RisaleHaber, Şahs-ı Manevinin güzel bir örneği-ÖZEL
Said Özadalı: RisaleHaber nerede olursa olsun, kimden gelirse gelsin her türlü faaliyet ve hareketi, yorum ve hizmeti ayırım yapmadan yayınlıyor. İşte bu güzel bir beraberliktir
Nurettin Huyut'un Said Özadalı ile röportajı-II / RisaleHaber
* Adıyaman’da çocukluk ve gençlik hayatı, ardından Mekke hayatınız, oradan Ankara ve daha sonra İstanbul hayatı… Tüm bunların şimdiki hayatınıza yansımaları nelerdir? Biraz da ondan bahseder misiniz?
Hayatımın bu şekilde yönlenmesi benim isteğimle olmadı. Liseli yıllarda Mekke’ye gitmeyi arzu ediyordum ama bu durum fıtri bir şekilde gelişti. Hadiseler beni bu şekilde yaşamaya götürdü. Bir sevk-i İlahi olarak görüyorum. O nedenle Rabbime şükrediyorum.
Mekke’de bulunduğum dönemde hem çalıştım hem okudum. Hac mevsiminde hacılara hizmet ediyorduk, okulu bitirdiğim yıl bir özel sektörde hac rehberi olarak çalışmaya başladım. Mezun olduktan sonra da işim nedeniyle Ankara’ya gelip yerleştim. Dokuz yıllık yurtdışı maceramdan sonra Ankara’ya gelip yerleşmem benim için önemli bir kesittir. Adeta, ilk göz ağrımdır. O nedenle Ankara’yı severim, kalbimde ayrı bir yeri var.
Bir kısım insanlar Ankara’yı sevmez ama ben severim kendi memleketim gibi, evim gibi kabul ediyorum. Burada çok dostlarım var. Onları her zaman yâd ederim.
Ankara’da rutin denecek bir hayatımız oldu, ama benim aklımda ve kalbimde hep neşriyat hizmetleri vardı. O nedenle bir radyo kurmayı düşünüyordum. Batıkent’te mütevazı bir yerimiz vardı. Onun çatı arasını “Acaba burada bir radyo yayıncılığı yapamaz mıyız?” diye düzenlemiştik. En azından Batıkent semtine hitap edecek kadar olsa razıydık.
Yine benim hayal ettiğim bir diğer husus Ankara’ya bir Kültür Merkezi yapmaktı. Giriş katının herkese açık olduğu, Risale-i Nur mantığının ve hayat biçiminin yaşandığı ve sergilendiği bir Kültür Merkezi hayal ediyordum. Batıkent’teki o yerimizde bunu gerçekleştirmek istedik ama istediğimiz gibi olmadı.
Daha sonra, 93 ün sonuna doğru, iş nedeniyle İstanbul’a taşınmam gerekti. İstanbul, Ankara’dan farklı bir yer. O nedenle İstanbul’da benim dünyama farklı pencereler açıldı diyebilirim.
Bunlardan en önemlisi kişisel eğitimlerle tanışmış olmamdı. Çocukluk hayallerimden biri öğretmenlik yapmaktı. Daha doğrusu eğitimle ilgilenmek hep istiyordum. İstanbul’da bu hayalimi yakaladım diyebilirim.
Kişisel gelişimle ilgili her türlü eserlerle tanışma imkânını yakalamış oldum. Yani, bu anlamda Avrupa’da, Amerika’da yayınlanmış, Kişisel gelişimle ilgili her türlü yeni tarz eğitimle ilgili eserlerle tanışmış oldum. Bu eserleri tanımamın bana faydası şu oldu; Risale-i Nurları bir de o gözlükle okuma ihtiyacı duydum.
* Özel eğitim mi aldınız?
Evet, o tür eğitimlerin hemen hemen hepsine gittim diyebilirim. Özel kurslar, özel eğitimler, kişisel gelişim kursları vs...
Bu eğitimleri almamdaki amaç, öncelikle kendimi çözmek istiyordum. Bu Said Özadalı’yı çözmeliydim, keşfetmem gerekiyordu. Ama bu eğitimleri alırken yalnız değildim. Eşimi ve çocuklarımı da yanıma alarak gidiyordum. Şuna inanıyordum, aldığım eğitimleri yanıbaşımdakiler de almalıydı ki faydalı olsun. Yoksa fayda sağlamıyor. Sonuç olarak eşimi çocuklarımı da ikna etmek suretiyle bu kurslara katılmış olduk. Eşimin bu noktada bana çok fazla desteği oldu diyebilirim.
* NLP Risale-i Nurun çizgisine ters algılanıyor. Deniyor ki, NLP de “biz” yerine “ben” demeyi tercih ediyor. Oysa Risale-i Nur’da “ben” değil “biz” demen lazım ki iyi bir Nur Talebesi olabilesin. Yani “ene” yoktur “nahnü” vardır. Bu iki fikri nasıl bağdaştırdınız?
Evet, maalesef her konuda olduğu gibi bu konuda da herkes bir şeyler söylüyor. Bilen de konuşuyor bilmeyende. O nedenle bu meseleyi bilenlerin konuşması daha doğru olur diye düşünüyorum.
Eğer siz NLP’ye bir mana yükler onu bir felsefe gibi algılarsanız; doğrudur sizi yanlışa götürür. Ama ben NLP’yi çağdaş iletişimde teknik bir malzeme olarak görüyorum. İletişim tekniğidir, bir vesiledir, bir vasıtadır, teknik bir araçtır. Siz ona ne yüklerseniz o onu taşır. Elması koyarsanız elması, kömürü yüklerseniz kömürü götürür. Bu Risale-i Nurları önce kendinize sonra muhtaç olanlara ulaştırırken NLP ‘nin tekniklerinden yararlana bilirsiniz. Bir başkası kalkar da küfür ve küfraniyeti NLP’nin teknikleriyle başkalarına taşımak isterse o da faydalanabilir.
* Yani, NLP bir fikir, bir felsefe değil diyorsunuz öyle mi?
Evet, yani, bu bir fikir akımı değil, bir tekniktir bir iletişim aracıdır. NLP’nin A’sından Z’sine kadar tüm eğitimlerini aldım. Bu işin en ileri uzmanlarından ders aldım. Dr. Vayt Vuzam vardı, daha sonra Müslüman oldu. NLP’nin dünya çapındaki üç uzmanından biridir. Bu adam 70 yaşında Bahreyn’de Müslümanlığı kabul ve ilan etti. Müslüman oluşunda da Risale-i Nurların çok büyük katkısı oldu. İsmail Benek, Risale-i Nurların İngilizcesini kendisine takdim etti. Birlikte birkaç özel görüşmelerimiz oldu. Bu görüşmelerimizden sonra Risale-i Nurları okudu ve okuduktan sonra da Müslüman olduğunu herkese ilan etti.
NLP’ye bir fikir akımı imiş gibi bakarsak orada bazı sıkıntılar oluşur. Ama asıl mantığı anlaşılırsa bir problem yok. Siz “ene” yok “nahnü” var diyorsunuz ama biz kabre girdiğimiz zaman, orada “biz” yok “ben” var. Mükellefiyet, ferde inmiştir. Topluma inmemiştir. Orada da ıslah edilmesi gereken yanlış bir mantık var diye düşünüyorum.
Sen sen olmadıkça siz olamazsınız. NLP’nin anlattığı öncelikle söylediği şey; “Sen kimsin? Nereden geldin? Nereye gidiyorsun? İnsan denen bu makineyi nasıl kullanacaksın? Sinir dilini kendin programla diyor. Sadece kullanma ve programlama işini öğretiyor. İçine ne koyacağını söylemiyor, içerikle ilgilenmiyor.
Bu konuda üzülerek ifade etmem gereken bir konu daha var. Kişisel gelişim ikidir. Biri vahye dayanır, diğeri ise şeytana dayanır. Nasıl ki, Üstad hazretleri Avrupa ikidir diyor. Biri beşere nafi fenleri bulup çıkaran Avrupa ile Sefahat ve rezaleti terviç eden ikinci Avrupa’yı birbirinden ayırıyor. Öyle de NLP’de de durum aynıdır. Aslında her şey böyledir. Siz kişisel gelişim anlamında imanınızı kurtarır hatta bu imanla kainata meydan okursunuz. Aslında bunu yaparken sen tek başınasın. Siz olarak yapmazsınız, her insan kendinden sorumludur. Fert olarak yapmaktasın. İman ferde bakar. Zaten Cenab-ı Hak insanı fert olarak muhatap alıyor. Dolayısıyla, vahye dayalı bir kişisel gelişim zaten İslamiyet’in arzu ettiği ve Risale-i Nurlarında çığır açtığı mukaddes yoldur.
