Said Nursi Abdülhamid için fetva yayınladı mı?
Hüseyin Çelik ve Ahmet Akgündüz'ün 'Sultan Abdülhamid ve Said Nursi' açıklaması
Risale Haber-Haber Merkezi
Eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, bir süredir Sultan Abdülhamid hakkında dizi yazılar neşrediyor.
Çelik’in “Sultan Abdülhamid’e sırılsıklam karşı” listesinde Bediüzzaman Said Nursi’yi de yazması üzerine Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, cevap verdi.
Çelik'ten 'sırılsıklam Abdülhamid karşıtları' listesi
Önce Hüseyin Çelik’in ilgili yazısına yer verelim. Çelik dizi yazının 4. bölümünde şunları yazıyor:
“Sultan Abdülhamid’in “Pan-İslamcılık” politikası dini bir hassasiyetten kaynaklanan bir tercih değil, dönemin şartlarının gereği olarak başvurulan pragmatist bir stratejidir.
“Yavuz ve Kanunî gibi, haşmetli devirlerin padişahlarının Pan-İslamcılık yapmaları zaten söz konusu olamazdı. Çünkü bütün dünya Müslümanları zaten onların eline bakıyordu ve hepsi Osmanlı’ya muhtaçtı. Çöküş asırlarında ise, çoğu diğer süper güçlerin esaretinde olsalar bile, dünya Müslümanları’na, Osmanlı’nın ihtiyacı vardı. Onun için “Pan-İslamcılık” dinî hasbilikten doğmuş bir hareket değil, zayıflıktan kaynaklanan siyasal bir ideolojidir.
“Müslümanlık yapmak ile İslamcılık yapmak kesin çizgilerle birbirinden ayrılması gereken şeylerdir. Tıpkı dindarlıkla dinciliğin çok farklı olması gibi. Dindar, büyük bir ruh ve beden teslimiyetiyle dinini yaşayan ve yaşatmaya çalışan insandır. Dinci ise, dinini başta her türlü menfaat olmak üzere, dünyevi amaç ve emelleri uğruna kullanan insandır. Birincisinde ihlas ve samimiyet, ikincisinde ise manevi iflas ve riya vardır. Dünya Müslümanları üzerinde titremek, din kardeşliği potasında erimek, İslam dünyasının maddi ve manevi refahını istemek ve bu uğurda gayret göstermek, şüphesiz ki çok saygıdeğer erdemlerdir. Ancak, siyasal güç ve iktidarı elde etmek veya elde tutmak için dinden ve dini hassasiyetlerden faydalanmayı esas alan siyasal İslamcılık hareketi için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Birincisi, dini için dünyasını kullanırken; ikincisi, dünyası için dinini kullanır.
“Kaldı ki, çoğu günümüzdeki İslamcıların ilham kaynağı olan dönemin islamî hassasiyetleri ön planda olan aydınlarının neredeyse hepsi Sultan Abdülhamid’e sırılsıklam karşıdırlar. (Filibeli Ahmet Hilmi Efendi, Babanzade Ahmet Naim Efendi,İzmirli İsmail Hakkı, Ferit Kam, Eşref Edip, Mehmet Akif Ersoy, Elmalılı Hamdi Yazır, Bediüzzaman Said Nursi vs.) Çünkü bu aydınlar, baskı rejiminden dolayı münafık ve maskeli bir toplum oluştuğunun farkındaydılar. Onun için bu Müslüman aydınlar, hilafet kurumu ve sözümona din adına tesis edilen otoriter bir yapıdan değil, homojen bir yapısı olmayan, hürriyetçi ama İslamcı olmayan Meşrutiyetçilerden yana oldular.”
'Hürriyet istemeleri ile Abdülhamid düşmanlığını birbirine karıştırmışlar'
Prof. Dr. Akgündüz, Çelik’in bu iddiasını şöyle cevapladı:
“(Abdülhamid'in hal fetvası) Bu iddia sahipleri, Bediüzzaman ve Mehmed Âkif gibi İslâm âlimlerinin meşru dairedeki hürriyet ve meşrutiyeti istemeleri ile Abdülhamid düşmanlığını birbirine karıştırmışlardır. Elbette ki o dönemin çok mühim simaları, özellikle Hafiyye Teşkilâtının son zamanlardaki baskı idaresini tenkid etmişler ve Abdülhamid’in kurduğu hükümetlerin, bazan istibdâd denebilecek faaliyetlerini tenkid eylemişlerdir. Ancak Abdülhamid’in de devletin devamını sağlamak için yürüttüğü şahsî idare sistemini, her yönüyle meclis-i şûrâ esaslarına uygundur demek mümkün değildir.
Özellikle Bediüzzaman ile ilgili iddialara gelince. Bediüzzaman-Abdülhamid münasebetlerini kısaca özetlemekte yarar vardır:
1907’de İstanbul’a gelen Bediüzzaman, Meşrutiyetin ilanından evvel söylediği bir nutkunda, Sultân Abdülhamid’i, “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan halife-i Peygamberî” diye vasıflandırmaktadır. 1909 Mart’ında kaleme aldığı bir makalede ise, ona şu tavsiyelerde bulunmaktadır:
“Ömrünün zekâtını Ömer bin Abdülaziz gibi sarf et. Ta ki, bi’atın manası gerçekleşsin. Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi, Yıldız’ı da mahbûb-ı kulûb eyle. Zebaniler gibi hafiyeler yerine rahmet melek-leri olan âlimlerle doldur; Yıldız’ı Dârül-Fünûn gibi yap.”
Bediüzzaman’a göre, Abdülhamid zamanında yapılan bütün istibdâdlar onun şahsına verilmemelidir. Maalesef İttihâdcılar bunu yapmıştır. Zira o şefkatli bir sultândır. Başka bir eserinde de, Abdülhamid’in şahsî idaresini anlatırken, “Abdülhamid’in mecbur olduğu istibdâd” ifadesini kullanmaktadır. Namık Kemal’in Abdülhamid’i tenkit ettiği Hürriyet kasidesini değerlendiren Bediüzzaman, 1930’lu yılların idaresini kasdederek, meseleyi bütün yönleriyle gözler önüne sermektedir: “Şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdâdı taşıyan şu asrın gaddâr yüzüne çarpılmaya layık iken, o tokada müstehak olmayan, gayet mühim bir zatın yani Abdülhamid’in yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün;
Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhây-ı hürriyet
Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyyetten.”
Bediüzzaman 'Abdülhamid’e muhâlif' iddialarını cevapladı
1952 yılında bazı kimseler, Bediüzzaman’ın sanki İttihâdcıları destekleyerek Sultân Abdülhamid’e muhâlif olduğu iddialarını yaymaya başlayınca, talebelerine kaleme aldırdığı Lâhika Mektubunda aynen şunları ifade etmektedir:
“1) Bir adamın kusuru ile başkası mes’ul olamaz. Dolayısıyla Abdülhamid’in hükümetlerinin hataları ona verilemez.
2) Bediüzzaman, II. Meşrutiyetin başında, hürriyet-i şer’iyyeyi teşvik etmiş, bazı siyasi muhâliflerinin istibdâd adını verdikleri, Abdülhamid idaresi için de, “mecburî, cüz’î ve hafif istibdâd”, İttihâdcıların zulmu için ise, “pek şiddetli külli istibdâd” tabirlerini kullanmıştır. Şu cümlesi meşhurdur: “Eğer meşrûtiyet, İttihâdcıların istibdâdından ibaret ise ve şerî’ata muhâlif hareket demek ise, bütün dünya şahid olsun ki, ben mürteciyim.”
3) Hürriyet, İslâmi terbiye ile terbiye olunmazsa, çok şiddetli bir istibdâda dönüşeceğini haykırmıştır ve maalesef öyle de olmuştur.
4) Abdülhamid’in yabancı düşmanlara karşı gösterdiği dehası, İslâm âleminin tam bir halifesi olması, Şark Vilâyetlerini Hamidiye Alayları ve İslâm Kardeşliği ile Ermenilere karşı koruması; İslâm’ın bütün hükümlerini hayatında yaşaması ve Yıldız Sarayında manevi şeyhini eksik etmemesi sebepleriyle bir veli olduğunu açıkça ifade etmiştir.
5) Ancak insan hatasız olmayacağından, onun da bazı hataları olduğunu ve ancak bu hataların mecburiyet altında işlenen hatalar bulunduğunu açıkça beyan eylemiştir.”
O halde başta Bediüzzaman ve Mehmed Âkif olmak üzere, büyük İslâm âlimlerinin Abdülhamid’e muhâlif oldukları ve hatta aleyhindeki hal’ fetvâsını hazırladıkları şeklindeki iddialar doğru değildir. Fetvâyı zamanın Fetvâ Emini Hacı Nuri Efendi imzalamamıştır; ancak maalesef İttihâdcıların kuklası haline gelen Şeyhülislâm Mehmed Zıyâaddin Efendi imzalamıştır. Bu fetvâdaki hal’ gerekçeleri tamamen iftiradır. Zira Sultân Abdülhamid’in 31 Mart Vak’asına sebep olduğu zikredilmiştir ki, tamamen yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Dini kitapları yaktırdığı iddia edilmiştir ki, tam bir iftiradır; zira en çok dini kitap onun zamanında basılmıştır. Devlet hazinesini israf ettiği söylenmektedir ki, Abdülhamid gibi dindar bir Padişaha bunu isnad etmeye şeytan bile yaklaşmaz. Zâlim olduğu ileri sürülmüştür ki, iktidarı boyunca idam cezasını uygulamadığı herkesin malumudur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.