Risale-i Nur'a attığı iftira ile maskara durumuna düştü
Risale-i Nur Dayanışma Platformu’ndan Osman Ünlü'ye tepki
Risale Haber-Haber Merkezi
İlahiyatçı Osman Ünlü’nün Said Nursi, Mehmet Akif ve Elmalılı Hamdi Yazır hakkında TGRT FM’de yaptığı hakaretlere bir cevap da Risale-i Nur Dayanışma Platformu’ndan geldi.
Platform, Ünlü’nün “haddini aştığını”, her üç isimle ilgili yaptığı yorumların yanlış ve eksik olduğuna dikkat çekerken, Risale-i Nur ile ilgili sözlerinin ise Ünlü'yü “maskaraya” düşürdüğüne yer verildi.
Açıklama şöyle:
Uzun yıllardır milletimize ve ehl-i imana faydalı yayınları ile iştihar etmiş Türkiye Gazetesi’ne ait Radyoda, 19 Eylül tarihli İslam ve Toplum programında, ülkemizin yetiştirdiği nadide ilim adamlarından Bediüzzaman Said Nursi, Elmalılı Hamdi Yazır ve Milli Şairimiz M. Akif Ersoy hakkında mesnetsiz bir bazı tezviratlar mevzubahis olmuştur.
1. Ülkemizin maneviyatının derin sadmelere uğratılmaya çalışıldığı ve İslami şeairin yok edilmeye çalışıldığı dönemlerde, İslam ve İman uğruna her türlü çileyi göğüsleyen ve bu uğurda, ölüme meydan okuyan bu nadide şahıslara söz söylemek, en kısa ifadesiyle haddi aşmaktır. Allah indinde mesuliyeti vardır.
2. Ortaya atılan ana iddia olan bu üç büyük alimin güya bulundukları dönem itibariyle Cennetmekan Abdulhamid Han’a karşı muhalefet ettikleri ifadesidir ki, bu iddia Bediüzzaman ve Elmalılı hakkında iftira, Mehmet Akif hakkında ise insafı aşan bir yorumdur.
İlk olarak, Bediüzzaman’ın 1907’de neşrettiği bir nutkunda "Yaşasın, yaraları tedavi etmek fikrinde olan halife-i Peygamberî" diye vasıflandırdığı Abdulhamid Han hakkında tamamen bu manaya zıt bir beyanda bulunması akıl haricidir. Bediüzzaman o dönemde şurayı ve meşvereti esas alan cumhuriyet idaresini benimsediği için, Abdulhamid’in mecbur kalarak uyguladığı baskı rejimine dair bazı ifadeleri vardır. Bu ifadeler de o dönemin bir kanaat önderi olarak gayet normaldir. Konunun detaylarını ve Bediüzzaman’ın hayatta iken talebelerine bu konu ile ilgili hazırlatıp neşrettirdiği ifadeleri Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün Bediüzzaman Said Nursi ve Sultan Abdulhamid Han isimli makalesine havale ediyoruz.
Aynı programda Elmalılı için de benzer mesnetsiz iddia yer almıştır ki, Elmalılı o dönemde ne şeyhülislam ve ne de fetva eminiydi. Dolayısıyla Abdulhamid Han için hal fetvası vermek gibi bir misyonu yoktu. Tarihçi Mustafa Armağan’ın da ifade ettiği gibi meselenin esası şudur: Kendisinden fetva istenen Fetva Emini Hacı Nuri Efendi, fetvayı vermeye yanaşmamış, suçlamaları (31 Martı tezgahlamak, dini kitapları tahrif edip yaktırmak ve devlet hazinesini saçıp savurmak) kabul etmemiş, Padişahın kendisinin çekilmesini uygun bulmuştu. Ancak sarıklı milletvekillerinden Mustafa Asım Efendi, Hacı Nuri Efendi’ye eğer fetvayı vermezse İttihatçıların Abdülhamid’i öldürecek kadar gözlerinin dönmüş olduğunu söyleyip razı etmiştir. Merhum Elmalılı sadece hal fetvasının müsveddesini yazmıştır. O kadar.
Son olarak, M.Akif’in Safahat’ında, Abdulhamid Han hakkında bazı olumsuz görüşler mevcuttur. Lakin bu zatın da istiklal mücadelesinde sergilediği kahramanlıklar, halkı düşmanla mücadeleye sevkeden hutbeleri ve davası uğruna yardan serden geçerek memleket memleket dolaşması gibi fedakarlıkları, bu hatasını telafi etmekle beraber, bir İslam kahramanı olarak hatıralarımıza nakşetmiştir.
3. Radyo programında konuşan bu zatın asıl işlediği cürüm ise güya kendisi de Risale-i Nur Külliyatı’nı okuduğu ve bu eserleri okuyanların dinden uzaklaştığı yönündeki herzekarane ifadelerdir ki, ne akılla, ne mantıkla, ne de vicdanla telif edilmesi mümkün değildir. Çünkü bu eser bir dönem okunup da sonra rafa kaldırılan alelade bir eser değil, artık dünyaca kabul görmüş, günümüzde yediden yetmişe milyonlarca okuyucusu bulunan bir İslami temel kaynak eserdir. Bu kadar intişar etmiş bir eser hakkında şimdiye kadar kimsenin iddia etmeye cür’et etmediği bu tezviratları söylemek, efkar-ı ammede maskara durumuna düşmekten başka birşey değildir.
4. Zamanın millet meclisinde Avrupa özentisi ile İslami şeaire karşı başlayan lakaytlığa karşı mecliste namaz ile ilgili: "Meclis-i Alî'nin şahsiyet-i maneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle mana-yı saltanatı deruhte etmiştir. Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mana-yı hilafeti dahi vekâleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç fakat an'ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacat-ı ruhiyesini unutmayan bu milletin hacat-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse, bilmecburiye mana-yı hilafeti, tamamen kabul ettiğiniz isme ve lafza verecek. O manayı idame etmek için kuvveti dahi verecek." diyerek hem kerametvari bir şekilde Şeyh Said ve benzeri hadiselerin temelinde yatan "dinin ülkede yok edilmeye çalışıldığı" fikrini görüp uyarmış hem de İslam’ın ananesine sahip çıkmanın meclisin görevi olduğunu kahramancasına savunmuştur.
Radyoda program yapanlar bu ifadeleri bilmeden cahilce Bediüzzaman’ın şov yaptığını söyleyerek emr-i bil maruf’u şov diye isimlendirip indi İlahi’de ciddi bir mesuliyet altına girmişlerdir. Kaldı ki devamında uydurdukları güya Abdulhakim Arvasi’ye isnad edilen kıssa da kendilerinden menkul diğer bir mesnetsiz tezvirattır.
Netice olarak; bir insan, hele ki belli bir takipçi kitlesi varsa ve hele hele umuma açık bir programda konuşuyorsa konuştuklarına dikkat etmeli, takipçileri nazarında kendisi için biçtikleri o makamı muhafaza etmeye çalışmalı ve mesnetsiz konuşmamalıdır.
Bu radyo programı hakkında radyo yönetiminin bir adım atmasını ve hakikatleri neşrederek, bu hatayı telafi etmelerini umum nur talebeleri adına talep ediyoruz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.