Ene bahsinde Üstadımız ne diyor. “Kâinat kapıları zâhiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır.” O kapıları açacak olan anahtarı Cenab-ı Hak insanın enesine takmıştır. Onunla hakikatin pencerelerini açabiliyor. İnsanın melaikeye üstünlüğü yine bu “ben”i tanımakla mümkün olmuştur.
* Üstad, ene bahsinde “Meselâ, "Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim; öyle de, şu dünya hânesini birisi yapmış ve tanzim etmiş" der.” diyor. Daha sonra bu bölümün anlaşılmasından sonra “Vaktâ ki, ene, vazifesini şu sûretle ifâ etti; vâhid-i kıyasî olan mevhum rubûbiyetini ve farazî mâlikiyetini terk eder,” diyor. Sanki aynı paralelde anlatılıyor…
Evet, ama tenkit edenler diyor ki, NLP dersini alanlar eneyi bırakmıyor. Olabilir. Zaten imtihan dünyasındayız, terk edenler alay-i illiyyine çıkar, terk etmeyenler de esfel-i safiline gider.
Bu bir modelleme tekniğidir. Başarılı bir insanı alırsınız, onun yaptıklarını modellersiniz ve o modeli kendinizde uygularsınız ve siz de başarıya ulaşırsınız. Zaten Müslümanlar da öyle yapmıyor mu? Yani, peygamberimiz için “O sizin için güzel bir modeldir” denmiyor mu? İşte bu modeli bu teknikle hayatımıza nasıl taşıyacağımızın cevabını buluyor.
Bir başka husus, bizim amacımız NLP’yi methetmek, onu anlatmak değil. Burada söylemek istediğim toptancı olmak doğru değil, her şeyin bir iyi bir de kötü tarafı vardır. Bu da öyle, siz iyi tarafını kullanırsınız.
* Evet, isterseniz konuyu biraz değiştirelim. Sizce Risale-i Nurdaki manaları hayata nasıl taşıyabiliriz? Fiilen nasıl uygulayabiliriz?
Bana göre Risale-i Nurlar Bediüzzaman Hazretlerinin yaşadığı hayatın bir açılımıdır. Kendisi pratik olarak hayatında uygulamış, yaşamış daha sonra bunları kitaplaştırarak bize nakletmiştir. Yani, bunlar yaşanmayıp sanal alemde üretilmiş de bize takdim edilmiş ilaçlar değil. O, bu hakikatlerin tümünü 84 senelik hayatında yaşamış zaten. Hatta yaşadıklarının bir kısmını bize aktarmış.
“İnsan bu dünyaya taallümle tekemmül etmek için gelmiştir.” Hakikatının manası sadece taallüm etmek değildir. Öğrendiklerini yaşama sanatıdır. Veya yaşayarak öğrenme de diyebiliriz. Burada talim var. Yani, sizin kalbi dünyanıza gelen manaların sizin davranışlarınıza yansıması hadisesidir. Yansımazsa zaten bir ehemmiyeti yoktur.
Eğer siz öğrendiklerinizi uygulamazsanız, bu edindiğiniz bilgiler sizde manevi bir şişmanlık meydana getirir. Yani, manevi obezite dediğimiz bir durumla karşı karşıya kalırsınız. Öğrendiğiniz bilgiler ne kadar güzel olursa olsun bunu hayata geçirmediğiniz takdirde bu manevi hastalık olarak sizin karşınıza çıkacaktır. Nedir bunlar? Enaniyettir, hodfuruşluktur, benliktir vs. vs.
