferdi ve iştirakin 3’ten 111’e çıkaran sırrına ulaştıracaktır. Bütün bu teorik doğrular ve esas ifadeleri Risale-i Nur’da vazıhan zikredilmiş bütünlük, “bir vücudun azaları” olmak, “bir fabrikanın çarkları” mesabesinde müttehit ve müttefik olmak nasıl başarılacaktır?
b) Uygulamadaki Mevcut Durum
Bugüne kadar, mevcut potansiyelin ve Nur camiasının, içini ferahlatacak derecede ve yeterince dört elle sarılarak bu gayrete girdiğini, birden fazla elin üst üste ve iç içe sahiplenip iyi bir tesanüd örneği gösterdiklerini söylemek kolay olmasa gerek? Herkes bundan muzdariptir. Bir iç kanama geçirildiğini söylemek, ağır bir ruh tarifi olmayacaktır. Ümitlerin kıskaca alındığı, zihni muhayyilenin daraldığı, şevk kanallarının gıybet ve suizanla tanıştığı bir süreci, bugün değil yıllar yılı, kendine has dönemlerin bahanesiyle harekete geçirildiği ve kontrol mekanizmaları ile hizmetin belli şahıslarda kontrol altında tutulduğu da bir vakıadır.
Zamanın fıtri seyri, dün itibariyle kifayetsizlikler ve imkânsızlıklar ile iletişimsizliklerden kaynaklanan aşırı merkeziyetçi ve imtiyazlı bir hal, belki bir derece kabul edilebilirdi. Ya da “adem-i vasiye olan ihtiyaç” bugün kadar belirgin değildi. Ama şimdi, genç Saidlerle övünmenin, “Sizi tevkil ediyorum.” diyen Bediüzaman Said Nursi’nin güven duyduğu her talebesine, mensubuna, şevk ve destek vermenin vakti gelmiştir.
“Acaba görevim bitmiş midir?” diyen Bediüzzaman Said Nursi, kemal-i sürurla geriden gelecek olan Nur Talebelerine hizmeti tevdi etmiştir. Hizmetin tevdi edildiği şahıslar değil, heyetlerdir. Yani şahs-ı manevidir. Şahs-ı nevi değildir. Eğer bir yerde şahıslar lehte veya aleyhte fazla konuşuluyorsa, pratik tarifiyle bir şahsiyetçilik sıkıntısı yaşanıyor demektir.
Sonrasını beğenmeyen, kendini beğeniyor demektir. Görev devretmeyi bilmeyen, kendini nazarda tutuyor demektir. Yeni kabiliyetlerin, yani haleflerinin kendisini geçmesine müsaade etmeyen, onlara yol açmayan ve gerektiğinde emanetleri hizmetin hukuku içinde devretmeyen seleflik olur mu? Halefin selefi geçmesi, inkişaf ve inşirah için şart değil midir?
Bu hizmet, saygı ve tecrübeyi, hizmet edenlerin nafakasını, maddi ve manevi varlıklarını, bugüne kadar fazlasıyla korumuş, sahip çıkmış, hatta şahsi imtizaçsızlıklarını ve beşeri hallerini bile büyük bir olgunlukla hoş görmüştür. Fakat fertler bazında, yaşanan sıkıntılarda ve maruz kalınan yanlışlıklarda, aynı olgunluğun, aynı kucaklayıcı muhabbetin ve aynı şefkat zemininin yeterince tesis edildiği söylenemez.
Eğer selef halefini yetiştirseydi, daha enerjik, genç, yeni şartları okuyan ve şevkle gayret eden bir nesli işbaşında gören seleflere, sadece dua etmek, müzaheret etmek, şevk vermek, ikram ve letafetle sahip çıkmak düşerdi. Bugün, böylesi bir genç kuşağın, yeterince yetiştiğini, meselelerin sahibi olduğunu ve tecrübe ile yorgunluğun verdiği asabiyetin olmadığını kimse söyleyemez.
Peki çare nedir ve ne yapılması gerekiyor? Evvela, Risale-i Nur sistemi ile düşünmek ve hayata mal etmek gerekiyor. Hizmet hayatının şahıs merkezli bir tahakküm ve imtiyazdan çıkması gerekiyor. Bunun tesisi için muhabbet ve tefekkür içinde, şahıs merkezli düşünmekten, saygının ve özel hukukun verdiği hissiyattan bağımsız bir ruh hali ile beraberce, ortakça ve müzakere üslubunun geleceğe matuf çareleri babından düşünmek ve konuşmak gerekmektedir. Bu anlamda, hizmetin şahs-ı manevisi, bir müessese ve bir bina, bir merkez ve etrafındaki bir hâkim grubun veya sınırlı şahısların etkisiyle gerçek hüviyetine kavuşamaz.
