Said Nursi, F.Gülen’in rüyalarına nasıl tepki verirdi?

Said Nursi, F.Gülen’in rüyalarına nasıl tepki verirdi?

​Metin Karabaşoğlu ile yapılan röportaj serisinin sekizinci bölümü…

Risale Haber-Haber Merkezi

Röportaj: Şener Boztaş (Alternatif Bakış-TV 111)

BİZİM RÜYALARIMIZ PEYGAMBERLERİN RÜYASIYLA KIYASLANABİLİR Mİ

Yeni konu başlığımız rüyalar. Fethullah Gülen’in rüyalar üzerinden hem bağlılarına hem de toplumu bir şekilde biçimlendirme gayreti var. Burada da yine bir istismar söz konusu. Bediüzzaman’ın rüyayla ilişkisi nedir? Ve Fethullahçılığın bu anlamdaki yaklaşımında bir dayanak var mı?

Şimdi şöyle bir hatırayla başlayayım. 10 sene kadar önceydi yanılmıyorsam. Bir kitap elime geçti. Bir parça okudum bıraktım. Şimdi keşke o kitabı alsaymışım ve bir belge olarak saklasaymışım diyorum.

Bu yapı içerisindeki bir yayınevince üretilmiş bir kitap. Rüyayla ilgili, peygamberlerin rüyaları, sahabelerin rüyaları filan diye başlıyor oradan alimlerin rüyaları diye devam ediyor sonra Fethullahçı şakirtlerin rüyaları ile serüven tamamlanıyor. Böylece anlıyorsunuz ki esasen o kitap rüya üzerinden ilerleyen o çizgiye meşruiyet kazandırmak adına yazılmış bir kitap.

Hâlbuki bir kere peygamberlerin rüyaları apayrı. Peygamber efendimizin (asm) hadisinde olduğu üzere “gözüm uyur kalbim uyumaz” diyor. Kur’an’da peygamberlerin rüyaları anlatılıyor. Hz. Yakup’un rüyası gibi anlatılıyor. Peygamberler uykuda da uyanıkken de Allah tarafından yönlendirilen, onlara hakikat bildirilen kişilerdir. Onun dışında peki, biz peygamber miyiz? Biz peygamber değiliz. Bizim rüyalarımız peygamber rüyasıyla kıyaslanabilir mi, oradan bir meşruiyet çıkar mı rüyayla amel etmeye dair? Çıkmaz. Peygamberimiz aleyhissalatü vesselamın hadisi var “iblis benim suretimi alamaz” diye. “Dolayısıyla kim rüyasında beni görmüşse beni görmüştür” diye.

RÜYA KİŞİSELDİR

Rüya-yı sadıka

Rüya-yı sadıka olarak tarif ediliyor ki “benim vefatımdan sonra peygamberliğin şu kadar şubesi var. Diğer bütün şubeler kapanacaktır. Bir tek ümmetime bir şey olarak oradan bir hediye lütuf olarak rüya-yı sadıka kalacaktır” diyor. Bu manada alimlerimizin hayatlarına, bir çok Müslüman şahsiyetin hayatına baktığımızda bu manada bir hatıra görürüz. Peygamberimizi rüyada görmüşlerdir. Çocukluklarını, gençliklerini veya böyle kritik bir dönemeçte oldukları bir zamanda Efendimiz aleyhissalatü vesselam o rüya-yı sadıka ile onlara bir şey öğretmiştir.

Bu kişisel bir meseledir. Mesela şöyle bir şey yoktur. “Ben rüyada peygamberi gördüm. Peygamber dedi ki şunlara söyle şöyle şöyle yapsınlar.” Alimlerimizin anlattıkları rüyada böyle bir şey yoktur. Rüyada kişisel bir şey vardır. Çünkü diğerinde zaten suiistimale açık bir şey. Nereden biliyoruz senin gerçekten öyle gördüğünü, peygamberin gerçekten bizimle ilgili olarak sana söylediğini?

DİNEN MEŞRUİYET ÜRETMEK İÇİN HEPSİNİN BAŞINDA İLAHİYAT KÖKENLİ BİRİLERİ VAR

Tamamen denetlenemez bir alan

Denetlenemez bir alan. Zaten o yüzden bu alan bu kadar rahat kullanılıyor. Fethullah Gülen’in bu rüya anlatımının Bediüzzaman dahil ulemanın, alimlerimizin, ariflerimizin kendi hayatlarındaki rüya-ı sadıka tecrübeleriyle alakası yok. Burada yine açık bir damarın gene benzer şekilde istismarı ve kötüye kullanımı, suiistimali tablosuyla yüz yüze geliyoruz.

