Hatice GÖRGÜN
Ruha doğru…
“Kimi zaman içimde güçlü bir yürüyüş duyarım. Yürüyormuşum gibi gelir bana. Hem dokunma hem de işitme duyumla sezerim bunu. Allah’ın insanların üzerine yaydığı rahmeti kim azaltabilir?” (Gezgin, Sadık Yalsızuçanlar)
Güçlü bir yürüyüş duyarım içimde. Saatlerce yol alan, adımları birbirine karışan, gecenin en karanlığında, zifiri karanlığı delen yürüyüşler. İrade dışı, menzili belli olmayan, gideceği yere varmak istemeyen, hasreti arttıkça yanıp tutuşan uzun yürüyüşler. Nefes nefese kalmanın verdiği engin mutluluğu duyumsamak yol yol olmak. Yollar gibi geniş, uzun, kıvrıla kıvrıla akarcasına uzanmak. Yola koyulmak, alabildiğine yürümek. Sırat köprüsünden geçer gibi arkana bakmadan, yol kenarlarındaki engellere takılmadan yürümek. Koşar adımlarla içindeki engin okyanuslara doğru yol almak.
İki yol var önünde. Tercihlerini bu iki yola göre yapman gereken iki dal. Bir tarafta meyve veren, hizmete, ilme adanmış yeni yetme bir fidan; bir tarafta güneşin kavurucu sıcağına galip gelmiş, meydan okuma sıfatından yoksun, karanlıklar ülkesinde ezilmiş, yorgun karaçalı.
Kalk dostum, mağaralarda kapalı kalma. Işığın geldiği yöne doğru çevir benliğini. Gördüğün ışık hakikat, hakikatin sırlı kollarına atmalı bedenleri.
Cemil Meriç şöyle tahlil eder kendini, “Reyhaniye kahvelerinde ömür çürüten, vaktiyle lisede okuyan ve çalışan fakat istidadı olmadığı için vazgeçen basit adi bir genç… veya gözlerini, hayatını hakikat uğruna feda ederek nesl-i ati destanlarına bir zafer ve fedakarlık nümunesi olacak hakiki bir insan…”
İstidadı olmadığı için vazgeçen adi bir genç tamlamasında, istidat kelimesi ne güzel de yerini bulmuş. İstidadımız olmadığı için ruh denilen o yüce varlığa alışamadık daha. Ruhunu melankolinin en derinlerine gömen ve sadece maddiyatla düşüp kalkan, cemaat içerisinde yer bulan ve bu itibarla tatmin olan nice zavallı yaratıklara dönüştük. Mağlubiyeti kabul etmedik ama mağlup olduk çoktan. Başkalarının rengine boyanıp, irademizi başka maddelere teslim ettik. Şahsiyetsizlik ve insaniyetsizlikle ne de mutlu olduk.
Reyhaniye kahvelerinde ömür çürüten X kişilerdik bizler ve X kişilere katılmaya ramak kalmıştı.
Ve şimdi önümüzde nice nice dağlar, nice nice kesretler var. El etek çekemediğimiz nice hasletler. “Billur bir avize zaman” diyor Tanpınar. Billur bir avize insan. Işığı, çeşit çeşit renklere bürünüp çıkıyor zahire. Beşer, benliğinin envai çeşit renkleriyle insan sıfatına bürünüyor.
İçindeki ışığı çıkardığı zaman başlıyor fısıltılar. Ve kelimelere dönüşüyor.
İnsan kelimeleriyle istidat kazanıyor.
Kuşlara benzer kelimeler. Kanat çırpışlarıyla ruhumu eritirler. Ya ilahi bir kaynaktan gelirler ya da samimiyetleriyle ve saflıklarıyla ilahi olurlar. Kelimelerle ruh, yenilenir ve beden libasından sıyrılıp Mutlak Güzel’e yönelir. O aldatmayan tek sevgilidir çünkü. O acı çektiren acısıyla mukaddestir çünkü.
İstidatla mümkündü Mutlak Sevgiliye ulaşmak ve istidat onunla dostluk kurmaktı. Ünsiyet peyda etmeyen hiçbir ruhta yaralarda kapanmaz, mutmainde olunmaz. Varlığı bilmeli insan. Bir geçiş noktası, ruhu berraklığa kavuşturma anahtarı varlık. Bilginin anahtarı. Bilgi zahirde görünen hakikat. Varlığın en görünen yüzü. Gerçek olanı gördüğün anda bilgiye kapıları açmış olursun. Hakikat varlığın özünün bilgisine sahip olmaktır. Zahire- bâtına hakim olmaktır.
“Bu dünya bir zindan bizde mahpuslarız; zindanı kaz da kendini kurtar.”(Hz. Mevlana)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.