Mesela Risale-i Nur da Sözler kitabında isterseniz yerinden okuyalım. “İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şekâvet-i uhreviyeden ve tazyikât-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.” (Sözler sh.285)
Burada Üstad birkaç hakikati birden zikrediyor. Bizim sinn-i kemale erdiğimiz yaş ki, biz o yaşta artık her şeyi fark etmeye başlıyoruz. O noktada bir duruşumuz var. Diyoruz ki “Ey Allahım ben bu yaştan itibaren senin çizdiğin yolda devam edeceğim. Siz bir yolcusunuz. Yani bir yola çıkıyorsunuz. İşte o yolculukta, hadiseler ne olursa olsun, etrafınızdakiler size nasıl bakarsa baksın önemli değil. Önemli olan sizin bakış açınızdır. Eğer siz bakış açınızı geliştirirseniz ve onlardan sadece “Bir’i” tanırsanız oraya kilitlenirseniz. Daha doğrusu kilitlenirsiniz/odaklanırsınız. “Benim hedefim Allah ile beraber bu yolculuğu başından sonuna kadar yürümektir.” dersiniz.
* Bu fikri tercih ettiğiniz zaman, kâinatın dilenciliğinden kurtulursunuz. O zaman ben kâinattan bir şey istemem kardeşim. Neden aracı kullanayım ki, o kâinat dediğimiz mahlûkatın tamamı benim gibi Allah’tan güç alıyor. O halde neden onlara müracaat edeyim?
Veya bu yolculuk esnasında etrafımda meydana gelen ve bana zarar verecekmiş gibi görünen hadiselere de o nazarla bakarım. Rahat ve huzur içinde onların içinden geçer yoluma devam ederim. Çünkü ben biliyorum ki, onlar da benim gibi birer yolcudur. Ve bana zarar verme yetkisine sahip değiller. Benim o yolculukta keyfimi bozamazlar, aksine yolculuğuma renk ve güzellik katacaklarını bildiğimden rahat ederim.
Hulasa bu konu biraz geniş ve derin bir konudur.
* Sizce Risale-i Nur bugün gelinen noktada gerektiği gibi okunup anlaşılıyor mu? Hayata aksettiriliyor mu? Veya anlaşılmasını sağlayacak alt yapı var mı?
Risale-i Nur bizim tembelliğimizden dolayı bizden küsmüş ve bizim yanımızdan uzaklaşmış olabilir. Ama inanıyorum ki, bir yerlerde en iyi şekilde okunuyor, en iyi şekilde anlaşılıyor ve uygulanıyor. Aksi takdirde bir manası kalmaz. Ben kendim için söylüyorum; Said Özadalı’nın, bugün okuduğundan çok daha fazla okumaya ve çok daha fazla tefekkür etmeye ihtiyacı var. Çünkü madem biz sürekli yenileniyoruz, o halde bu yenilenen dünyamın sürekli bu manalarla süslenmesi gerekir. Eski öğrendiklerimle devam edemem. Yenilenen vücudumla beraber yeni manalar elde etmem gerekir ki, yolculuğuma sağlıklı bir şekilde devam edeyim.
Ben Risale-i Nurların çok iyi anlaşıldığı kanaatini taşıyorum. Kendi açımdan bu anlayışa benim de ulaşmam gerektiğini düşünüyorum ve onun için de gayret sarf ediyorum.
* Bugünün şartlarında sizce Nur Talebeleri bölünmüşlükten nasıl kurtulabilirler? Daha doğrusu hangi şartlarda bir ve beraber olabilirler?
Nur Talebeleri fiziki olarak bir araya gelmek zorunda değiller. Ama belli projeler etrafında bir araya gelebilirler veya birbirlerinin meziyet ve güzellikleri ile iftihar edebilirler. Mesela, ben duysam ki, Filipinlerde Nur Hanım Risale-i Nurları alıp Üniversitelerde ders kitabı yapmış, ben onunla iftihar ederim ve ona dua ederim.
Veya Risale-i Nur Araştırma Vakfı Mısır’da bir sempozyum düzenlemişse ben mana alemimde onlara dua ederim ve manen destek olurum. Elimden gelirse destek olur ve teşvik ederim ve o faaliyetten dolayı da iftihar ederim. Aslında bu dediğimiz şey Şirketi maneviyedir. Şirketi Maneviyede insanların fiziken bir araya gelmelerine de çok fazla gerek yoktur. Birbirlerine dua etmeleri, birbirlerini teşvik etmeleri, birbirlerinin projelerine destek vermeleri bir ve beraber olduklarını göstergesidir.
