Risale-i Nur’da müsbet hareket ilkesi
İlyas Ramazanoğlu’nun İrfan Dergisi’ndeki yazısı:
İlyas Ramazanoğlu’nun yazısı:
Müsbet Hareket
Başkalarının imanlarını kurtarmaya talib olan Risâle-i Nur hizmeti, müsbet hareket etmeyi kendine bir düstur olarak kabul etmiştir. Müsbet hareketi kısaca şöyle tarif edebiliriz: Emniyet ve asayişi bozmadan, başkalarına ilişmeden ve Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmayarak sabır ve tahammülle kendi hizmetimizi yapmaktır.
Bedîüzzaman Hazretleri eski Said döneminde zorbalığı ve hakareti kabullenemeyen ve İslâm’ın izzeti için idamı göze alan bir şekilde hareket ettiği halde; yeni Said döneminde yine İslâm’ın izzetini muhafaza ile birlikte müsbet iman hizmeti için kendisine yapılan birçok hakaretlere, zorbalığa ve işkencelere karşı sabırla ve tahammülle mukabele etmiştir. Hatta kendisine kötülük yapanlara beddua etmemiş ve hakkını helal etmiştir.
Gizli dinsiz komite Bedîüzzaman Hazretleri ile çok çeşitli şekillerde uğraşmış. Birçok hakaretlerle, işkencelerle, maddî manevî baskılarla hiddete getirip “yeter artık” dedirtip hadise çıkarttırarak imha etmeye çalışmış. Bedîüzzaman Hazretleri de tahriklere kapılmadan devamlı müsbet hareket ederek onların planlarını boşa çıkarmış. Talebelerine daima sabır ve tahammül ile yalnız iman ve İslâmiyete çalışmayı tavsiye etmiştir. "Birkaç adamın hatasıyla yüzer adamların zarar görmesine sebeb olunamaz" demiştir. Bunun içindir ki, yapılan o kadar gaddarane zulümler esnasında bir tek hadise meydana gelmemiştir. Hem aleyhlerinde yapılan bu kadar menfî propagandalara rağmen gazete, radyo, televizyon gibi yayın organlarında nur talebelerinin asayişi bozacak hareketlerine veya suç işlediklerine dair herhangi bir haber çıkmamıştır.
RİSALE-İ NUR HİZMETİNDEKİ MÜSBET HAREKET PRENSİPLERİ
1. Haklı her meslek sahibinin (başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde) hakkı: "mesleğim haktır. Yahut daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden, "hak yalnız benim mesleğimdir ve yahut güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.
2. Kendi mesleğimizin muhabbetiyle hareket etmekle beraber başka mesleklerin düşmanlığı ile hareket etmemek.
3. Kendi vazifemizi yapmak Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmamak. Muvaffak etmek veya etmemek Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir. Bizim vazifemiz değil. Biz vazifemizi yapmakla mükellefiz. Bizim vazifemiz hizmet-i imaniyedir. Kur’ân ve sünnet dairesinde hizmet etmektir.
4. "Beşer zulüm eder, kader adalet eder" sırrıyla beşerin zulümlerine karşı tedbir almakla birlikte başımıza gelen bela ve sıkıntıların Allah tarafından olduğunu bilerek sabır ve şükürle mukabele ederek kaderin hissesine razı olmak. Rahmet, hikmet ve adalet cihetini düşünmek.
5. Müslümanlar içinde fitneden korkarak menfi hareket etmemek, asayişi muhafaza etmek ve bunun için sıkıntılara katlanmak. Çünkü dâhilde cihad, silahla değil ilimle yapılan manevî cihaddır. Hizmetteki kuvveti dâhilde yanlış şekilde kullanmayıp asayişi muhafaza için kullanmak.
Bu noktada bize numune olacak iki misal:
Birinci misal. “Eski harb-i umumiden evvel ben Van’da iken bazı müttakî zatlar yanıma geldiler, dediler ki: ‘Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor. Gel bize iştirak et. Biz bu münafık reislere itaat etmeyeceğiz.’ Ben de dedim: ‘O fenalıklar, o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu, onlarla mesul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya karşı kılıç çekmem. Size iştirak etmem.’ O zatlar benden ayrıldılar. Kılıç çektiler. Neticesiz Bitlis hadisesi vücuda geldi. Az bir zaman sonra harb-i umumi patladı. O ordu, din-i İslâm namına harbe iştirak etti. Cihada girdi. O ordudan yüz bin şehit evliya mertebesine çıktılar. Beni o davamda tasdik ettiler.” (Şualar)
İkinci misal. “Şark isyanında Şeyh Sait ve askerleri Üstadımız Bediüzzaman’ı şarktaki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake davet ettikleri zaman cevaben demiş. ‘Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir. Ve neticesizdir. Çünkü Türk milleti bin senedir İslâmiyete bayraktarlık etmiş. Dini uğrunda binlerle şehit vermiş ve binlerle veli yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına yani Türk milletine kılıç çekilmez. Ve ben de çekmem’ diyerek hem ret cevabı vermiş hem mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir.” (Asa-yı Musa)
6. Müslüman olmayanlara da İslâm’ı müsbet bir hareket ve üslub ile tebliğ etmek. Fakat bunu yaparken onlara hoş görünmek adına dinimizden de taviz vermemek. Bu meselede Bedîüzzaman Hazretleri şöyle buyuruyor: “Umur-u diniyede (din işlerinde) müsamaha ve teşebbühle (benzemekle) medenilere yanaşmayın. Çünkü aramızdaki dere pek derindir. O dereyi doldurup hatt-ı muvasalayı (kavuşma hattını) temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz. Veya dalalete düşer boğulursunuz.” (Mesnevî-i Nûriye)
7. İslâm dairesinde hangi meslek ve cemaat olursa olsun Müslümanlarla muhabbet noktalarını düşünerek ortak düşman olan dinsizliğe karşı ittifak etmek ve ihtilafları terk etmek.