Bir not olarak bunu söyleyeyim. Bu yapıyla ilgili zaten enteresan bir şeydir. Görünen yüzüne baktığımızda bu yapının son derece seküler görünümlü, seküler dilli insanlarla karşılaşıyoruz ağırlıklı olarak. En son darbe teşebbüsünde de gördünüz. Fakat hepsinin başında bir ilahiyat kökenli birileri var son tahlilde. Bu da enteresan bir şey değil mi? Buradan şunu anlıyoruz. Dine mugayir o kadar çok şey yapılıyor ki. Bu insanlar kendi başlarına kalsalar ortalama akılları ve ortalama din bilgileriyle “yok ya bu yanlış bir şeydir” diyecekler. Ama onların da üstünde imam diye ilahiyat kökenli birileri konuyor ki onların vazifesi “yapılan yanlış şeye dinen meşruiyet üretmek.” “Sen şey yapma o şu anlamda doğrudur.” Bunun için yeri geldiğinde ayeti eğer, büker ayetin manasını. Kıssaları, yeri geldiğinde hadis, yeri geldiğinde siyeri, yeri geldiğinde Risaleden bir bahsi veya gene itibar edilen bir başka alimin eserini, yorumunu. Bu da o yapının sosyolojisi açısından ilginç bir tablo arz ediyor.

BİR KİŞİNİN SÜBJEKTİF RÜYA TECRÜBESİ BİZİM KUR’AN VE SÜNNETİ ANLAMAMIZIN ÖLÇÜSÜ OLAMAZ

İslami gelenek içerisinde yeri olan rüya-yı sadıka manası içerisinde bir açık kapı görüp, açığın kullanıldığını ve suiistimal edildiğini görüyoruz. Fakat bütün alimlere baktım sabah akşam peygamberi gören böyle bir şey yok. Ama burada öyle bir anlatım var ki malum her gün önüne liste geliyor filanı çıkardım diyor peygamberimiz vs. filan. Söylediği, “bundan sonra böyle yapın” dediği şeyin ne Kur’an’dan ne hadislerden, sünnetten bir izahını bulmanız mümkün ne de ulemanın önünüze koyduğu o cedde-i kübra içerisinde onların Kur’an ve sünnetten istimbat ettikleri ölçülerle, şeriatın hükümleriyle bir izahı mümkün değil. Fakat nasıl meşrulaştırılmaya kalkılıyor? Peygamber söyledi, rüyada söyledi. Kime söyledi? Fethullah Gülen’e söyledi.

Diyelim ki rüyada gerçekten de yalan söylemiyor. Orada dahi rüya kişiseldir. Kur’an ve sünnet ise evrenseldir. Hepimize küllidir ve hepimize açıktır. Bir kişinin sübjektif rüya tecrübesi bizim Kur’an ve sünneti anlamamızın ölçüsü olamaz. Bilakis o objektif, herkesin önünde apaçık bir kitap olarak duran Kur’an ve yine muhaddislerin çok ince süzgecinden geçerek önümüze konmuş olan, herkese ulaşılabilir olan hadis rivayeti yani Kur’an ve sünnet objektif bir değerlendirme kriteri olarak bütün müminlere açıktır. Biz sübjektif rüya, ilham, keşif, keramet tecrübeleriyle Kur’an ve sünneti anlamayız, biçimlendirmeyiz bilakis tam aksine Kur’an ve sünnetin ölçüleriyle o sübjektif tecrübeleri bir değerlendirmeye tabi tutarız.

BEDİÜZZAMAN RÜYA MESELESİNİ KAPATMIŞ

Biri velev ki “peygamberi gördüm” desin, birinin rüyasıyla görmüş dahi olsun hatta onun rüyasıyla biz tutup hepimizin önündeki apaçık bir hadisin emrettiğinin zıddı bir şey yapamayız. Yapsak ne olur? Mesul oluruz. Burada ise usul olarak zaten tamamen bir ters yüz oluş hali var. Bunun yanlışlığı ortada.

Zaten alimlerimiz, -Allah ebeden razı olsun onlardan- “Rüya ile amel edilmez” diye bir temel ölçü olarak önümüze koymuşlar. Bu temel ölçüyle böyle suiistimalleri, her türlü sapmaya, her türlü şarlatanlığa açık olan bu yolu net bir şekilde zaten kapatmışlar.