Şahs-ı manevi bir ruhtur, ruh-ı kâmildir, cemaattir. Her ferdin ve hissedarın kendini hür ve rahat hissettiği nûrânî, kalbî ve vicdânî bir insibağdır (boyanmadır). Her şeyden önemlisi ihlas ve adalet üzerine tesis edilmiştir. Gıybet ve münâferet doğuracak hal ve telkinlerden uzaktır. Kutsi şahısların merkez olduğu ya da kesb-i imtiyazın hâkim olduğu bir aile baskısı değildir. Büyüklerin lâyüs’el (sorgusuz) ve her yaptığında mazur görüldüğü, tevil edildiği ve ihtilafların buhar kazanı gibi içten içe hizmet makinesini tahrip ettiği bir küçülmenin, ehliyetsizliğin, ısrarın ve dayatmanın asla adı değildir.
Evet zihinleri açmaya ve kalpleri muhabbetle sarmaya çalışmak, istikamet üzerinde meşveretle yol almak, terakki dünyasının maddi ve manevi surette bizler için de geçerli olduğunu görmek ve yaşamak gereklidir. Bunlar nasıl gerçekleştirilecektir? Bir muvaffakiyet orduya verilecekse, bir başarısızlık da başa verilecekse, sıkıntıların tahlilinde daha sağlıklı düşünüp, ona göre tedbir almak gerekmez mi?
“Biz daha iyi biliriz.” yaşanarak hissedilse, “Ben daha iyi bilirim.” tecrübesinin baskıladığı, her defasında tahakkümün ve kendine has fıtrat dayatmasının hâkim olduğu bir meşrep/fıtrat daralmasından kurtulunmuş olmayacak mıdır? Sonra şeffaf olunmak zorundadır. Kendisine abi/ağabey denen hiçbir yaş ve seviyedeki insanların, ikna odalarında, şahıslar aleyhine veya hizmetin umumi çarkında görev alan başkaları, yani kardeşleri aleyhine, gizli, hususi ve önceden planlanmış bir mizansenle soru cevap türünden gıybet ve aleniyet ile tek taraflı itham etme, endişe uyandırma, şevk kırma hüsn-ü zanları tahrip etme hakları var mıdır?
Kulis denen, tek yönlü iddialar karşısında, adalet terazisi muhatabını da dinlemeden nasıl işleyecek? Üstelik bunun bir hizmet namına, güya hizmetin selameti adına, yıllarca alışılmış bir Anadolu turları ve dedikodu mekanizmaları ile bizzat saygı duyulan, hizmetin müktesebatı kendilerine emanet edilmiş, hatta gıybetini ettikleri insanların bile emeklerinin ve hizmetteki desteklerinin kaynağı ile harcama ve israf yapanlarla nasıl bir usul, ahlak, adalet ve şefkat tesis edilecektir? Kim bunun şahidi olduğu bir vaka ve gıybet zeminine şahit olmuşsa ve tek taraflı vicdanını kanatma pahasına sessiz kalmış ya da hissin verdiği tarafgirlikle mevzi almışsa, bunun kimseye hiçbir hayrı olmayacaktır. Bu mevzuda taraf kabul edilenlerin ya da öyle algılananların derhal hizmet zeminini yeni kabiliyetlere devretmeleri gerekir. Aksi halde her defasında birinin/birilerinin kabiliyetleri ve muvaffakiyetleri tasfiye edilmesinden öteye geçilemeyecektir. Bunun çaresi, birisini haklı, diğerini bühtanla yaralamak, şahıs merkezli toplanmalar ve öbeklenmeler değildir.
Yanlış ve huzursuzluk varsa herkes bundan mesuldür. Eğer mevcut mekanizmada zorluklar varsa ve gayretler sınırlıysa, kimse neticelerden memnun değilse, bunun öncelikle mesulü görev alan ve hizmeti birinci derecede uhdesinde tutan kişi ve heyetlerdir.
Hizmet edenlerin mutlaka hesap vermeyi, şeffaf olmayı, yeni hizmet alanları ile yeni kabiliyetleri hizmetin içine almayı sağlamaları gerekir. Bunun yerine kendi mazeretlerine sığınan, başkasını butlan (batıl olmak) ile ittiham eden (suçlayan), ehliyetsizliğini sürekli cemaat içinde yeni sürtüşme ve taraftarlarla inkıraza götüren bir ruh haline ve bu güne kadar defalarca denenmiş sıkıntı veren mizaç dayatmalarına asla müsaade edilmemelidir.
Hep birlikte vakit geçirilmeden nefis muhasebesi yapılması gerekir. İftihar vesilesi olan parlak hizmetlerin şükrü içinde yaşanan sıkıntıları da göz ardı etmeden hal çareleri bulunmalıdır. Bunun yolu da meşveret sisteminin sağlıklı işletilmesinden geçmektedir.
Risale-i Nur sistemi, hizmetin külli hukuku ve şahs-ı manevinin tezahürü ile vücut bulacaksa, bunun ilk ve yegâne kapısı meşveret-i şer‘iyedir. Bu da ortak aklın, ihtisasın, ihlasın ve tensibin, telkin ve baskılardan uzak, endişe ve gıybetten ari bir yapı içinde hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır.
Yazının devamı RİSALE AKADEMİ’de