Abdulkadir MENEK
14 Mayıs demokrasi bayramı-1
1950 öncesinin Türkiye’sinde hak ve hürriyetler noktasında gerçekten çok büyük problemler yaşanmıştır. Adı Cumhuriyet olan, ancak Demokratik Cumhuriyet olmayı bazı evham ve kaygılarla başaramamış bir ülkede, bir çok yanlış uygulamaların ve haksızlıkların olması kaçınılmaz olmuştur. Özellikle din ve inanç hürriyeti çok kısıtlanmış, birçok insan zulme ve gadre muhatap olmuştur. Eskiye dönüş korkusu ve yönetimi elinde bulunduran elitin, küçümsediği halk tabakasına, yönetimi kaptırma endişesi, baskılara ve özgürlüklerin kısıtlanmasına bir nevi haklı gerekçe gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Bu zihniyet, aradan bunca yıl geçmesine rağmen, ülke yönetiminde çok etkili olan bürokraside, bugün de güçlü bir şekilde yaşamaktadır.
Avrupa’da Reform ve Rönesans hareketleri ile başlayan kıpırdanma ve özgürlüklerin kayıtlardan kurtarılması gayretleri, İngiltere’deki Sanayi Devrimi ve Büyük Fransız İhtilali ile genişleyerek devam ederken, bunun bizdeki yansımaları istenilen düzeyde olmamıştır. Ne yazık ki Osmanlı İdaresinde de, bir saray eliti vardır. Esasında, İslam’ın özünde olmayan bir saltanat rejimi hüküm sürmektedir. Ancak, inançlarından dolayı bunlar, halkla barışık bir şekilde yaşamayı başarmışlardır. İslamiyetin, tebanın hakkının korunması için yaptığı tahşidat ve kul hakkının önemine yaptığı ısrarlı vurgular, Müslim olsun, gayrı Müslim olsun bütün vatandaşların haklarının en üst düzeyde korunması için devlet idaresinde sağlam bir gelenek oluşturmuştur. Bu gelenek, Osmanlının altı yüz yılı aşkın bütün saltanatı boyunca, belirgin bir şekilde etkisini göstermiştir. Cumhuriyetle birlikte, Osmanlının bütün izlerinin silinmeye çalışıldığı bir ortamda, bu gelenek de ciddi biçimde bir tahribata ve husumete hedef olmuştur.
Çoğunluğu oluşturan halk tabakası, kendisine tepeden bakan, kendisini küçümseyen, bazı hürriyetleri kendisine layık görmeyen ve her vesile ile taciz etmekten ve haksızlıklardan geri durmayan idarecilere küsmüş, fakat hiçbir zaman devlete düşman olmamıştır. İnancından aldığı sabır duygularını en yoğun bir biçimde yaşayarak, eline meşru bir zeminde, bir fırsatın geçmesini beklemiştir.
1950 öncesindeki bu hak ihlalleri ve antidemokratik uygulamalar, milletin sabır ve tahammül gücünün sınandığı ve çok başarılı bir sınavın verildiği bir dönem olmuştur. Bu hak ihlalleri, ülkemizin bir çok yöresinde, trajikomik bir çok olayın yaşanmasına neden olmuştur. Hazin bir çok olaylar ve haksızlıkların hepsi, milletin bu engin sağduyusu ve alkışlanmaya değer mükemmel sabrı ile önemli bir hadiseye yol açmadan atlatılmıştır.
Din adamlarına reva görülen zulümler ve din eğitimine getirilen dehşetli yasaklamalar bile, halkın dinini öğrenme isteği ve azmini söndürememiş, insanımız bulduğu her fırsatta inancını öğrenmek ve yaşamak için üzerine düşeni yapmayı başarmıştır. Bediüzaman’ın kuş uçmaz kervan geçmez Barla’da başlattığı büyük iman ve tecdit hareketi, halkın bu büyük inancı ve kadirşinaslığı ile büyük makes bulmuş, menfiliğe kaçmayan hareketlere milletin gösterdiği muhabbet ve verdiği desteğin şaheser bir tezahürü olmuştur. Bu durumu çok iyi bilen ve gözleyen Bediüzzaman, bu muazzam sahiplenmeyi ve hizmet tarzını ‘’sırren tenevveret’’ olarak formüle etmiş ve bu gizli aydınlanma, Anadolu’ya büyük bir canlılık, heyecan ve ümit vermiştir. !950 yılında yaşanan devrim niteliğindeki iktidar değişikliğini, Nur Hareketinin bu cesur direnişi ve sivil itaatsizlik ile birlikte ve ‘’sırren tenevveret’’ metodu olmadan izah etmeye kalkışmak, büyük bir sosyolojik olguyu görmezlikten gelmek demektir.