Peki, Bediüzzaman açık mı tutmuş da bunlar o açık kapıdan giriyorlar? Hayır, Bediüzzaman da bu meseleyi kapatmış.

KUR’AN VARKEN RÜYALARLA AMEL EDİLMEZ

Mesela manidardır. Hulusi Abi bir rüya görmüş. Üstada yazıyor “böyle, böyle bir rüya gördüm Üstadım rüyamı tabir eder misiniz” diye. Şimdi bakalım 28. Mektup 1. Risale olan 1. Mesele bir rüyaya dair. Geliyor işte bu bahis, neyi söylüyor bahsin başında?

Rüyanızın tabirini istiyorsunuz. Bir kere Mektubat-ı Rabbani’den İmam Rabbani’nin Mektubatından bir beyit en başta zikrediyor. Üstat “Ne şebem ne şebperestem” diye başlayan. Meal olarak okuyalım buradan. “Ben ne geceyim ne de geceye kulluk ederim. Ben bir hakikat güneşinin hadimiyim ki size ondan haber getiriyorum. Hakikat güneşi nedir? Kur’an’dır. Elde Kur’an varken tutup rüyalarla, gece uykuda görülen şahsi, hususi rüyalarla amel edilmez. Nazarların rüyalara değil Kur’an’a çevrilmesi gerekir. Bunu söylüyor Bediüzzaman. İmam Rabbani’nin bu beytini zikrettikten sonra diyor ki “evet, seninle mahz-­ı hakikat dersini müzakereye alışmışız.” Saf, öz, hakikat. O dersi nereden alıyoruz? Kur’an ve sünnet o dersi veriyor. “Hayalâtlara karşı kapısı açık olan rüyaları tahkikî bir surette mevzubahis etmek, tahkik mesleğine tam uygun gelmediğinden, o cüz’î hadise­i nevmiye münasebetiyle, mevtin küçük bir kardeşi olan nevme ait ilmî ve düsturî olarak altı nükte­i hakikati, âyât­ı Kur’âniyenin işaret ettiği vecihte beyan edeceğiz” diye başlıyor.

TAHKİK MESLEĞİ İSE ELLE GÖRÜLÜR, TUTULUR

Rüya mahzı hakikat değildir

Evet, hakikat mesleğine, tahkik mesleğine uygun değildir.

Nesini tahkik edeceksiniz?

Rüyada ya doğru söylüyor diye inanacaksınız veya yanlış söylüyor diyeceksiniz reddedeceksiniz. Ama doğru mu söylüyor yanlış mı söylüyor test etme imkânınız var mı? Rüya iki kişi ile beraber görülen bir şey değil. Rüya çeken elektrotlar konmuş da ekranda izlenen bir şey değil.

Bunun için çalışıyorlar ama. Rüyaları kaydetmek için...

Fethullah Gülen o vakte kalırsa işi zor. O zaman yeni şakirt bulamazsınız. Öyle gözüküyor.

İlerleyen zamanda olur mu olmaz mı ama eldeki halde rüya kişisel bir şey. Tahkik mesleği ise elle görülür, tutulur. Kur’an’ı okuyorsunuz. Şu ayetten ben şu dersi çıkardım. Veya daha doğrusu bence şöyle yapılması lazım diyor bir kişi. Nerden çıkardın bunu? Kur’an’dan bu dersi çıkardım. Şu surenin şu ayetinden. Biz şunu test etme imkânına sahip miyiz? Kur’an’ı açıyoruz, sureyi, ayeti açıyoruz. Kur’an’ın bütününde verdiği ders bu suredeki derse ve bu ayetteki derse muvafık, mutabık mı? Mecali var mı böyle bir anlama yok mu? Bunu test etme imkanına sahip miyiz? Sahibiz. Burada objektif bir veri var önümüzde. Hadisler ve sünnet için de bu söz konusu. Ama ona dayanarak güya izah ediyorsa orada da söz konusu.

RÜYA İLE KUR’AN VE SÜNNET ANLAŞILMAZ

Ama rüya kişi açısından hayalata açık. Ki Bediüzzaman bunu diğer taraftan rüyanın yanında işte keşiflerle ilgili de söyler. 18. Mektupta da onu açıklar. Mesela Muhyiddin-i Arabi, Abdulkerim-i Cili gibi zatların anlattıkları böyle manevi tecrübeler var. Orada çok manidar bir şey söyler. Onlar yalan söylüyor filan demez. Gördükleri doğru da olsa onların tabiri lazım. Tabirini kim yapar diyor? Kur’an ve sünnet mizanıyla tartan asfiya yapar diyor. Rüya ile Kur’an ve sünnet anlaşılmaz. Kur’an ve sünnetle rüya yorumlanır. Fetullahçılarda ise rüyayla bütün bir dini hayatı, insanların amellerini ve düşüncelerini biçimlendirme durumu var. Tahkik mesleğine aykırı, mahzı hakikat dersine aykırı.

