Said Nursi siyaset tasavvuru da oluşturmak istedi

Said Nursi siyaset tasavvuru da oluşturmak istedi

Doğan, yazısında Nurettin Topçu, Said Nursi ve Necip Fazıl'a değindi

Risale Haber-Haber Merkezi

D. Mehmet Doğan, Said Nursi'nin hem imani bir mücadele zemini oluşturmaya çalıştığını hem de siyaset karşıtı olmasına rağmen siyaset tasavvuru oluşturmak istediğini söyledi.

“İttihad-ı İslâm” kavramının daha Abdülhamid’den önce telaffuz edilmeye başlandığını belirten Doğan, Vahdet'teki yazısında "Bu sadece entelektüel çerçevede Afganî-Abduh’un görüşleri ile bağlantılı sayılamaz, İslâm dünyasında geniş halk kitlelerinde kendiliğinden yayılan bir düşünce idi. İttihad-ı İslâm kavramında merkezi yeri halifelik tutuyordu. Sultan Abdülhamid’in İslâm dünyası ile kurduğu ilişkiler Osmanlı Devleti’nin atıf merkezi olma niteliğini pekiştirdi. Bir nevi “İslâm milliyetiçiliği” olarak tezahür eden görüşlerin İslâm dünyasında geniş kabul görmesi İngilizleri tedirgin etti ve müslümanların atıf merkezi haline gelin hilafet kurumunu ve Osmanlı Devleti’ni yok etmeyi yeni siyaset olarak benimsemesine yol açtı. Bu siyaset daha önce korumak iddiasında olduğu Osmanlı Devleti’ne karşı Rus Çarlığı ile ittifakla görünürleşti" dedi. 

İslâmcılığın siyasî tasavvurunda asıl ciddi değişimin Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılmasından sonra görüldüğünü ifade eden Doğan, "Artık İslâmı temsil edebilecek, atıf merkezi olabilecek bir devlet ve kurum kalmamıştı. Bu iddiada olan İngiliz destekli odaklar da beklenen tesiri uyandırmadı. Osmanlı sonrası islâmcılığın müslüman ülkelerde emperyalistlere karşı bağımsızlık mücadelesi ötesinde siyasî bir talebi olamazdı" şeklinde yazdı. 

SAİD NURSİ SİYASET TASAVVURU DA OLUŞTURMAK İSTEDİ

Nurettin Topçu, Said Nursi ve Necip Fazıl'a değinen Doğan, yazısını şöyle sürdürdü:

"Türkiye’de islâmcılık düşüncesi Cumhuriyet’ten sonra katı laiklik uygulamaları sonucu tesirini kaybetti. Yüzlerce yıl İslâm toplumunun önünde yürüyen bir halkın ülkesinde siyaseten dinin dışlaması karşısında kitleler dini bilgilenme ihtiyacını bir takım gizli çalışmalar yürüten kişi, grup ve tarikatlarla gidermeye çalıştı. Meşrutiyet döneminde tanınmaya başlanan Said-i Nursi bu dönemde ceza evlerinde ve sürgün yerlerinde hem imani bir mücadele zemini oluşturmaya çalıştı hem de siyaset karşıtı olmasına rağmen bir siyaset tasavvuru da oluşturmak istedi. 

İslâmın fikri varlığını açıkça ifade etmek bir süre neredeyse imkânsız kılınmıştı. İlk defa Nureddin Topçu 1939 şubatında yayınlamaya başladığı Hareket dergisiyle islâmiyete kuvvetli atıflar yapan entelektüel bir şahsiyet olarak ortaya çıktı. 4 yıl sonra daha önce büyük bir şair olarak tanınan Necip Fâzıl, Büyük Doğu dergisiyle aktüelden beslenen siyasi görünümlü muhalif bir düşünce zemini oluşturmaya çalıştı. Bu çabaların ancak 1950’lere doğru tesir sahası oluşturduğunu, Demokrat Parti iktidarından sonra ise daha görünür hale geldiğini söylemek mümkündür. 

BEDİÜZZAMAN HER NE KADAR SİYASETE KARŞI OLSA DA

Bir taraftan Bediüzzaman her ne kadar siyasete karşı olsa da tek parti CHP’sine karşı DP’yi desteklerken, Necip Fâzıl da Başbakan Adnan Menderes üzerinden böyle bir destek sağladı. Nureddin Topçu’nun Hareket dergisi 1952’den sonra yayınlanmadı. O yüzden onun Demokrat Parti ile ilişkili tavrı konusunda açık bir kanaata sahip olamasak bile, 1960 darbesinden sonra kurulan DP’nin devamı olmak iddiasındaki siyasi harekete destek verdiğini biliyoruz. 

MÜSLÜMANLAR ADINA SİYASET YAPAN PARTİYİ DESTEKLEYİCİ GÖRÜŞLER ORTAYA KOYMADILAR

Eğer bu isimler “islâmcı” olarak nitelendirilebilirse, gerek Bediüzzaman ve gerekse Nureddin Topçu’nun müslümanlar adına doğrudan siyaset yapan bir partinin teşekkülü konusunda destekleyici görüşler ortaya koymadıkları söylenebilir. Daha ötesi, Nureddin Topçu, Milli Nizam Partisi’nin kuruluşundan sonra “İslâmı sömüren siyaset” başlıklı yazıyı yayınladı. (Hareket, Ocak/Şubat 1971) İşte bir başangıç cümleleri:

“İslâm dini , insanın ahlâk yapısını bütünlemek için gönderilmişti. Bütün özellikleriyle bir ruhi atletizm teşkil eden islâmî yaşayışın bu ana davası zamanla unutuldu. Ruhlardaki ilahî otoritenin silah olarak kullanılması Abbasiler devrinde başladı. Başta Mansur olmak üzere Abbasî halifelerinin birçoğu İslâm adına, gerçek hak davacıları olan büyük ruhları çiğnediler, sayısız cinayetler işlediler. Allah’a adanmış nice başlar kopardılar. Bunlar etrafında vicdansız kazançları hak, cinayetleri meşru, merhametsizliği mubah göstermeye kaabiliyetli mürailerden ibaret, gözleri devlet hırsiyle kararmış bir sözde din adamları sınıfı meydana geldi.” 

 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum