Emrullah BEYTAR
Said-i Nursi ve Kürt Sorunu (4)
Siyasal eşitsizlik ve antidemokratik uygulamaların neticesinde ortaya çıkmış bulunan Kürt sorunu bugüne kadar 29 Kürt ayaklanmasının çıkmasına zemin hazırlamıştır. Daha önceki yazılarımızda Kürt sorunun tarihi arka planını ayrıntılı bir şekilde dile getirmiştik. Şeyh Said ayaklanmasının dışında kalan 28 Kürt ayaklanmasının çıkış sebebi Kürtlerin maruz kaldığı antidemokratik uygulamalar olmuştur. Şeyh Said ayaklanmasını fitilleyen sebepler tek parti diktatoryasının antidemokratik uygulamaları ve Kürdistan’daki medreselerin kapatılması olmuştur.
Bugün karmaşık bir hal alarak uluslararası bir sorun haline gelmiş bulunan Kürt sorunun çözümü için güçlü bir iradeyi taşıyan yürekli, ferasetli ve ehl-i vicdan siyasetçilere ihtiyaç vardır.
Bir asır önce ferasetiyle bugünü görebilmiş olan Üstad Bediüzzaman’ın teşhis ve reçetelerinin bugüne kadar hiçbir hükümet tarafından dikkate alınmamış olmasının faturası Türkiye toplumuna ağır gelmiştir. “…ve bu üç nokta gelecekte Kürtler için basiret ehlini yaralayacak dehşet verici bir darbe hazırlamaktadır” diyen tecrit, ret ve inkar politikasının ümmet adına büyük kurbanı Bediüzzaman Said-i Nursi’nin o gün başlatmak istediği açılıma destek veren bir siyasi irade olmuş olsaydı Türkiye toplumu bugün daha huzurlu, zengin ve mutlu olması kavi bir ihtimaldi.
1924’ten sonra resmi ideolojinin siyasal eşitsizlikler, ret, inkar ve asimilasyon üzerinden formüle etmiş olduğu paradigma Kürt sorununu politikleştirmiş, statükodan yana tavır alan siyasetçilerin vurdumduymazlığından dolayı da sorun uluslar arası bir hal almıştır. Son çeyrek asırdaki çatışmalı ortam Türkiye’nin siyasal yapısında, ekonomisinden ve bilhassa toplumdan çok kurbanlar almıştır. Statükocuların sahiplenerek halka dayattığı paradigmanın sorunu çözme yerine daha da kronikleştirdiği ortalama her vatandaşın malumudur. Peki sorunun daha fazla kurban almaması ve yaşanılabilir adil ve demokratik bir Türkiye’nin inşası mümkün mü, mümkünse bu nasıl olacaktır sorusunun cevabı önem arzetmektedir.
Üstad, ret, inkar ve asimilasyon politikalarının olmadığı bir dönemde sorunun çözümü için mabeyne sunmuş olduğu reçetenin halen günceliğini muhafaza ettiğini ancak bunun sorunu çözmeye kafi gelmediğini daha önceki yazımızda dile getirmiştik. Peki bundan sonra nur talabelerinin referansları neler olacaktır. “Otuz bir mart olayını yaşamış bir kişiliğin politik sorunlara yönelik çözümlemeleri veya açılımları var mı, varsa bunu Kürt sorunun çözümünde kullanmak mümkün mü?” sorusu önemlidir.
Öncelikle sorunun çözümü için yeni bir paradigmaya ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim. Kemalist elitlerin bugüne kadar uygulatmaya çalışarak toplumun geleceğini riske eden inkar ve asimilasyon içerikli paradigma iflas etmiştir. İflas eden bu paradigma yerine devleti demokratikleştirerek toplumsal barış ve huzuru tesisine katkı sunacak bir paradigma lazımdır. Bu paradigmada “eşit şartlar altında bir arada yaşama” şeklinde formülasyon mümkündür. Bu paradigmanın nasıl hayat bulacağının yol haritasını en güzel bir şekilde çizen kişinin de Bediüzzaman olduğu düşüncesindeyim.
Sanık Sandalyesindeki Özgür Ruh
Otuz bir mart olayının vuku bulduğu sırada kendisini bir anda Divan-ı Harbi Örfi’de sanık sandalyesinde bulan asrın müceddidi Bediüzzaman, sonunda idamda olsa milletin selameti için sarfetmesi gereken sözleri vardı. “Herkesin şevkini kıran ve neşesini kaçıran ağraz (kin, düşmanlık) ve hiss-i taraftarlığı uyandıran buradaki şube-yi hafiyeye muhalefet ettim. Herkesin bir fikri var. Ben de hürüm. Selamet-i millet için bir fikrim var: İşte sulh-i umumi, afv-ı umumi, ref’-i imtiyaz lazım. Ta ki, biri bir imtiyaz ile başkasına haşerat (zararlı) nazarıyla bakmak ile nifak çıkarmasın” diyerek toplumsal barışın tesisinde önemli bir rol almıştır.
Bediüzzaman’ın selameti millet için dile getirmiş olduğu bu sözleri bugün birileri etrafında dolaşarak dillendirilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Hayat-ı içtimaiye medresesinin en renkli simalarından birisi olarak göze çarpış bulanan Bediüzzaman’ın bu reçetesini açık ve mukni bir dille ifade edilmesi gerektiği inancındayım. Bu reçetedeki sözlerin içi boş, hayali ve sloganik sözler olmadığı düşüncesindeyim. O dönemdeki siyasi ve sosyal olaylar yakından analiz edildiğinde reçetenin önemi daha rahat anlaşılmaktadır. Bugünkü ortam ve sorunun o günkü ortam ve sorundan çok farklı olmadığı düşüncesindeyim. Bunun gerekçelerini bir sonraki yazımızda ayrıntılı bir şekilde dile getirmeye çalışacağız.
Bayramın tüm insanlığa barış ve özgürlük getirmesini Allah’tan niyaz ederim. Bayramımız mübarek olsun.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.