Risale-i Nur’a neden önem veriyorlar?
Günlük Risale-i Nur dersi
Bismillahirrahmanirrahim
Suâl: Bütün kıymettar kitaplar içinde Risâle-i Nur, Kur'ân'ın işaretine ve iltifâtına ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anhın takdir ve tahsînine ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) teveccüh ve tebşîrine vech-i ihtisâsı nedir? O iki zâtın kerâmetle Risâle-i Nur'a bu kadar kıymet ve ehemmiyet vermesinin hikmeti nedir?
Elcevap: Malumdur ki, bâzı vakit olur bir dakika, bir saat ve belki bir gün, belki seneler kadar; ve bir saat, bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur.
Meselâ, bir dakikada şehit olan bir adam, bir velâyet kazanır ve soğuğun şiddetinden incimâd etmek zamanında ve düşmanın dehşet-i hücumunda bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir.
İşte aynen öyle de, Risale-i Nur'a verilen ehemmiyet dahi,
zamanın ehemmiyetinden,
hem bu asrın Şeriat-ı Muhammed’iyeye (a.s.m.) ve şeâir-i Ahmediyeye (a.s.m.) ettiği tahribâtın dehşetinden, hem bu âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden,
hem o fitnelerin savletinden mü'minlerin îmanlarını kurtarması noktasından, Risâle-i Nur öyle bir ehemmiyet kesb etmiş ki; Kur'ân, ona kuvvetli işaretle iltifat etmiş ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh üç kerâmetle ona beşâret vermiş ve Gavs-ı Âzam (k.s.) kerâmetkârâne ondan haber verip, tercümanını teşcî etmiş.
Evet, bu asrın dehşetine karşı taklidî olan îtikâdın istinad kal'aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan, her mü'min, tek başıyla dalâletin cemaatle hücumuna mukâvemet ettirecek gâyet kuvvetli bir îmân-ı tahkîki lâzımdır ki dayanabilsin.
Risâle-i Nur bu vazifeyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzûmlu nâzik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakâik-ı Kur'âniye ve îmâniyenin en derin ve en gizlilerini, gâyet kuvvetli bürhanlar ile ispat ederek; o îmân-ı tahkîkiyi taşıyan hâlis ve sâdık şâkirtleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde, hizmet-i îmâniye îtibariyle âdetâ birer gizli kutub gibi, mü'minlerin mânevî birer nokta-i istinâdı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mâneviye-i îtikadlan cesur birer zâbit gibi, kuvvet-i mâneviyeyi ehl-i îmânın kalblerine verip, mü'minlere mânen mukâvemet ve cesâret veriyorlar. (Mektubat sh. 450)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
BÜRHAN : Birşeyi ispatlamak için kullanılan kesin delil, ispat vâsıtası.
FİTNE : Ahlâkta ve cemiyet nizâmında azgınlık ve bozgunculuk; azdırma, baştan çıkarma, karışıklık.
GAVS-I ÂZAM : Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerinin nâmı. En büyük Gavs, evliya.
HÂLİS : Hilesiz, katıksız, saf, duru; her işi sırf Allah rızâsı için olan.
HİKMET : Felsefe, ilim; gayeli olma, faydalılık.
İHTİSAS : Hissetmek. Sezmek. Duymak. Duygulanmak. Hislenmek.
İLTİFAT : İlgi gösterme; lütuf, ikram, bağış.
ÎMÂN-I TAHKİKÎ : İnandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz îmân, şuurlu ve tahkiki îmân.
İNCİMÂD : Donma, buzlanma, katılaşmak.
İSTİÂZE : Şeytandan Allah'a sığınma.
İSTİNAD : Dayanma, güvenme.
İTİKAD : İnanmak, inanç, gönülden tasdik ederek inanma.
KAL'A : Kale.
KARYE : Köy.
KERÂMET : Allah'ın ihsanıyla velîlerin gösterdikleri adet dışı, olağanüstü haller.
KESB : Çalışmak, emek sarf etmek, işlemek, yapmak, kazanmak.
KUTUB : Evliyalar içersinde zamanın en büyük mürşidi olmak.
KUVVE-İ MÂNEVÎYE-İ ÎTİKAD : İnanmaktaki mânevî kuvvet.
MÂLÛM : Bilinen.
MUKAVEMET : Dayanma, karşı koyma, direnme, direnç.
NOKTA-İ İSTİNAD : Dayanak noktası, dayanma yeri.
SÂDIK : Doğru, bağlı.
SAVLET : Saldırı.
ŞÂKİRT : Talebe, yardımcı.
ŞEÂİR : Alâmet; İslâmın alâmeti olan şeyler. (Dînî kıyâfet, ezan, kurban gibi.)
ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE : Hz. Muhammed'in (a.s.m.) Allah'tan getirdiği İslâm dîni.
TAHRİBÂT : Yıkımlar, bozmalar.
TAHSİN : Beğenmek ve alkışlamak, güzelleştirmek, iyi ve güzel bulmak.
TAKLİDÎ : Bakarak, benzeterek yapmak. Taklit edilen.
TEBŞİR : Müjdelemek.
TERCÜMAN : Tercüme eden, çeviren.
TEŞCÎ : Cesâret verme, şecaatlandırma.
TEVECCÜH : Yönelme, sevgi, ilgi.
VAKİT : zaman.
VECH : Yüz, çehre, surat, tarz, üslûp
VELÂYET : Velîlik, velî olan kimsenin hâli.
ZÂBİT : Subay, askeri kumanda eden rütbeli asker, kuvvetli, yavuz; zabteden.