Bu durumdan hareketle, 14 Mayıs 1950’de yaşanan ve beyaz ihtilal olarak vasıflandırılan iktidar değişikliğini tetikleyen en önemli unsurun, halkın dinini öğrenmek ve yaşamak konusunda gösterdiği kararlılığın bir yansıması olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Elbette başka bazı unsurların, sözgelimi halkın yaşadığı büyük ekonomik sıkıntılar, 27 yıllık tek parti iktidarının halkta oluşturduğu bıkkınlık ve hoşnutsuzluk ile birlikte dünyadaki konjonktürel faktörlerin bu seçimin sonuçlarına çok büyük etkisi olduğu inkar edilemez. Ancak ezanın, hükümetin ilk icraatlarından olarak, Türkiye’deki bütün camilerde, bir ikindi vaktinde yeniden asıl şekliyle okunması sırasında gösterilen alakanın ve yaşanan heyecanın büyüklüğü bu özlem ve isteğin boyutlarını gösteren çok çarpıcı bir misaldir.
Demokrat Parti iktidarı, halktaki bu özlem ve isteğin farkındadır. Onun içindir ki, icraatlarında bu konuya büyük önem verir. İmam Hatip Okulları açılır. Radyodan Kur’an okunmaya başlanır. Okullara din dersleri konur. Yüksek İslam Enstitüleri açılır. Din üzerindeki baskı, büyük ölçüde kalkar. Halk derin bir nefes alır. Halk, yapılan bu icraatlara sahip çıktığını her sandık başına gittiğinde Demokrat Partiyi destekleterek gösterir.
Ancak bu durumdan hoşnut olmayan bir kesim vardır. İktidarlarına bir ortak çıktığını gören ve bundan hiç hoşlanmayan katı laik ve jakoben elitler. Bunlar bürokraside de büyük ölçüde etkindirler ve Demokrat Parti’nin bir çok icraatına engel olurlar. O zamanlar söylenen bir söz o durumu çok güzel bir şekilde anlatıyordu. ‘’Demokrat Parti iktidar oldu, ama muktedir olamadı.’’ Aslında bu söz bir bakıma o günden sonra halkın oylarıyla iktidara gelen bütün cumhuriyet hükümetlerinin ortak kaderi olmuştur. Bugün, % 47 ile iktidar olan hükümet için de aynı neticeyi üzülerek müşahede etmiyor muyuz? Altı seneyi aşkın bir zamandır başörtüsü meselesinin hal edilmeyişi, katsayı engelinin kaldırılmaması, Kur’an Kursları önündeki yaş engelinin olduğu gibi durması, beklentilere cevap verecek sivil bir Anayasa’nın bugüne kadar yapılamaması, hükümetin gerekli cesareti gösterememesinin bir işareti olduğu gibi, bürokratik elitin direncinin çok canlı bir şekilde devam ettiğinin tezahürleridir.
Merhum Menderes, millete sahiplenmenin bedelini arkadaşları Zorlu ve Polatkan ile birlikte canıyla ödedi. Halkın vatandaş olduğunun farkına vardığı, devlet dairelerine korkmadan girmeyi öğrendiği, medeniyetin nimetlerinin yararlanmaya başladığı bu on yıllık sürenin sonunda iktidarın hak etmediği bu hazin son, milletin vicdanında hiçbir zaman yer bulmadı. Millet bu olayı hiçbir zaman tasvip etmedi, Menderes ve arkadaşlarını gönlünde hep yaşatmaya devam etti. Bugün geriye dönüp bakıldığında, bu idamların ne kadar haksız ve zalimane olduğunu milletim kahir bir ekseriyeti kabul etmektedir. Haklarını yemeyelim. Bugün de, bu idamları alkışlayan, çok az da olsa bir kesim vardır ve maalesef bunlar da, kendilerini hala milletin üstünde görmeye devam eden, seçme ve seçilme hakkını bile bu millete çok gören jakoben ve katı laikçi kesimdir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.