Bediüzzaman rüya ile amel edilmez ilkesini en baştan itibaren koyuyor. Bütün kayıtları döktükten sonra en sonuncuda geliyor. Altıncıda “kardeşim senin rüyandan benim anladığım bu” diye bu defa o rüyayı yorumluyor.

KENDİLERİNİ PAZARLAMAYA ÇALIŞIYORLAR

Bediüzzaman, kendisine rüya tabiri sorulan bahiste rüya ile amel edilmez. İki rüya hususidir. Ve hayale açıktır rüya veya gördüğünü atlarsın, unutursun onunla amel edilmez, o hayalata açıktır, tahkik mesleği üzere gidilmesi gerekir aslolan budur. İki, rüya sübjektif bir yoldur. Kur’an ve sünnet mizanıyla tartmak ise objektif, herkese açık bir yoldur. Bütün bunları açıkladıktan sonra bir talebesinin rüyasını kendince tabir ediyor.

Bu bahis Fethullahçılığın rüya üzerinden kişileri biçimlendirme, rüya üzerinden Kur’an ve sünnet mizanına aykırı işlere ve eylemlere onları sevk etmek şeklinde kullanılageldiği metodu doğrulayan ve o metoda izin veren bir şey değil. Tam aksine rüya bahsini okuyan bir kişi bu yanlış bir şey diye çıkar. Böyle bir şey anlamadıysa bu bahsi anlamamıştır demektir. Bu net bir şekilde gene çıkıyor karşımıza.

Bir talebenin gördüğü bir rüyaysa sanki evrensel bir şey gibi anlatılıyor. Buna dikkat etmemiz gerekiyor. Kendine bir pozisyon biçmek isteyen kişiler, bir takım metafizik kendisine rol biçmeye yatkın kişiler, Kur’an’ı, sünneti sonrasında da işte rüya gibi ölçülemeyen, başkası tarafından sınanması doğru olup olmadığının test edilmesi mümkün olmayan manevi tecrübeleri bir de daha önceki ümmetin itibar ettiği isimlerin eserlerini veya onların mazhar oldukları bir takım keşifleri, kerametleri veya ilhamları suiistimal ediyorlar. Ve onların arkasına saklanarak kendilerini pazarlamaya çalışıyorlar.

SARIKLI GENÇ TURNUSOLÜ

Çok enteresan bir şey anlatayım. Sarıklı genç, anlatılır rüyada. Mesela A grubunun diyelim ki başlarında bir kişi var. Kendilerini diğer grupların önünde ve üstünde görmesi lazım. İşte o 28. Mektup 1. Risalede Hulusi Abinin rüyasındaki kişi “bizim elemandır” diye başlarındaki kişiye ve dolayısıyla kendilerine ümmet içerisinde bir beraberlik ve eşitlik değil üstünlük izafe etmeye kalkarlar. Bu şekilde suiistimal etmeye çalışan en az dört ayrı yapı gördüm.

Burada bir rüya var, Üstadın izahında da zaten bu rüyada bir genel bir tarif var. Nedir? Güzel, hayırlı bir genç portresi var. Allah’ın dinine hizmet eden özelde de Risale dairesi ile ilgili bir şey var. Herkes için ortak genel bir yorum var. Öyle özel görevli bir kişi filan yorumu rüyanın içerisinde çıkmıyor. Çıkması da beklenemez zaten. Biri “bizim yapının başındaki kişi”, öbürü diyor ki hayır, bizim başındaki kişi. Böyle en az dört grup gördüm.

Bununla ilgili 15 yıl önce “Sarıklı Genç Turnusolü” birbirini takip eden iki yazı yazdım. Bu yazıya cevap nerden geldi biliyor musunuz? Fethullah Gülen’e yönelik saldırılara kendini adamış o yapı içerisinden birinin sitesinden bana sert bir saldırı geldi. Niye? Çünkü bir pozisyon biçilmesi lazım. Bu pozisyonu biçmek için her şeyin suiistimal edilmesi lazım. Dolayısıyla burayı alırsınız o sarıklı genç Fethullah Gülen olur. “Burada iman hizmetine çalışan, bunun için çaba gösteren her genç bu manadan hissedardır” dediğinizde rahatsız oluyor kişi. İlle özelleşmesi lazım, birine yazılması lazım. Bir başkası da rahatsız oluyor. Böyle bir tecrübe de yaşadım. Bunu da bir parantez olarak ifade edeyim.

