Risale-i Nurların yazdırılması hususu tartışmalı bir konu. Nur talebeleri buna kalben inanıyor. Ama Risale-i Nur’a dışarıdan bakan insanların buna inanmaması veya itiraz etmesi hep süre geldi.

Önemli bir husus:
Nur talebeleri “yazdırıldığına” inansalar da hiçbir zaman bunun mukaddes semavi bir kitap olduğuna inanmadılar ve sadece bir tefsir olduğu kanaatini her zaman taşıdılar.

Bu kaydı geçtikten sonra sadede gelelim. İşte bilimsel delillerden birincisi:

“Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi'nin (NASA) Cassini uzay aracı, Satürn gezegeninin halkasının içinin neredeyse bomboş olduğunu tespit etti."

Bu hususta Bediüzzaman Said Nursi 80 yıl önce şunları söylemiş. “Meselâ "Zuhal'in (Satürn) etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?" ve "Amerika tavukları ne kadardır?" gibi kıymetsiz şeylerle vaktini boşa geçiriyorsun” (RNK-Sözler/365) diyerek adeta o halkaların ve halkalarla uğraşmanın boş olduğunu ifade etmiş.

İkincisi:
Yine bilimsel verilere göre güneş gibi yıldızlar öldükten sonra büzülerek elmasa dönüştüğü iki büyük güneşin ölümünün tespitiyle bildirilmiştir.

Bu hususta yine Bediüzzaman Said Nursi 80 sene önce şunları söylemiş:
“Evet, Cenâb-ı Hak tarafından adem ve esir ve semâ perdelerini açıp, güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misal bir lâmbayı, hazine-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi. Dünya kapandıktan sonra, o pırlantayı perdelerine sarıp kaldıracak. (RNK-Sözler/173) Pırlanta=elmas aynı manaya gelen kelimeler.

Üçüncüsü:
Aya çıkılması meselesi: Malum olduğu üzere 1969'da aya çıkıldığında ayın boş ve herhangi bir işe yaramadığı görülmüştür.

Bu hususta yine Bediüzzaman Said Nursi tam o tarihten 40 sene önce şunu söylemiş:
“Şimdi, sen dahi, ey Katre içine giren hakîm feylesof! Senin katre-i fikrin dürbünüyle, felsefenin merdiveniyle, tâ kamere (Ay’a) kadar terakki ettin, kamere girdin. Bak, kamer kendi zâtında kesafetli, zulümatlıdır. Ne ziyası var, ne hayatı. Senin sa'yin beyhude, ilmin faidesiz gitti." (RNK-Sözler/454)

Hem ayın boş ve işe yaramaz olması hem de astronotun merdivenle aya inmesi gayet manidar ve örtüşen bir hakikat

Dördüncüsü:
Uzun zamandır atom altı parçacıklardan partiküllerden bahsedilmekte ve bununla ilgili çok büyük çalışmalar yapılmaktadır. Hatta bunları üretmek için büyük tesisler kurulmuştur.

Bu hususla ilgili yine Bediüzzaman Said Nursi'nin çok açık ve net ifadeleri var:
“Çünkü esir maddesi, maddiyyunları boğduran zerrat maddesinden daha lâtif ve eski hükemanın saplandığı heyulâ fihristesinden daha kesif, ihtiyarsız, şuursuz, câmid bir maddedir.” (RNK-Lem'alar/617)

Peki bu esir maddesi ne işe yarıyor ona bakalım:
“Sâni-i Zülcelâlin gayet lâtif, nâzenin, mutî, musahhar bir sahife-i icraatı ve emirlerinin bir vasıta-i nakliyâtı ve zayıf bir perde-i tasarrufâtı ve lâtif bir midâd-ı (mürekkep) kitabeti ve en nâzenin bir hulle-i îcâdâtı ve bir mâye-i masnuatı ve bir mezraa-i hububatı olan esir maddesini...” (RNK-Lem'alar/617) diyerek atomun esirden yaratıldığını ifade etmiş oluyor. Ve bütün yıldızların, kainatın bir cihetle evrenin yaratılması da atom çekirdeklerinden oluştuğu düşünülürse bu meselede bilimin önünde olduğu görülür.

Şimdi bu duruma ne diyeceksiniz? Bunlar gibi daha birçok mesele var onları okuyuculara havale ediyorum.

Ya diyeceksiniz ki; “Bediüzzaman Said Nursi her şeyi biliyordu" veya diyeceksiniz ki; “her şeyi bilen bir Zat ona bu bilgileri ilham etmiş o da yazmış yani kendi ifadesiyle yazdırılmış."

Her şeyi bildiğini iddia etmek (Haşa) imkan dahilinde olmadığı açıktır. Fani bir insanın her şeyi bilmesi ilahi kanunlara aykırıdır.

İkinci şık daha mantıklı: “Sonsuz Kudret ve ilim sahibi bir Zat bunları ve bir anlamda bütün külliyatı ona yazdırmış.” Yani Risale-i Nurlar yazdırıldı demek daha isabetli ve daha doğru olmaz mı?

Hem bir başka husus bunu yazan  ve söyleyen de gurur ve kibirden  kurtulmuş olmaz mı? Yoksa bunu başka nasıl izah edebiliriz?