Nizamettin MELİKOĞLU

Nizamettin MELİKOĞLU

Risale-i Nur’da mevzû Hadîs konusunda yapılan bir değerlendirmeyi tenkide reddiye

Risale-i Nur ağırlıklı olarak Kur’ândaki kevnî/kozmolojik, usulî ve imânî konulu ayetleri tefsir eden bir eser olarak bilinir. Ancak biraz daha detaylı bir araştırma yapmak isteyenler veya Risale-i Nurları düzenli bir şekilde okuyanlar, Risale-i Nurların tefsir ilmi dışındaki diğer islamî ilimlerin, hususan hadîs ilmine ait sahada da çok ciddi analizlerinin olduğunu rahatlıkla göreceklerdir.

Örneğin Bediüzzaman hazretlerinin 5. Şûa adı altında Cumhuriyetin ilanından önce neşretmiş olduğu kıymetbaha eseri, hadîs usûlu ilminde derinleşme isteyenler için olmazsa olmaz mesabesinde bir eserdir. Müteşabih hadîslere getirmiş olduğu metodolojik yaklaşım veya bu alanı bugünün nazarıyla anlamak için ortaya koymuş olduğu usûl ilmine ait prensipleri nazara almayan insanlar, Bediüzzaman hazretlerinin tabiriyle müteşabih hadisleri ‘Akıl kabul etmiyor’ deyip imanları tehlikeye giren avamı kurtarmak[1] adına yapabilecekleri hiçbir şey yoktur.

Kısaca Bediüzzaman Hazretleri kendi ilmi otoritesinin derecesini ortaya çıkarmak mânâsında değil, imânları şüphe ve vehim asrı denmeye seza olan bu asırda alimlerin dahi imânî ve usûlî noktalarda imânlarını sarsabilen şüpheleri defetmek için bu eserini telif etmiştir.  Risale-i Nur’un farklı yerlerinde yapılan hadîs usûlu ile ilgili analizler biraraya getirildiğinde günümüzde hadîs ilminde tetkik ve tahkikat yapmak isteyenler için kıymetli bir rehber eser ortaya çıkacağı şüphelerden varestedir.

Bu risalede veya umumi olarak Risale-i Nurda geçen hadîslerin sıhhat derecesi ve hadîs ilmine taalluk eden analizlerle ilgili ileri-geri bazı değerlendirmeler yapılmıştır. Bu değerlendirmelere geçmeden önce Bediüzzaman Hazretlerinin hadîsleri kabul kriterlerine kısaca göz atmakta fayda vardır;

1-Cumhur-u muhaddisînin kabul ettiği hadîsleri rivayet etmiştir.

2-Müteşabih hadîslerin mânâ ve tevillerinin anlaşılmamasından ötürü bu hadîslere karşı gelişen inkarcı yaklaşımı ta’dil etmek için bu hadîslere yaklaşım metodolojisini tespit ederek, islâm tarihinde veya bu zamanda vukûa gelmiş ve tevili adeta gözle görülür hale gelen, hâdiselere tam mutabık çıkan hadîsleri rivayet etmiştir.

3-Fazâil-i amâl konusundaki rivayetlerin akla ve hakikate mutabık tevillerini usûl ilmi kaideleri çerçevesinde yaptıktan sonra insanların bu hadîsleri anlamalarına yardımcı olup yersiz şüphelerini gidermeye yardımcı olduğu gibi, bu hadîslerin üzerindeki zann ve şüphe bulutlarını dağıtıp terğîb ve terhîb makamında söylenen hadîsleri telef olmaktan muhafaza etmiştir.

4-İbn-i Cevzî’nin şiddetli tenkitleriyle mevzû’ kategorisine konan hadîslere mevzû’ demek yerine bu konuda Cumhur-u muhaddisînin görüşlerini tercih etmiştir. Ancak İbn-i Cevzî’nin islâmiyete hizmet adına yapmış olduğu veya göstermiş olduğu reflekslerini de övmüştür.[2] Yani Bediüzzaman Hazretleri İbn-i Cevzî’nin (Ö:691/1350) çok değerli çalışmalara imza attığının farkında olduğu gibi, hadîsleri kabul kriterleri Cumhur-u muhaddisînle çeliştiği zaman veya hadîsleri tenkidinde mübalağa veya şiddet gördüğü zaman Cumhurun görüşünü tercih etmiştir.