Bediüzzaman’ın burada koyduğu ölçü net olmakla birlikte bu rüyayı merkeze alarak rüya ile hüküm verebilir, rüya ile şeriat belirlenir veya rüya ile ne yapılacağına karar verilir şeklinde “rüya ile amel edilmez” ölçüsünün çiğnenmesi sadece Fethullahçılığa has bir durum değil. Başka yapılarda da bu problemin olduğunu görüyoruz.

İSTİŞARE FARZ, İSTİHARE SÜNNET

Risale-i Nur dairesi içerisinde de Risale-i Nuru daha mistikleştirerek okumaya temayüllü bazı gruplar var. Oralarda da ben bu bahsin hakkını verememe, bu bahisten Bediüzzaman’ın Nur Talebelerine söylediği şeyi anlayamama şeklinde yine arızalı bir tablonun varlığını ifade etmem lazım. Bu dikkatli olunması gereken bir şey.

Bu noktada apaçık hakikatler ortadayken rüyalar üzerinden hareketi biçimlendirme gibi bir şeye zaten ehlisünnetin “rüya ile amel edilmez” ölçüsü mani. Ehlisünnetin bu zamandaki en büyük, en bahadır temsilcilerinden biri olmuş Bediüzzaman’ın eseri ortada. Gene böyle bir şeye asla müsaade etmiyor.

Ama nedense bu daha kolay geliyor. Böyle bir sorun var. Onu da ben şöyle açıklıyorum. İstişare sünnet midir? Sünnettir. Daha fazlası farzdır. Niye? Çünkü Kur’an’da emredilmiş. İstihare, sünnettir. Farz mıdır? Değil. Farz değil. Kur’an’da istişare emrediliyor istihare emredilmiyor, istişare farzdır, istihare sünnettir. Evet, peygamberimiz aleyhissalatü vesselam istiharede bulunmuş ve ümmetine de öğretmiş. Bazen bir meseleniz var. Öyle mi böyle mi hakkınızda hangisi daha hayırlı müteredditsiniz. Bunun için kalbin bir tarafa meyletmesi ve en hayırlı olan tarafa meyletmesi için manevi yönlendirmeye ihtiyacınız var. Efendimiz aleyhissalatü vesselam, namazıyla birlikte istiharenin yolunu, usulünü bize göstermiş. Ama bu sünnet.

Fakat ondan daha öncelikli olarak ne var? İstişare var. Kur’an iki ayetiyle Müslümanlara istişareyi emrediyor. Meşvereti emrediyor. Edille-i şeriyye sıralamasındaki Kur’an, sünnet diye ilerlediği gibi aynı şekilde dini hükümler sıralamasında da farz, vacip, sünnet ilaahir diye ilerliyoruz. Merkezde olan, olmazsa olmaz olan nedir? Farzdır. Farzla başlar. Şimdi farz olan istişarenin hakkını veremeyip, vermeyip rüya üzerinden amel etmenin bu hiyerarşi içerisinde anlaşılır ve izah edilir bir tarafı yok.

Aslolan istişaredir. İstişare ise müminlerin akıllarını bir araya toplamaları demektir. Akıllarını bir kullanmaları, muhakemelerini kullanmaları, diğer taraftan kendi akıllarını tek başına yeterli görmeyip bir meseleyi etraflıca anlama noktasında diğer mümin kardeşlerinin aklına da danışmayı öğrenmeleridir. Meşveret hepsini bağlayan bir meseledir. Toplanırlar, akıl akılla buluşur, bir karara ulaşırlar. İstişarede bir kişinin vereceği bir kararla ilgilidir. O bu noktada yardımcı olabilir dediği, aklına, bakışına itimat ettiği diğer müminlere de danışır. Sonra o akılları da kendi aklına ekledikten sonra kendisi bir karar verir. Meşverette, istişarede bir müminin hem aklını kullanması var, muhakeme etmesi var hem de kendi aklını tek başına yeterli görmemesi var. Bu ama farz kılınan bir şey. Aklı kullanıp ona bir de başka akılların gördüğünü ekleyip bir karar ulaşmak Kur’an’ın müminlere emri. Farz olan bir şey.

Rüya, istihare ise hususi bir şey ve sünnet olan bir şey. Bu noktada da yine baktığımızda rüya merkezli bir hayatın Kur’an ve sünnetin önümüze koyduğu ölçüye ve hiyerarşiye uymadığını net bir şekilde görüyoruz. Bediüzzaman da yine bu görüşte.

BEN HAYATIMI BİRİLERİNİN RÜYASIYLA YÖNETEREK VE YÖNLENDİREREK YAŞAYAMAM

17 Ağustos 1999 depreminden sonra yaşadığım bir olayı anlatayım. Galiba 2 ay kadar sonrası, hava nispeten soğumuş ekim kasım arası bir şey. Gece 12’de bir arkadaş telefonla aradı. “Abi Bediüzzaman’ın talebelerinden filan abi rüyasında Peygamberimizi görmüş. Ve Peygamberimiz demiş ki “bu gece büyük bir deprem olacak.” Bize böyle haber verdiler biz terk ediyoruz bulunduğumuz mekânı, parka gidiyoruz filan vs. Siz gerçi buna inanmayacaksınız ama gene de vicdan azabı yaşamamak için bunu söylemeyi kendimizi mecbur bildik” dedi.

Dedim ki ona “kardeşim evet siz parkta üşüyeceksiniz ben evde mışıl mışıl uyuyacağım. Ama o abimiz böyle bir şey görmemiştir demem. Yalancılık izafe etmekten Allah’a sığınırım. Görmüş olabilir. Görmüşse dahi bir rüyada ne gördü? Rüyada gördüğünü olduğu gibi hatırlıyor mu? Hatırlasa da olduğu gibi dili aktarmaya yetti mi? Ondan sonra 17 Ağustos depremi gibi bir deprem olduğunu nerden çıkardınız? Bir kelimenin bin türlü manası var. Bir manevi olaydan haberdar olamaz mı? Ne bileyim İslam düşmanları orada dünyanın filan yerinde toplanmışlar ve Müslümanlara karşı nasıl planları uygulamaya koyarız diye onun kararını vermişler. Belki böyle bir şey, manevi depreme dair olmadığını, bütün diğer şıklar hepsi tamam tamam diyerek söyledim. Böyle olmadığını nerden çıkardınız? Kelimeyi zahir anlamıyla hemen nasıl anlayabiliyorsunuz? Ben hayatımı birilerinin rüyasıyla yöneterek ve yönlendirerek yaşayamam” dedim.

“Üstadımdan da aldığım ders budur. Dolayısıyla o abiye rüyası mübarek olsun, saygı duyarım. Ama ben faraza bütün bunlar evet maddi bir deprem olsa, yıkıntılar arasında kalsam dahi ben Kur’an ve sünnetin belirlediği ölçülere uygun şekilde davranmış olmanın ecriyle ölmüş olacağımı umarım. Siz, bir hüsnü zanla hareket ediyorsunuz. Abiyi de asla yalan bir şey söylemekle itham etmiyorum. Ama Üstadın verdiği derse muvafık olmayan bir şey yapıyorsunuz. Boşu boşuna kendinizi üşütüp hasta edeceksiniz” dedim. Ertesi gün de bunun muhabbetini yaptık kendileriyle.

HEPİMİZ KEMALİZM’İN DARBELERİNE MARUZ İNSANLARIZ

Üstad hazretlerinin Hz. Peygamberi (asm) rüyasında gördüğü ve “ümmetine sual sormamak şartıyla kendisine ilmin verileceğini” söylediği beyanı var. Bunun üzerinden “Peygamber senin rüyana geldi de onunla konuştun da böyle bir görev verdi de”… Sonra Şekerci Han’ın kapısındaki “her suale cevap verilir sual sorulmaz” levhasını oraya dayandırarak Üstat hazretlerine Hz. Peygamberle rüyada konuşmayı yakıştıramayan bir kafa var

Bugünün Müslümanlarının ciddi bir problemi var. Bizler hepimiz Kemalizm’in darbelerine maruz insanlarız. Bunu ihmal ederek yaşayan herkes savrulmaya, yamulmaya mahkumdur. Bunu hiç unutmamız gerekiyor. Bir kere bunu ifade edelim.

Neticede biz küçük yaştan itibaren, Kemalizm’in biçimlendirdiği bir hayat tarzı üzere yaşıyoruz. Altı yaşından itibaren Kemalizm’in belirlediği müfredat üzere eğitiliyoruz. Kelimelerimiz, kavramlarımız, düşünme biçimimiz Kemalizm’in çizgisi içerisinde şekillendiriyor. Kemalizm’in de Müslümanca düşünce ve yaşama biçimi önermediğini bilakis buna bir rekabet içerdiğini net bir şekilde biliyoruz.

Ki bu anlamda bakarsak AK Parti’ye burada dindarane bir duruşu temsil eden, dindarların teveccüh ettiği, bu noktada çok adımlar attığını birçok açıdan söyleyebiliriz. Ama dokunamadığı yer nedir bu anlamda? Müfredattır. 13-14 sene iktidar hala ama bir milletin hayatını, hukukunu tek bir kişinin üzerine ipotek eden bir tarih yazımı ve o kişinin belirlediği çizgiler içerisinde bütün diğer derslere dair müfredat, hala devam ediyor. Bunu göz ardı etmememiz gerekiyor.

Zaten geniş olarak bakarsak bütün yerküre açısından biz seküler, modern bir dünyanın kuşatması altındayız. İki, özelde de o küresel modern kuşatmanın çok sert bir yerel uygulaması olarak Kemalizm’in kuşatması altındayız. Zihinlerimiz böyle bir kuşatma altında. Bediüzzaman Sünühat’ta “şu zamanın medeni engizisyonu zihinlerimize öyle veled-i nameşru tohumlar atmış ki” der. Çok manidardır. Bir kere bizim düşünüş biçimimiz ifsat edilmiş. Kelimelerimiz ifsat edilmiş.

İÇTİHAT EDEMEZSİN

O yüzden İçtihat Risalesindeki vurgusu önemlidir. “Niye sahabe veya tabiin, tebe-i tabiin gibi içtihat etmeyelim ki. İmam Azam öyle söylüyorsa biz niye böyle düşünmeyelim ki” gibi şeyler var ya. Burada diyor ki “Edemezsin ve etmezsin.” Orada vurguladığı temel nokta sahabe içinde ve sonraki o selef-i salihin içinde söylediği onların zamanları, onların hayatları, nazarları Rabbe dönüktü. “Rabbimiz kitabında ne buyuruyor ve Rabbimizin rızasına nasıl kavuşulur?” temel düşüncesi vardı. Bütün hayatın buna göre biçimlendiği bir zamanda doğan bir çocuk, böyle bir zaman, böyle bir manevi ortam, böyle bir sosyal kültürel ortamda kelimeleri, düşünüşü şekillenmiş kişiler ile modern zamanların her türlü kelimeleri arızalı, küfrani düşünüş biçimleri ile bütün bunların saldırısına maruz kalmış, nefsi her türlü dünyalığa karşı kışkırtılmış bir modern zaman çocuğu olarak senin aklın, senin düşünüşün ve senin kelimelerin arasında o kadar fark varken “hayır, sen onlar gibi içtihat edemezsin.” Onların içtihatları rıza-ı ilahiye en muvafık sonucu üretir ve uhrevidir. Senin güya “içtihat ediyorum” dersen nefsinin en kolayına gelen, nefsinin en fazla hoşuna gidecek olan veya muktedirler nazarında yerel veya küresel muktedirler nazarında seni en az sıkıntıya sokacak olana dönüktür, dünyevidir. Bu ayrımı yapıyor. Bunu temel bir şey olarak söylüyor.

Dolayısıyla bu kafanın içerisinde biz bu defa pozitivist, rasyonalist bir akılla düşünüyoruz. Ve bazı şeyler hakikat olduğu halde bizim havsalamıza sığmıyor. Sorun o kişilerde değil. Sorun bizde. Başka bir şey anlatayım. Mesela El Muvafakat İmam Şatıbı’nin usulü fıkha dair bir eseri. Diyor ki El Muvafakat’ın başında bir başka alimden bahsediyor. “Bir gün geldi bana dedi ki “hayırlı olsun rüyamda karşılaştık seninle. El Muvafakat diye usulü fıkha dair böyle bir kitaba başlamışsın” diyor rüyada. O da diyor ki “bu benim için başlangıç noktası bu oldu.” Onu bir manevi yönlendirme olarak kendine alıyor. Demek zihni zaten böyle bir şeyle meşgul. Yapabilir miyim, yapamaz mıyım, ne zaman filan diye o bir tevafuk ve bir sevki ilahi olarak görüyor ve El Muvafakat isimli eser bu şekilde çıkıyor.

Veya Şah Veliyullah Dehlevi. İmam Rabbani’den beri gelen o silsilenin en önemli isimlerinden biri Şah Veliyullah Dehlevi, Hüccetüllahi’l-Baliğa’sında rüya-yı sadıka meselesini anlatırken, “ben rüyada peygamberimizi gördüm ve peygamberimiz bana şöyle dedi” diyor. İki söz aktarıyor. “Benim nazarımda bu peygamber sözüdür mademki iblis peygamberin suretine giremez bu söz beni bağlar” diyor, hadis olarak bağlar diyor.