Bu gün dünya çapında gelişen hadiseler de bunu gösteriyor. Üstad hazretleri ihlası tarif ederken “Kimden ve nereden olursa olsun İslam’a hizmet edenlere yardım etmektir” diyor. Bize bir ölçü veriyor. Yani, “Bu Risale-i Nurları ben yayar ve onun neşrine ben hizmet edersem benimdir yoksa değildir.” anlayışı çok yanlış bir anlayıştır. Bunun modası geçti artık. Herkes kendi iç dünyasında okuyup yaşıyor ve bir başkasına anlatıyor veya anlatmaya, ulaştırmaya çalışıyor zaten. Hiç ummadığımız ve beklemediğimiz yerlerde Nur Talebeleri ile karşılaşıyoruz. Demek birileri onlara ulaştırmıştır. O insanlar da o eserleri almış okumuş ve kendi dünyalarında uygulayarak dünyalarını güzelleştirdiklerini müşahede ediyoruz. Bunu için ille de bir olmak gerekmiyor.
Mesela RisaleHaber, bu meselede en güzel örneği teşkil ediyor. Nerede ve ne zaman olursa olsun, kimden gelirse gelsin her türlü faaliyet ve hareketi, yorum ve hizmeti ayırım yapmadan yayınlıyor. Cezayir’de, Filipinler’de, Mısır’da; Risale-i Nurlarla ilgili nerede güzel bir haber varsa, onu efkârı ammeye neşrediyor. İşte bu güzel bir beraberliktir.
Diğer taraftan Merak Kitap’a gidip baktık, orada her türlü kitap vardı. Nurlarla ilgili her eseri orada bulabilirdiniz. Ayırım yapmadan Risale-i Nur’la, Bediüzzaman’la ve Nur Talebeleri ile ilgili hatta Nur Talebelerinin yazdığı kitaplar da dahil olmak üzere her türlü kitap biraradaydı. Yani, orada şu veya bu yayınevi ayırımı yapılmamıştı. Hiçbir yayınevi dışlanmamıştı. İşte, birlik budur, buna denir. Yani, artık o eski anlayışlar yavaş yavaş tükeniyor. Herkes birbirini kabulleniyor ve birbirinin hizmetleri ile iftihar ediyor. Bir olmak budur.
* Siz İslam Dünyasını bilen ve İslam Birliğine gidecek yolları araştırmış biri olarak 2009’un Nur Talebeleri, olaylara bakarken Türkiye zaviyesinden mi bakmalı yoksa evrensel mi bakmalı? Bu konuda neler söylersiniz?
Her şeyden evvel Nur Talebelerinin Tazyikat-ı Türkiye hapsinden kurtulmaları lazım. Yani Risale-i Nur hizmeti dediğimiz zaman sadece bir halkadan veya bir daireden ibaret olmadığını bilmemiz gerekiyor. Bu hizmete, bu daireye girmiş insanlar sayısıca daireden oluşmuş bir hizmet nazarıyla bakmalıyız.
Yani, üzerinde insan yazılı her canlıyı dikkate almalı ve ona göre hareket etmeliyiz. Eskiden yaşadığımız ve bugünlere taşıdığımız o dar kalıplar içerisinde kalarak bu bahr-ı umman olan, hatta bir Arap kardeşimizin dediği gibi “Sahili olmayan bir umman”, böyle bir ummanı siz mahalli kalıplar içine hapsedemezsiniz. Mahalli ölçeklerle tartamazsınız. Ölçülerinizin, ölçü kalıplarınızın veya kaide ve kurallarınızın artık enternasyonal olması lazımdır. Ki insan muhataplı bir hizmet tarzı geliştirebilesiniz.
Mahalli kalıplar veya mahalli kavgalar hapsinden kurtulup uluslar arası kalıplara ve ölçeklere yelken açmalısınız ki, hedefe ulaşasınız. Zaten dünya biraz da âdem zamanına döndü gibi o zaman milletler yoktu, devletler de yoktu sınır da mevcut değildi, sadece insan vardı. İnsanla muhatap oluyordun. Habil vardı bir de Kabil vardı, yani bir tarafta inanan vardı diğer tarafta inanamayan başka yoktu. Yine o şekle bürünüyor. Ama bu zamana kadar birçok güzellik oluşturmuş olan insan bu kazandığı güzellikleri bir şekilde birlikte paylaşma düzenine ulaşmıştır. Nur talebeleri bu paylaşımın dışında kalamazlar. Nur talebeleri bu gelişimin gerisinde durmamalı ve insanlar nerede yürüyorsa Nur talebeleri de orada o platformda yürümeli ki bu nurları onlara gösterebilsin. Yoksa o yürüyüşün gerisinde veya dışında kalırlarsa bu hakikatleri diğer insanlara gösteremezler.
* Peki, bugün gelinen noktada birçok cemaat var. Sizin anlatımlarınıza uyan bir davranış gözleniyor veya biz öyle temenni ediyoruz. Sizce bu cemaatlerin tümü için “Ayrı ayrı kulvarlarda da olsalar kendi alanlarında ihtisaslaşmış tek bir nur cemaatidir.” diyebilir miyiz?
Şimdi bunlar gayede ve maksatta aynıdırlar. Bunlara baktığınız zaman hâşâ hiç kimseyi ihanetle suçlayamazsınız. Bu insanlar samimi, temiz, dürüst ve Risale-i Nurları muhtaçlara ulaştırma gayreti içinde olan kimselerdir. Bunların hepsi böyledir. Bunlar arasındaki ayrışma biraz ilimsizlikten kaynaklanıyor. Yani, zahiren burada ihtilaf olmaz/olmamalı; çünkü hedef aynı, gaye aynı, kullandığınız materyal aynı, ihtilafı gerektirecek bir durum yok. Görünen ihtilaf Risale-i Nur’dan veya farklı anlayışlardan kaynaklanmıyor. İhtilaf, insanlar arasındaki geçimsizlikten kaynaklanıyor. Veya geçmişte kalmış bir takım siyasi ve içtimai anlayış farkından kaynaklanıyordu. O da bana göre geçici bir arızadır. Bir gün gelecek hepsi “Hakikaten bu ayrılmalara gerek yokmuş.” deyip aradaki soğukluğu kaldıracak. Fizikken bir araya gelmeseler de anlayış olarak bir ve beraber olacaklar. Bana göre bu çok yakındır.
Bizim dershanelerimiz var bu dershanelerimiz sürekli eleman yetiştiriyor. Ama yetiştirdiğiniz elemanları taksim’ül amel tarzında görev taksimi yaparak vazifelendiremiyorsunuz. Bir sıkışma meydana geliyor. Bu sıkışmayı önlemenin yolu farklı zeminlerde bu insanları istihdam etmenizden geçer. Bunun için farklı farklı hizmet ortamları oluşturmalısınız.
Dershaneleri çoğaltmanız yanında sivil toplum kuruluşlarını geliştirmeniz ve o insanları o yerlerde istihdam etmeniz lazım. Siz bu taksim’ül amel kaidesini kendi iradenizle kuramazsanız veya kuramayınca bu birikim fıtri olarak şişerek bir yerde patlıyor. Şu veya bu gerekçe ile ayrışmalar meydana geliyor. Ama bir noktada bu patlama ve ayrışma rahmet oluyor. Sizin birlikken ulaşamadığınız noktalara ayrışma nedeniyle birileri gitmiş oluyor. Bu durum Risale-i Nurların yayılmasına neden oluyor. O zaman diyorsunuz ki, “İyi ki ayrılma olmuş eğer o ayrılmalar olmasaydı bugün hizmette bu çeşitliliği yakalayamayacaktık. Bu eserlerin en ücra köşelere kadar yayılmasına imkân bulamayacaktık.”
Ben Nur Talebelerinin cemaatlerini bir üniversitenin fakülteleri gibi görüyorum. Zahiren ayrılmış gibi görünseler de hakikatte her biri bir fakülte gibi değişik bir branşta ve alanda hizmet etmektedir. Aslında bunların hepsi birdir, bir hedefe bir maksada hizmet ediyorlar.
Röportajın birinci bölümü: Risale-i Nur'un Mekke Üniversitesine giriş serüveni