Bu da Bediüzzaman Hazretlerinin hakikati bulma sürecinde ne kadar ince düsturlarla hareket ettiğinin bariz bir kanıtıdır. Hatta bu hareket metodunu içtimai hayatta, siyasette vs. bütün alanlarda muhafaza etmeye azami derecede gayret göstermiştir.

Bediüzzaman Hazretlerinin tahlil ettiği müteşabih hadislerin kimisini İbn-i Cevzî mevzû’ şeklinde kategorize etmiştir. Daha sonra İmam Suyûtî , İbn-i Salâh, İbn-i Hacer, Ez-Zehebî gibi allameler ise hakikati arama noktasında gösterilen bu ilmi refleksin her konuda başarılı olmadığını telif etmiş oldukları eserlerle ispat etmişlerdir. Örneğin المعقبات/el-Muakkebât[3] adlı eserinde İmam Suyûtî (Ö:911/1505) İbn-i Cevzî’nin mevzû’ diye kategorize ettiği hadîsleri yakın takibe alıp tabiri yerindeyse katledilmekten kurtarmıştır.

Bediüzzaman Hazretleri böyle bir arka planı çok iyi bildiği için Cumhur-u ulemânın yanında yer almayı, yaptığı zaman ve zemine muvafık ve mutabık olan isabetli tevillerini de gerekçe göstererek tercih etmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman Hazretleri rivayet ettiği hadîsler hakkında;

1-Cumhur-u ulemânın yanında yer almıştır,

2-Nakletmiş olduğu hadîsler zaman ve zeminle yüzde yüz oranında örtüştüğünü gördüğü için her ne kadar kimi hadîsçiler tarafından cerh edilmişlerse de işin kolaycılığına kaçıp bu hadîsleri bu asrın insanına doğru tevilleriyle anlatmaktan çekinmemiştir. Dolayısıyla bu asrın insanına gerekli olan narrativ bilgilerin aktarımının doğru tevil edilerek yapılması görevini profesyonelce yaptığını rahatlıkla söylemek mümkündür.

Bediüzzaman Hazretleri yukarıda da belirttiğimiz gibi sadece tefsir ilmine ait değil, hadîs ilmi, hadîs usûlu ve diğer ilimlere ait son derece değerli analizleri yeri ve makamı geldiğinde yapmayı ihmal etmemiştir. Sadedinde olduğumuz konu ile alakalı olarak mevzû’ hadîsin tanımını doğru bir düzleme oturtma makamında şu ifadeyi kullanmıştır; "Her mevzû’ şeyin mânâsı yanlıştır demek değildir; belki "Bu söz hadîs değildir" demektir.’[4]

Bediüzzaman Hazretlerinin bu ifadesine Dicle Üniversitesi İlahiyat fakültesi Hadîs bölümünde öğretim görevlisi olan Mehmet Bilen hoca bir makale ile itiraz etmiştir. Bediüzzaman Hazretlerinin usûl ilmine/cerh ve ta’dîl ilmine ait yapmış olduğu bu tespitin dikkatli bir şekilde ele alındığında, sonra Risale-i Nur'un farklı yerlerinde hadîs ilmiyle alakalı analizler bu değerlendirme ile yan yana getirildiğinde bu itirazının gereksiz bir itiraz olduğunu görebilirdi.

Şimdi biz bu ifadeyi hadîs ilmi ve Risale-i Nur'un küllî konteksi dahilinde tahlil etmeye çalışalım.

Bu ifade ile her mevzû’ kategorisine konulan hadîslerin mevzû’ olmadıkları, en azından usûl ilmi açısından olmama potansiyeline sahip oldukları anlatılmak istenmiştir. Yani mevzû’ diye kategorize edilen bir kısım hadîslerin mânâsı anlaşılmadığından veya mübalağa görüldüğünden veya senedinde zayıflık görüldüğünden bu hadîslere mevzû’ dendiğini anlatmak istemiştir. Bu ifadeyle aynı zamanda sened veya metin tahlili doğru yapılmadan mevzû’ sepetine atılan bir kısım hadîslerin varlığına dikkat çekilmiştir. [5]

Yoksa burada hadîs alimlerinin yapmış olduğu tarif cerh edilip mevzû’ ıstılahı için olduğundan farklı bir tanım yapılmamıştır. Cümle içerisindeki ‘her’ kaydı/implikasyonu bu mânâda gelebilecek bir itirazın önüne geçilmek için konulmuştur. Yoksa mevzû’, hadîs ıstılahınca Resulullah’a ait olmayan söz veya ona isnad edilen uydurulmuş söz[6] olduğu için elbetteki mânâsı yanlış olacaktır. Dolayısıyla Risale-i Nurda hadîs alimlerinin yapmış oldukları tanımın aksine bir tanım geliştirilmemiştir.

Eğer hadîsin tevili doğru ise veya mânâsı yanlış değilse geriye sened tahlili kalmaktadır. Sadece sened açısından hadîsin muallel olması, onu mevzû’ kategorisi yerine zayıf hadîs kategorisine koyar. Zayıf hadîsler usûl ilmi açısından belli şartlarda amel edilebilir veya sıhhat damgasını alabilirler.[7]

Burada Mehmet Bilen hocanın iddia ettiği gibi ‘Bediüzzaman Hazretleri sadece rivayetin mânâsının  doğru olmasını hadîsin kabulu için yeterli görüyor veya her ne kadar sened sağlam olmasa da mânâ doğru olduğu müddetçe hadîsi kabul ediyor.’[8] mânâsı veya neticesinin çıkarılması mümkün değildir. Risale-i Nur'da nakledilen hadîslerin Cumhur-u muhaddisîn tarafından sahih diye kabul edilmesi veya en azından bu hadîslere cumhur tarafından mevzû’ denilmemesi bu iddiayı cerhetmektedir. Bir hadîse sahih denmesinin şartı, metin açısından sâlim olmasının yanısıra sened açısından da illetlerden beri olmasıdır. Cumhur-u muhaddisînin bir hadîse mevzû’ değildir derken veya sahihtir derken senedini tahlil etmemiş olmaları mümkün değildir. Dolayısıyla ‘Bediüzzaman hazretlerinin hadîsleri kabul ederken mânânın doğru olmasına bakıyor, senedin sıhhatine bakmıyor veya yukarıda iktibas edilen ifade ile böyle bir mânânın gelişmesine yol açıyor’ iddiası havada kalmaktadır.

Bediüzzaman hazretlerinin mevzû’ hadîsin tanımı ile alakalı serdetmiş olduğu ifadenin sosyal konteksine bakıldığı zaman böyle bir ifadenin neden tercih edildiği biraz daha vuzuha kavuşacaktır;

1-Bu ifade Afyon hapsinde sorgu heyetine karşı söylenmiştir.

2-Sorgu heyeti Süfyan ile ilgili bütün hadîsleri cumhurun karşısındaki az bir kesim hadîs aliminin görüşlerine istinad ederek/sığınarak reddetmek istemektedir.

3-Sorgu heyeti itirazını hadîslerin senedlerinden çok metinlerinin içeriklerine yani mânâlarının yanlış ve uydurma olduklarını iddia etmektedir.

4-Bediüzzaman Hazretleri 20. Yüzyılda gelişen dinsizlik ve materyalist felsefenin, her ne kadar bir akım olup cemaat halinde hareket etseler bile bunları temsil eden bir üstadlarının veya muharriklerinin olduğunu, bu mümessillerin de detaylı olarak ehâdisi şeriflerde anlatıldığını, bununla da Bediüzzaman Hazretleri alem-i islâmı safderunluk yapıp farklı isim ve ünvanlar altında icraatlarını sürdüren/sürdürecek olan bu akımlara karşı naklettiği konuyla alakalı hadîslere de istinad ederek uyanık olmaya davet etmektedir.

Bediüzzaman Hazretlerinin tespitiyle hadîs sahasında mevzû’ diye kategorize edilen iki önemli alan vardır.

1-Fazâil-i Amâl

2-Müteşabih hadîsler.

Bu alandaki hadîsleri en fazla ve şiddetli bir şekilde tenkit eden İbn-i Cevzî’dir. Ancak İbn-i Cevzî’nin mevzû’ diye kategorize ettiği hadîslerin mevzû olmadıklarını İmam Suyûti, İbn-i Hacer, İbni Salâh ve Ez-Zehebi gibi zatlar tahkikatlarıyla bu hadîslerin mevzû’ olmadıklarını tespit etmişlerdir.

Örneğin İbn-i Salâh (Ö: 643/1245) konuyla alakalı olarak ‘Mevzû’ hadîsler hakkında çalışma yapıp bu hadîsleri iki ciltte toplayan kişi (İbn-i Cevzî) çoğu hadîsi delilsiz bir şekilde mevzû diye kategorize etmiştir. Oysa bunların hakkı mutlak hadîs adı altında kategorize edilmeleridir.’[9] demiştir.

İmam Suyûtî ise ‘(İbn-i Cevzî) telif etmiş olduğu iki ciltlik eserine birçok mevzû olmayan hadîsi de almıştır. Bunların çoğunu delilsiz bir şekilde mevzû’ şeklinde kategorize etmiştir. Bunlar olsa olsa zayıf hadîs olurlar.’ demiştir.[10]

Ez-Zehebî (Ö: 748/1348) ‘İbn-i Cevzî mevzû’ diye toparladığı hadîslerin arasında sened ve metin açısından sağlam hadîsler de vardır.’[11] demiştir.

Ahmed bin Ebu’l-Mecd, ‘İbni Cevzî mevzu hadîsleri kitabında tasnif etmiştir. Bunlara, akla ve nakile muhalefet ettikleri için şeni hadîsler demekle isabet etmiştir. İsabet etmediği konu ise sırf bazı insanların bir râvî hakkındaki ‘filan şahıs zayıftır veya kavî değildir veya kuvvetli değildir’ demelerine istinaden bu hadîslere mevzû’ demesi olmuştur.’[12] demiştir.

İbn-i Teymiyye (Ö: 728/1328) İmam Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inin Ebu Davud’un kriterlerine uyduğunu, Müsnedde kasıtlı bir şekilde yalan uyduran rivayetlerinin olmadığını bid’alara davet edip çağıranların rivayetlerinin de olmadığını[13] söylemiştir.[14]

İbni Haceri’l-Askalanî (Ö: 852/1449) ‘El-kavlu’l-musedded fi’z-Zebbî ani’l-Musned’ adlı eserinde İbn-i Cevzî tarafından mevzû’ olduğuna hükmedilen hadîslerin mevzû’ olmadıklarını delilleriyle izah etmiştir.[15]

İbn-i Kesîr (Ö: 774/1373) ‘İbn-i Cevzî mevzû’ hadîslerin tasnif edildiği bir kitap telif etmiştir. Ancak mevzû olmayan birçok hadîs buraya eklenmiştir. Orada zikredilmesi gereken hadîsleri de zikretmemiştir.’[16] demiştir.

Cumhur-u muhaddisînin İbn-i Cevzî’nin mevzû’ diye kategorize ettiği hadîsler hakkındaki görüşlerini aktardıktan sonra Bediüzzaman Hazretlerinin sorgu heyetine karşı söylemiş olduğu ifadenin ne kadar güçlü bir arka plana sahip olduğu ortaya çıkmaktadır.

Sonuç

Afyon mahkemesinde sorgu heyetinin Bediüzzaman Hazretlerinin süfyan ile ilgili nakletmiş olduğu hadîslerin hepsinin mevzû’ hadîs olduğunu iddia etmelerine karşın, Bediüzzaman Hazretlerinin ‘Her mevzû’ şeyin mânâsı yanlıştır demek değildir; belki "Bu söz hadîs değildir" demektir’ ifadesinde sentaks ve semantik açıdan, zayıf veya mevzû’ hadîsleri tahlil ettiği zaman senedinin sıhhatine değil nakledilen hadîsin mânâsına önem verdiği sonucunun çıkarılması mümkün görünmemektedir.

Evet bir kısım mevzû’ hadîslerin olduğu hakikattir. Ancak her mevzû’ diye kategorize edilen hadîsin mevzû olmadığını sadece Bediüzzaman değil cumhur-u ulemâ-i muhaddisîn söylemektedirler. Bediüzzaman Hazretlerinin Süfyan ile ilgili nakledilen hadîslere karşı metodolojik yaklaşımı, İmam Suyûti, İbni Hacer, İbn-i Salâh ve Ez-Zehebî gibi Cumhur-u ulemânın yaklaşımından farklı bir yaklaşım değildir. Dolayısıyla cumhurun gittiği yolun muhaliyeti ispat edilmeden Bediüzzaman Hazretlerinin yaklaşımının malûl olduğu söylenemez.

[1] Said Nursi, Şualar, Söz Basım yayın, 2007, İstanbul, s. 457.

[2] Said Nursi, Mektubat, Söz Basım yayın, 2007, İstanbul, s. 166.

[3] el-Hâfız Celaleddin es-Suyûtî, Taakkubâtu’s-Suyûtî ala Mevduati İbn-i’l-Cevzî, Dâru Mekketu’l-   Mukerreme, 2004, Mansura.