8. Hakkın izzeti ve hatırı için nefsini, enâniyetini, yanlış düşündüğü izzetini ve ehemmiyetsiz rekâbetkârane hissiyatını terk etmek.
9. İhlâs ve hakperestlik gereği olarak Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadesine taraftar olmak.
10. Her söylediğin doğru olmalı. Ama her doğruyu söylemek doğru değildir. Çünkü bazen damara dokunur aks’ül-amel yapar. Onun için nerde, neyi, nasıl ve ne şekilde söyleyeceğimizi iyi hesaplayıp ona göre söylemek.
11. Haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı hiddetten çekinmek. Böyle hadiselerin vukuunda soğukkanlılıkla, sarsılmamakla ve düşmanlığa girmeden karşılayıp muhaliflerin veya itiraz edenlerin reislerini çürütmemektir.
12. Bize düşmanlık edenlere karşı intikam hissiyle hareket etmemek. Onlar için hidayet temennisinde bulunmak.
Bu madde ile ilgili Bedîüzzaman Hazretleri’nin şu tavsiyesi dikkat çekicidir. “Benimle beraber çok talebelerim de türlü türlü musibetlere, eza ve cefalara maruz kaldılar. Ağır imtihanlar geçirdiler. Benim gibi onlar da bütün haksızlıklara ve haksız hareket edenlere karşı bütün haklarını helal etmelerini isterim. Çünkü onlar, bilmeyerek kader-i ilahinin sırlarına, derin tecellilerine akıl erdiremeyerek bizim davamıza, hakikat-ı imaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için hidayet temennisinden ibarettir. Bize eza ve cefa edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risâle-i Nura sadakat ve sebatla çalışmalarını tavsiye ederim.” (Emirdağ Lahikası)
“[Umum Nur Talebelerine Üstad Bediüzzaman'ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir.]
Aziz Kardeşlerim! Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.
Meselâ: Kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme (baskıya) ve terzile (aşağılamaya) karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hâdiselerle sabit olmuş. Meselâ: Rusya'da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfî'de idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfi hareket etmemek ve vazife-i İlahiyeye karışmamak hakikatı için; bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis (A.S.) gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi sabır ve rıza ile karşıladım.
Evet, meselâ: Seksen bir hatasını mahkemede ispat ettiğim bir müddeiumumînin (savcının) yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevîsidir. Manevî tahribatına karşı set çekmektir. Bununla dâhilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir. (Hiç kimse kimsenin günahını yüklenemez) düsturu ile ki: "Bir cani yüzünden; onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mesul olamaz." İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dâhile karşı değil, ancak haricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr ayetin düsturu ile vazifemiz, dâhildeki asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâm'da asayişi ihlâl edici dâhilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da, aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı manevînin en büyük şartı da; vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, "Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenâb-ı Hakk'a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz."
Ben de Celaleddin-i Harzemşah gibi, "Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenâb-ı Hakk'ın vazifesidir." deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur’ândan ders almışım.
Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk-çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlâs sırrı ile hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenâb-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı manevîdeki fark, pek azimdir.
Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakitte onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Asayişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz. İşte bu gibi hakikatlar itibariyle, bize zulüm de etseler hoş görmeliyiz. (Kastamonu Lahikası)”
Risâle-i Nur talebeleri, bu düsturlara riayet ederek müsbet hareket ederler. Yani, menfi hareket ederek emniyet ve asayişe zarar vermezler. Kendi mesleklerinin muhabbetiyle hareket edip, diğer mesleklerin düşmanlığı ve kıymetlerinin düşürülmesi üzerine çalışmalarını bina etmezler. Müslümanları birbirinden uzaklaştıran, birbirinden soğutan, birlik ruhunu dağıtan, ayrılığa sebep olan menfî şeylerin her zaman karşısında olmuşlardır.
Cenâb-ı Hak bizlere ve bütün ehl-i imana müsbet hareket etmeyi, menfi hareket etmemeyi nasib eylesin.
www.irfanmektebi.com