BEDİÜZZAMAN BURADAN ŞÖYLE BİR METOT ÇIKARIYOR OLSA HATA OLUR

“Rüyada peygamberimizi gördüm, peygamber böyle dedi ey millet, böyle yapmanız lazım.” Hayır, peygamber bana söyledi. Bana manevi makam filan anlamında değil, sakındırıcı bir şey söyledi. Uzak durulması gereken bir şeye dair. Allah uymayı nasip etsin hayat boyunca. Bu beni bağlar mı? Bağlar. Mademki peygamberi gördüysek peygamberi görmüşüzdür rüyada. Rüya-yı sadıkadır o bitti.

Çok çok büyük alimler olmamız gerekmiyor. Bediüzzaman gibi bir çok büyük alim ümmetin cadde-i kübrasının hizmetinde çalıştıkları için onlardaki o sevki ilahi veya onlardaki o peygamberin o rüya-yı sadıka ile yönlendirmeleri son tahlilde bütün ümmetin hayrına bakıyor. Bizdeki cüzidir onlardaki külliyet taşıyor. Böyle bir fark var. Neticede Bediüzzaman böyle bir rüya görebilir mi? Görebilir. Gördüğünden sonra da bu rüyaya göre davranması gerekir mi? Davranması gerekir. Bediüzzaman buradan şöyle bir metot çıkarıyor olsa hata olur sadece. “Ben rüyada peygamberi böyle gördüm. Peygamber bana böyle söyledi. Dolayısıyla bundan sonra kimse soru sormayacak. İlim elde etmek istiyorsanız soru sormayacaksınız.” Bunu demeye hakkı yok Bediüzzaman’ın. Bunu demiyor zaten. Peygamber ona bir şey söylemiş. Hususi bir şey söylemiş. Böyle bir nasibin inşaallah olacak. Ama bu nasibin olması için şöyle yapmalısın şöyle yapmamalısın demiş. Ve Bediüzzaman ona göre de davranmış. Ve sonrasına gelelim. Eseri ortada, hayatı ortada. O rüya Bediüzzaman’ın hayatıyla, eseriyle ve hizmetiyle tahakkuk etmiş mi? Doğruluğu sabit olmuş mu? Olmuş.

Geçelim bunu hadi sade şu İşaratü’l-İcaz tefsirini alsınlar o itiraz edenler. Şurada tefsir geleneği ve usulü açısından burada bir arıza mı var burada bir çıta mı konuluyor? Bunu görebilirler. Hem ilim açısından risalenin bütününe de bakarız hem ilim açısından hem marifetullah açısından hem de imani hizmet ve mücahede açısından Bediüzzaman’ın hayatını ve eserinin şahitliği ortada. Görmüşse görmüş rüyayı. Ve zaten sonraki bütün serüven o rüyayı da doğruluyor. Buna takılmanın, buradan bir şey izafe etmede kötü niyet vardır. Orada veya modern, rasyonalist, pozitivist bir dünyanın çocuğu olmanın diyelim ki ilahiyatçı şu bu dahi olsa izleri etkileri vardır. Bence Bediüzzaman’a o bakımdan söyleyecek bir şey yok. Sadece Bediüzzaman bunu başkasına teşmil etseydi genel bir hüküm çıkarmaya kalksaydı. Evet, o zaman itiraz edilseydi derdim ki evet, bu itiraz haklıdır. Çünkü rüya göreni bağlar.

Devam edecek

RÖPORTAJIN ÖNCEKİ BÖLÜMLERİ

Said Nursi’nin talebesi Zübeyir Gündüzalp, F.Gülen’i defalarca uyardı

Bediüzzaman’ın bu uyarısı dindarların kulağına küpe olmalı

Said Nursi ile F.Gülen’i yan yana anmak alçaklıktır 

Merkeze yerleşmek için Nakşibendilik ve Risale-i Nur’a saldırıyorlar

Bediüzzaman, mehdilikle ilgili ne düşünüyor? 'Ben Mehdiyim' dedi mi?

Said Nursi’de dinlerarası diyalog var mı? Papaya mektup gönderdi mi?

Nur Talebeleri, Said Nursi’den hızlı ve net tepki verme dersini almalı

(Videonun 40.38'inci dakikasından sonra rüya konusu başlıyor)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.