[4] Said Nursi, Mektubat, Söz Basım yayın,2007 s.140.

[5] Bediüzzaman hazretleri başka yerlerde konuyla alakalı yaptığı bir değerlendirmelerde bu ifadesini biraz daha açmaktadir; ‘Evet, fenn-i hadîsin muhakkikleri, nakkadları o derece hadîsle hususiyet peydâ etmişler ki, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın tarz-ı ifadesine ve üslûb-u âlisine ve suret-i ifadesine ünsiyet edip meleke kesb etmişler ki, yüz hadîs içinde bir mevzuu görse, "Mevzudur" der. "Bu hadîs olmaz ve Peygamberin sözü değildir" der, reddeder. Sarraf gibi, hadîsin cevherini tanır, başka sözü ona iltibas edemez. Yalnız, İbni Cevzî gibi bazı muhakkikler, tenkitte ifrat edip, bazı ehâdis-i sahihaya da mevzu demişler. Fakat her mevzu şeyin mânâsı yanlıştır demek değildir; belki "Bu söz hadîs değildir" demektir.’ Said Nursi, Mektubat, Söz Basım yayın,2007 s s. 140. ‘Hattâ İbni Cevzî gibi büyük bir muhaddis bazı sahih ehâdîsi mevzu dediğini, ulemalar taaccüple nakletmişler. Hem her zayıf veya mevzu hadîsin mânâsı yanlıştır demek değildir. Belki an'aneli sened ile hadîsiyeti kat'î değildir demektir. Yoksa mânâsı hak ve hakikat olabilir.’ Said Nursi, Mektubat, Söz Basım yayın,2007 s. 532.

[6] Ali Katamış, İlmu mustalahi’l-Hadîs, 2005, Mansura/kahire, s. 238.

[7] Ali Katamış, İlmu mustalahi’l-Hadîs, 2005, Mansura/kahire, s. 156.

[8] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/797894

[9] İbn-i Salâh, Ulûmu’l-Kur’ân, Dâru’l-Fikr, 1986, Beyrut, s. 99.

[10] el-Hafız Celaleddin es-Suyûtî, Tedrîbi’r-Râvi fi Şerhi Tekrîbi’n-Nevâvî, H.1414, Kahire, s. 229.

[11] el-Hafız Celaleddin es-Suyûtî, Tedrîbi’r-Râvi fi Şerhi Tekrîbi’n-Nevâvî, H.1414, Kahire, s. 229.

[12] el-Hafız Celaleddin es-Suyûtî, Tedrîbi’r-Râvi fi Şerhi Tekrîbi’n-Nevâvî, H.1414, Kahire, s. 229.

[13] Çünkü İbn-i Cevzî Ahmed bin Hanbel’in Müsnedindeki bazı rivayetlere de mevzû’ demiştir.

[14] İbn-i Haceri’l-Askalanî, en-Nuket ala ibn-i Salâh, 1984, Câmiatu’l-İslamiyye/Suud, s. 473.

[15] İbn-i Haceri’l-Askalanî, en-Nuket ala ibn-i Salâh, 1984, Câmiatu’l-İslamiyye/Suud.

[16] İbn-i Kesîr, el-Bâisu’l-Hasîs, Mektebetu’l-Arif Li’n-Neşr, 1996, Riyad, s. 240-241.

Kaynakça
Ali Katamış, İlmu mustalahi’l-Hadîs, 2005, Mansura/kahire.
https://dergipark.org.tr
el-Hafız Celaleddin es-Suyûtî, Tedrîbi’r-Râvi fi Şerhi Tekrîbi’n-Nevâvî, H.1414.
el-Hâfız Celaleddin es-Suyûtî, Taakkubâtu’s-Suyûtî ala Mevduati İbn-i’l-Cevzî, Dâru Mekketu’l-   Mukerreme, 2004, Mansura.
İbn-i Haceri’l-Askalanî, en-Nuket ala ibn-i Salâh, 1984, Câmiatu’l-İslamiyye/Suud.
İbn-i Kesîr, el-Bâisu’l-Hasîs, Mektebetu’l-Arif Li’n-Neşr, 1996, Riyad.
İbn-i Salâh, Ulûmu’l-Kur’ân, Dâru’l-Fikr, 1986, Beyrut.
Said Nursi, Mektubat, Söz Basım Yayın, 2007, İstanbul.
Said Nursi, Şualar, Söz Basım yayın, 2007, İstanbul.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum