Said Nursi’nin muvafakiyeti

Risale-i Nur bu asrın insanlarına bir ihsan-ı İlahi ve bir ikram-ı Rabbanidir. Kur’an’ın hakiki bir tefsiri olan Nur Risaleleri, sünuhat olarak müellifin kalbine ilka edilmiştir. Buna ilham da denilebilir.

Bediüzzaman kendisini meyve veren kuru çubuğa benzetiyor. Kuru çubuğun ucuna takılı olan meyveleri kuru çubuğun sahiplenmesine hakkı olmadığı gibi, müellif de bu hakikatların hakiki sahibi olamayacağını defaatle vurguluyor.
Kendisinin yarım ümmi olduğunu, yazı yazmada da mahareti olmadığını bildiriyor. Kendisi söylüyor, yanında bulunan fedakar arkadaşları da yazıyor.

Bazı risalelerdeki Allah lafzı ve Resul-i Ekrem gibi kelime ve cümlelerin üst üste veya birbirine mukabil geldiklerini daha sonra farkına varıyor. Bu tevafukları, nurların makbuliyetine işaret olarak algılıyor. Hakikaten de öyledir.
Yirmisekizinci sözün bir-iki saatte yazdırıldığını, diğer bazı risalelerin de kısa zamanlarda yazdırıldığını eserlerinde okuyoruz. Ara vermeden o söylüyor, katipler yazıyor. Kalbe ihtar edilen hakikat olduğu, ayan-beyan görülüyor.
Bu hakikattan olacak ki kendisinin de Nur Talebelerinin ders arkadaşı olduğunu nazara veriyor. Yazdığı risaleleri kendisi de defalarca okuyor. Kendi nefsi için yazılan veya yazdırılan hakikatlerin zamanın yaralarına ilaç olduğunu etrafındakiler ifade ediyorlar. Nefsine hitap ederek ders veriyor. Onun için “nefis cümleden edna” diyebiliyor.

İşin enteresanı da, ortaya koyduğu hizmeti kendisine bağlamıyor. Bu büyük davaya gönül vermiş insanları; “Nur Talebeleri” adıyla anılmalarını sağlamış oluyor.
İşin daha da enteresanı; üstünlük taslamıyor. Benden öğrendiniz, demiyor. Minnettarlık istemiyor. Ders arkadaşlarıyla, birbirlerini tamamladıklarını, herkesin bu hizmette eşit olduğunu ifade buyuruyor.

Bediüzzaman bu tavrı ile şahs-ı maneviyi ortaya koyuyor. Herkesin bir fabrikanın çarkları gibi takdim ve üstünlüklerinin olmadığını ısrarla nazara veriyor.
Kur’an’ın bu asra bakan nimetine hep beraber el attıklarını şöyle açıklıyor:
“Meselâ, Risale-i Nur’un şakirtleri içinde Cenâb-ı Hakkın nimetlerine mazhar bazı zatlar (Hüsrev, Refet gibi), iktirânı illetle iltibas etmişler, Üstadına fazla minnettarlık gösteriyorlardı. Halbuki, Cenâb-ı Hak onlara ders-i Kur’ânîde verdiği nimet-i istifade ile, Üstadlarına ihsan ettiği nimet-i ifadeyi beraber kılmış, mukarenet vermiş.
Onlar derler ki: "Eğer Üstadımız buraya gelmeseydi biz bu dersi alamazdık. Öyleyse onun ifadesi, istifademize illettir."
Ben de derim: Ey kardeşlerim! Cenâb-ı Hakkın bana da, sizlere de ettiği nimet beraber gelmiş. İki nimetin illeti de rahmet-i İlâhiyedir. Ben de sizin gibi, iktirânı illetle iltibas ederek, bir vakit Risale-i Nur’un sizler gibi elmas kalemli yüzer şakirtlerine çok minnettarlık hissediyordum. Ve diyordum ki: "Bunlar olmasaydı, benim gibi yarım ümmî bir biçare nasıl hizmet edecekti?" Sonra anladım ki, sizlere kalem vasıtasıyla olan kudsî nimetten sonra, bana da bu hizmete muvaffakiyet ihsan etmiş. Birbirine iktiran etmiş; birbirinin illeti olamaz. Ben size teşekkür değil, belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnettarlığa bedel, dua ve tebrik ediniz.
Bu Dördüncü Meselede gafletin ne kadar dereceleri bulunduğu anlaşılır.

Beşinci mesele: Nasıl ki bir cemaatin malı bir adama verilse zulüm olur. Veya cemaate ait vakıfları bir adam zaptetse zulmeder. Öyle de, cemaatin sa’yleriyle hâsıl olan bir neticeyi veya cemaatin haseneleriyle terettüp eden bir şerefi, bir fazileti o cemaatin reisine veya üstadına vermek hem cemaate, hem de o üstad veya reise zulümdür. Çünkü enâniyeti okşar, gurura sevk eder. Kendini kapıcı iken padişah zannettirir. Hem kendi nefsine de zulmeder. Belki bir nevi şirk-i hafîye yol açar.
Evet, bir kaleyi fetheden bir taburun ganimetini ve muzafferiyet ve şerefini, binbaşısı alamaz. Evet, üstad ve mürşid, masdar ve menba telâkki edilmemek gerektir. Belki mazhar ve mâkes olduklarını bilmek lâzımdır. Meselâ, hararet ve ziya sana bir ayna vasıtasıyla gelir. Sen de, güneşe karşı minnettar olmaya bedel, aynayı masdar telâkki edip, güneşi unutup, ona minnettar olmak divaneliktir.”  (Lemalar 138, Mesnevi-i Nuriye,146)

Üstad yazdıklarını ve söylediklerini bizzat yaşamış.  Nefsinde tatbik ettiği için de muvaffak olmuştur. Onun içindir ki, bugün Nur Risaleleri elli civarında lisana tercüme edilmiş ve bütün dünyada okunuyor. Nur içinde yatsın aziz Üstadım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum