Prof. Dr. Şadi EREN

Prof. Dr. Şadi EREN

Kelamdaki Kapalılık ve Kur'an’ın Müteşabihatı

Hollanda’daki görevim esnasında dinleyici olarak katıldığım bir konferansta sayın konuşmacı ele aldığı meseleleri kapalı, anlaşılması zor ifadelerle anlatmıştı. Soru cevap bölümünde kendisine şu ilginç soru yöneltildi: “Anlaşılmamak için özel bir gayret mi sarfediyorsunuz?”

“Kelâmdan maksat, ifade-i meramdır” denilir. Bu haki­katten gafil nice kelâm veya kalem erbabı, bilmece gibi ifadeler kullanmayı hüner zannetmektedir. Hâlbuki asıl hüner, sözün anlaşılır olmasıdır.

Bir Cuma namazı çıkışında, bir arkadaşım vaizle alakalı şöyle dedi: “Hoca derin adammış!”

“Nerden anladın?” diye sordum.

“Anlattıklarından bir şey anlamadım da ondan böyle söyledim” diye cevap verdi.

Bunun üzerine şöyle dedim: “Derin hoca olmanın ölçüsü anlaşılmamak değildir. Herkes seviyeye inemez. Seviyeye inmek seviye ister!”

Cenab-ı Hak, o sonsuz azametiyle beraber, “tenezzülât-ı ilâhiye” tabir edilen in­sanların anlayacağı bir üslûpla insanlara seslenmiştir. Ço­cukla konuşan bir profesörün çocukça tabirler kullanması belâğatın ta kendisidir. Günümüzde bir kısım ehl-i ilmin, hal­kın seviyesine inebilen sade üslûplu çalışmalar yapama­ması ciddî bir noksanlıktır.

Bediüzzaman zor anlaşılan bir kelâmın kapalı ve müşkil oluşunun iki sebepten olabileceğini söyler:

1- Ya kelâmın lafız ve üslûbu perişandır.

2- Veya bununla ifade edilen mana gayet ince ve derindir. Yahut gayet kıymetlidir veya alışılmamış bir manadır. Çok az duyulduğundan güya fehme karşı nazlanmak ve şevki artırmak için kendini göstermemek, kıymet ve ehemmiyet verdirmek ister.[1]

Kur'anda da yer yer zor anlaşılan ibareler bulunur. Birinci sebepten dolayı manadaki kapalılık, beyanı gayet açık olan Kur’ân’a yanaşmamıştır. Kur’ândaki müşkilat ikinci kısımdandır.

Bununla beraber, Peyami Safa’nın da dikkat çektiği gibi, sadelik basitlik demek değildir. Özlü ve girift bir fikri, anlaşılır bir şekilde ifade etmektir.[2] “Yerine göre sadelik bir me­ziyet, yerine göre de kusurdur."[3]

Kur'anın zor anlaşılan kısımları genelde müteşabihât kavramıyla ifade edilen yerlerdir. Mesela Kur'anda “Allah’ın eli”[4] ifadesi geçer. Bunun gibi müteşbih ifadelerle bir kısım derin hakikatler teşbihlerle anlatılmaktadır.

Kur’ân hem avam hem de havassa hitap eder. İnsanların % 80’i avamdır. Havass, (üst düzey kimseler), avama yönelik kelamdan istifade edebilirler. Fakat avam ise, havassa hitap olunan kelâmı hakkıyla anlayamazlar. Bunun için Kur'an avamın da anlayabilecekleri ifadelerle anlatmış ama havassın da hissesini ihmal etmemiştir.

Geniş imkânlara sahip birini anlatırken “Bir eli yağda, bir eli balda” denilebilir. Gerçekte ise o kimse yağ ve baldan hoşlanmayan biri olabilir. Bu durumda o kişi hakkında kullanılan bu söz yanlış oldu denilmez. Surete takılmayıp bununla kastedilene yönelmek gerekir.

