M. Nuri BİNGÖL
Sadakatın mânası... Ama neye ya da kime sadakat?-1
Sadakatın mânası... Ama neye ya da kime sadakat?-1
İnsan – bir izaha göre- “nisyan” kelimesinden müştak. O yüzden her bir ifadenin Risale’deki yerini – hemen- hatırlayamayış çok kere canımı sıkar; acziyetimiz demek ki hafıza için de cari. Belki de bu his içine girmek içindir bu unutuşlar; tam bilemem.
“Sadakat” mevzuu için verilen bir kedi-köpek misali vardı; galiba Mesnevi’deydi. “Kelb”in sadakatini mana-yı ismiyle olduğu, kedininkinin ise “mana-yı harfi”yle olduğu anlatılıyordu. Hatta mana olarak şu ifade aklımda, o da iyice. “ Çünkü hükümleri, hadleri, günahları affeder.”
“Arkadaş! Esbab ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa, zillet ve hakarete sebeb olur. Meselâ: Kelb, bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfat-ı hasene ile muttasıftır ve o sıfatlar ile iştihar etmiştir. Hattâ sadakat ve vefadarlığı darb-ı mesel olmuştur. Bu güzel ahlâkına binaen, insanlar arasında kendisine mübarek bir hayvan nazarıyla bakılmağa lâyık iken, maalesef insanlar arasında mübarekiyet değil necis-ül ayn addedilmiştir.
Tavuk, inek, kedi gibi sair hayvanlarda, insanların onlara yaptıkları ihsanlara karşı şükran hissi olmadığı halde, insanlarca aziz ve mübarek addedilmektedirler. Bunun esbabı ise, kelbde hırs marazı fazla olduğundan esbab-ı zahiriyeye öyle bir derece ihtimam ile yapışır ki, Mün'im-i Hakikî'den bütün bütün gafletine sebeb olur. Binaenaleyh vasıtayı müessir bilerek Müessir-i Hakikî'den yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tahir olsun. Çünki hükümler, hadler günahları afveder. Ve beynennas tahkir darbesini, gaflete keffaret olarak yemiştir.
Öteki hayvanlar ise, vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar. Meselâ: Kedi seni sever, tazarru' eder, senden ihsanı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda muarefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. Ancak Mün'im-i Hakikî'ye şükran hisleri vardır. Çünki fıtratları Sânii bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar. Şuur olsun olmasın...
Evet kedinin "mır-mır"ları "Ya Rahîm! Ya Rahîm! Ya Rahîm"dir.” ( Mesnevi-i Nuriye; s: 71-72)
Bizim labtobun harddiski, bakın bizden daha hafızalı; çünkü öyle ayarlanmış, nefisden de azade elbet.
Böyle bir “sadakat” düşman başına; insanı bu “faniyat”ta da rezil eder, “Dar’ul-Mizan” olan Haşir meydanında.
Bu mevzuyu ele alma sebebini açıkça diyeyim. Geçenlerde – dostlar arasında- elden ele dolaştırılan bir bilgisayar çıktısı geçti elime. Risale’den siyamı- sıbakı- makabli-makaali koparılarak, bazı umdeleri hevasıyla koyan bir grup, kendi “ilke”lerine münasip ve onları destekleyici “sadakat”le alakalı cümleleri toplamış, bunu bir “malın” revacı için kullanmaya çalışıyordu.
Bu sahifeler bir safiyane davranan arkadaşın elindeydi. Şöyle bir göz attım.
“Kardaşım,” dedim; “ meşhur Bektaşi fıkrasını bilirsin. Namaz kılmadığını gören bir mü’min “emr-i bi’l- ma’ruf” vazifesini yaparak, adama sormuş. Neden Namaz kılmıyorsun? Bektaşi bir şişinmiş, bir kibirlenmiş ki sanki bu terki ile fazilet kazanmış. ‘Hani, Kur’an’da “La takrabusselat” var ya... Namaz’a yaklaşmayın diyor bize. Bizim de bir cümlenin siyam ve sıbakını atar; meseleyi Usulid-din’in dışında ele alırsak, aynı ironik hale düşeceğimiz bedihdir.”
“sadakat” kelimesinin, Develioğlu lügatında şu mânaya geldiği söyleniyor: Dostluk, vefalılık, içten bağlılık; doğruluk, yürek doğruluğu.” ( Shf: 1087)
Türk Dil Kurumu’nun “ Büyük Türkçe Sözlük”ü ise kelimeyi şöyle açıklıyor: “Sadakat : is. (sada:kat) İçten bağlılık, sağlam, güçlü dostluk: “Vazifemi sadakatle yaptığımdan dolayı memnun olduklarını sanıyorum.” -R. H. Karay.” ( www.tdkterim. Gov.tr.)
Aynı kelime Türkmen ve diğer Türk lehçelerinde “berlenlik”le, “berilgenlik” ifade edilirken, Türkmen lehçesinde farklı olarak “ vepalılık” kelimesiyle de açıklanıyor. ( Yani vefalılık.)
Risale-i Nur’da Üstad Bediüzzaman Hazretlei (ranh) “sadakat” kelimelerini talebelerine “ acz,fakr, şefkat tefekkür tariki” ( yani mesleği) ve “meslek-i hakikat” olan, hakikatte de izah buyurduğu bütün umdelerin, “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” mesleğine “ hüve hüvesine” tevafuktan başka bir yol olmayan mesleğini izah eden “hususi” ya da “umumi” mektuplarının – hemen hemen, mefhumla alâkalı izahların bulunduğu lahikaların- hepsinde kelime, bu sözlüklerde beyan edilen mânasıyla kullanılmıştır.
“Sizin bayramınızı ve Nurlarla ciddî iştigalinizi ve daima birinciliği Nur dersinde ve sadakatinde muhafaza etmenizi, bütün ruh u canımla tebrik ederim.
Sâniyen: Hiç merak etme, seninle muhabere manen devam eder. Bütün mektublarımda "Aziz, sıddık kardeşlerim" dediğim zaman muhlis Hulusi saff-ı evvel muhatabların içindedir.
Sâlisen: Nurlar pek parlak ve galibane fütuhatı geniş bir dairede devam ediyor. "Sırran tenevverat" sırrıyla, perde altında daha ziyade işliyor. İki makine, bin ve beşyüz kalemli iki kâtib olmasıyla, inşâallah zemin yüzünü de ışıklandıracak derecede ders verecek.
Kardeşim ben de senin fikrindeyim ki, Nur hizmeti için kader-i İlahî seni gezdiriyor. En muhtaç yerlere sevkeder. Hususan o havali, memleketim. Güzel levha-i hakikatın lâhikalarına geçirmek için, Nur şakirdlerine gönderdik. O civarda Nurlarla alâkadar zâtlara selâm.” ( Barla lahikası; s.380)
“Ruhu ruhuma en yakın talebem” buyurduğu Hulusi Ağabey’e hitaben mektuptan İktibas ettiğim misal gibi pek çok metinde de Üstad, “sadakat” kelimesini vefa mânasında kullanıyor.
Yalnız şunu unutmanın ya da kelimeyi kendi zannımıza göre tevil etmenin – eğer bile bile yapılıyorsa- istismar mânasına geleceği de açıktır. Vefa nedir? Bir insana, bir varlığa, bir kıymete, bir kaynağa bağlı olmak; bu mefhumların değerini, yine bu mefhumlara bağlı kalarak açıklamak, onlara – emr-i Üstadaneleri iktizasınca- “hadlerinden fazla” paye vermemektir. Peki verilirse ne olur? Onlara sadakatsizlik yapılmış olur!
Kelimenin bir de ıstılahi manası var: “Hem Hazret-i Peygamber (sav)in taraf-ı İlahi’den getirdiği ahkamı ve zaruriyat-ı diniyeyi TASDİK etmek, yani edille-i şer’iyye ile sabit olan ahkamın cümlesini şeksiz ve kesin bir surette tasdik etmektir.” ( Kitabu’d-Düreri’l- Mustafa... Müellif: s-seyyid Mustafa El-Bedevi, s:114, Rahle yayınları, İstanbul)
Yukarıdaki “ ehl-i sünnet ve’l-Cemaat İtikadı” eserinden aldığımız metinde geçen “tasdik” kelimesinin mânasına dikkat ediniz. “Sıdk” kökünden müştak kelimenin ıstılahi manası, metnin zımnında da mündemiç zaten. Risale-i Nur’un imani ve şer’i eserlerinde kullanılan “ sadakat” kelimesi, işte bu mana ile alakalıdır; sadece “ vefa” mânasında değildir.
“Ey nefsim! Bil ki: Evvelki adam kâfirdir veya fâsık-ı gafildir. Şu dünya, onun nazarında bir matemhane-i umumiyedir. Bütün zîhayat, firak ve zeval sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insan ise; ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudat, ruhsuz, müdhiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalaletinden neş'et edip, onu manen tazib eder. Diğer adam ise; mü'mindir. Cenab-ı Hâlık'ı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya, bir zikirhane-i Rahman, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyat-ı hayvaniye ve insaniye ise; terhisattır. Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, manen mesrurane, dağdağasız diğer bir âleme giderler. Tâ yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün tevellüdat-ı hayvaniye ve insaniye ise; ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir. Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakim memnun memurlardır. Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş'esinden neş'et eden nağamattır. Bütün mevcudat, o mü'minin nazarında, Seyyid-i Kerim'inin ve Mâlik-i Rahîm'inin birer munis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok latif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatlar, imanından tecelli eder, tezahür eder. ( Sözler, s:18)
Ayrıca Münazarat’taki ölçü daha vazıh:
“S- Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir?
C- Doğruluk.
S- Daha.
C- Yalan söylememek.
S- Sonra.
C- Sıdk, sadakat, ihlâs, sebat, tesanüddür.
S- Neden?
C- Küfrün mahiyeti yalandır, imanın mahiyeti sıdktır. Şu bürhan kâfi değil midir ki; hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamiyledir.
S- En evvel rüesamız ıslah olunmalı?
C- Evet; Reisleriniz, malınızı ceblerine indirip hapsettikleri gibi, akıllarınızı da sizden almışlar veya dimağınızda hapsetmişler. Öyle ise, şimdi, onların yanındaki akıllarınızla konuşacağım:
Eyyüherruûs verruesâ! Tekâsülî olan tevekkülden sakınınız! İşi birbirinize havâle etmeyiniz! Elinizdeki malımızla ve yanınızdaki aklımızla bize hizmet ediniz. Çünki, şu mesâkîni istihdam etmekle ücretinizi almışsınız.” ( Tarihçe-i Hayat, s:87)
Demek ki “sadakat” kelimesinden sadece “bağlılık” manasını anlamak mümkün değildir. Hele Münarat’ta “ Hüsn-ü zanna dayanan” körü körüne bir bağlılık reddediliyorsa, buna sadakat denemeyeceği çok açıktır.
Hele bu bağlanılan – ya da öyle olması istenen yer, makam, mevki- temel umdelerle “usuli’d-din” kaidelerine ters bir “açılım”la meseleyi aslından – belki de bilmeden- saptırıcı bir mekan ise, asıl sadakatın olması gereken “ezeli- ebedi”, “ayine Samed olan kalp”in zıddına çekici bir hüküm mevkii ise, bu tavrın adını vermede hiç kimsenin zorlanmayacağını biliyorum.
En ehven tabiriyle, bid’akarlık... “ Küllü bid’atün dellale, küllü dalaletin fi’n-nar” Hadis’i meşhurdur.
İktibas etttiğim metinlerden birincisi “ külliyat bütünlüğü” içinde ve “ dava değil, dava içinde bürhan” edebiyle okunursa bile, varılacak netice sadece ve sadece budur; en azından “biz” böyle anlıyoruz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.