TENEZZÜLÂT-I İLÂHİYYE

Tenezzülât-ı ilâhiyye, Cenab-ı Hakkın insanların anlayacağı seviyeden onlara hitap etmesidir. Bediüzzaman bunun iki esasına dikkat çeker:

- Müraat-ı efham (İnsanların fehimlerini / anlama seviyelerini gözetmek)

- Mümâşât-ı ezhan (İnsanların zihinsel kapasitelerine göre yürümek).[5]

İşte Kur’ân-ı Kerim'de yer alan bazı ibareleri; kinaye, mesel, sembolik anlatımda olduğu gibi ilk manasına göre anlamamak gerekir. Cenab-ı Hak Arap üslûbu üzere muhataplarına “tenezzülde bulunmuş” yani onlara daha iyi anlayabilecekleri bir üslûpla hitap etmiştir. Şu âyetlerde bunların numunelerini görebiliriz:

1- "Rahman arşa istiva etti."[6]

Arş, kelime olarak, taht anlamındadır. Arş, genelde müfessirler tarafından ilâhî saltanattan kinaye olarak değerlendirilir. Yani, nasıl ki bir hükümdar tahtına oturur, emir ile ülkesini idare ederse, Cenab-ı Hak dahi, emir ve iradesiyle âlemde hükmeder, tasarrufta bulunur.

2-“Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.”[7]

"Devletin eli" dediğimizde maddi bir el anlaşılmadığı gibi, Kur’ân ve hadislerde geçen "Allah’ın eli" ifadesinden de maddi bir el anlaşılmaması gerekir.

Âyet, Hudeybiye’deki Rıdvan Biatı münasebetiyle nazil olmuştur. Şöyle ki:

Hazreti Peygamber, rüyasında Ka’beyi tavaf ettiğini görür. Bunu, sahabilerine haber verir. "Peygamberlerin rüyası vahiydir"[8] esasını bilen sahabeler, bu rüyaya çok sevinirler. O sene (hicretin 6. yılı) umre için Hazreti Peygamber 1400 sahabeyle Mekke’ye doğru yola çıkar. Hudeybiye isimli mevkie geldiklerinde, Mekke müşrikleri onları durdurur. Rasulullah, Hazreti Osman’ı Mekke’ye elçi olarak gönderir. Mekkeliler, Hazreti Osman’ı hapsederler. Bu haber Müslümanlara "Osman öldürüldü" şeklinde yansır. Rasulullah, bir ağaç altında sahabelerden biat alır. Sahabe, gerekirse ölünceye kadar savaşmak üzere biat eder. Âyet, bu durumu anlatmaktadır:

“Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen ise kendi aleyhine dönmüş olur. Her kim Allah’a verdiği sözü yerine getirirse, ona büyük bir mükâfat verecektir.”[9]

Not: Biatta Peygamberin eli üstte, biat edenlerin de alttadır. Âyet bu noktadan da ele alınmalıdır. Yani “Allah’ın eli” ifadesi böyle bir bağlamda geçmektedir.

3-“Melekler sıra sıra dizilip Rabbin geldiğinde.”[10]

Bu ifade “Rabbinin emri, kudret âyetleri ve kahrının eserleri geldiğinde” demektir.

Âyet, bir temsildir. Nasıl ki haşmetli bir sultanın gelişinde onun hükümdarlığının ve heybetinin eserleri görülür. Kıyamet gününde de Cenab-ı Hakkın haşmetini gösteren nice durumlar görülecektir.

4-“Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, onu (sanki) kara balçıklı bir su gözesinde batıyor buldu.”[11] Âyet, Zülkarneynin Atlas Okyanusu tarafına yaptığı seyahatle alakalıdır. Âyette çizilen tablo, zahire göredir. Zâhir nazarda, güneş denizin sularına girer, kaybolur.

5-“Güneş de kendi yörüngesinde akıp gider.”[12] Bundan murat, güneşin zahirde dünya etrafında dönmesi zannedilebilir. Nitekim uzun asırlar boyunca insanlar güneşi böyle algılamışlardır. Ama gerçekte güneşin de kendi yörüngesinde bir hareketi de bulunmaktadır.

[1] Bkz. Said Nursi, Muhakemat, s. 46

[2] Peyami Safa, San'at- Edebiyat- Tenkit, Ötüken Yay. İst. s. 171

[3] Safa, age. s. 173

[4] Fetih, 10

[5] Bkz. Said Nursi, Muhakemat, s. 46

[6] Tâhâ, 5

[7] Fetih, 10

[8] Buhâri, Vudû, 5

[9] Fetih, 10

[10] Fecr, 22

[11] Kehf, 86

[12] Yasin, 38

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum