Said Nursiye göre uzayda yaşam-ÖZEL
ABD'li bilim adamları uzaydaki yaşamın peşine düşerken bu konuda Bediüzzaman farklı bir yorumda bulunmuştu
Cemil Yüzer-Murat Gezer/Risale Haber
Kainatta küçücük bir yer kaplayan dünyada hayat olmasına rağmen uçsuz bucaksız uzayda benzer bir hayatın bulunmamış olmasını merak eden bilimadamlarının bununla alakalı araştırmaları devam ediyor.
CNN Türk'de Metin Güneş'in haberine göre, Amerikalı bilimadamları uzayda mutlaka bir hayat olması gerektiği sonucuna vararark 'Başka gezgenlerde hayat kaçınılmaz bir gerçek' ifadesini kullandılar.
Bediüzzaman ise uzayda yaşamın olduğunu ifade ederek yaşayan canlıların farklı bir yapısı olduğunu ifade ediyor. İşte bu konudaki haber ve Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'daki görüşleri:
Yeryüzünde yaşamın sadece bir kez meydana gelen garip bir kaza sonucu ortaya çıktığı sanılıyordu. Ama bilimadamları şimdi kainatın canlı organizmalarla kaynadığı sonucuna varıyor. Bu fikir değişikliğine neden olan şey ise, uzayda dünya gibi yaşanması mümkün olan gezegen sayısının çokluğu.
Washington D.C.'deki Carnegie Enstitüsü'nde görev yapan gökbilimci Alan Boss, kainatta yeryüzü özelliğinde trilyonlarca yıldız bulunuduğunu söyledi. Bu nedenle bilimadamı kainatın var olduğu, milyarlarca yıl boyunca başka bir gezgende de hayatın gelişmiş olmasının "kaçınılmaz" olduğunu belirtti. Dr. Boss, "Eğer yaşanılabilir bir gezegen varsa ve bu gezegen birkaç milyar yıl boyunca evrim geçirmişse, buralarda bir tür hayat oluşması kaçınılmazdır" dedi.
Bediüzzaman: Uzayda hayat, ruh ve idrak sahibi varlıklar var
"Hakikat ve hikmet ister ki, zemin gibi, semâvâtın da kendine münâsip sekeneleri bulunsun. Lisân-ı şer'îde o ecnâs-ı muhtelifeye "melâike ve ruhâniyât" tesmiye edilir.
"Zemin, küçüklüğü ve hakaretiyle beraber, zîhayat (hayat sahibi) ve zîşuur (şuur sahibi) mahlûklardan doldurulması ve ara sıra boşaltılıp yeniden zîşuurlarla şenlendirilmesi işaret eder, belki tasrih eder ki, şu muhteşem burçlar sahibi müzeyyen kasırlar hükmünde olan semâvât (gökyüzü) dahi zîşuur ve zevi'l-idrâk (anlayış sahibi) mahlûklarla doludur. Onlar dahi, ins ve cin gibi, şu âlem sarayının seyircileri ve şu kâinat kitâbının mütâlâacıları ve şu saltanat-ı Rubûbiyetin dellâllarıdırlar. Çünkü, kâinatı had ve hesâba gelmeyen tezyinât (süslemeler) ve mehâsin (güzellikler) ve nukuş ile süslendirip tezyin (donatma) etmesi, bilbedâhe (açıklıkla), mütefekkir istihsan edici ve mütehayyir takdir edicilerin enzârını (bakışlarını) ister. (Sözler, 162)"
"Denilebilir ki, hayat olmazsa, vücud vücud değildir, ademden (yokluktan) farkı olmaz. Hayat, ruhun ziyâsıdır; şuur, hayatın nurudur. Mâdem ki hayat ve şuur bu kadar ehemmiyetlidirler (önemlidirler); ve mâdem şu âlemde bilmüşâhede (bizzat şahit olarak) bir intizam-ı kâmil-i ekmel (mükemmel bir düzen) vardır; ve şu kâinatta bir itkân-ı muhkem (sağlam ve pürüzsüz), bir insicâm-ı ahkem (tam düzgünlük) görünüyor; mâdem şu bîçare perişan küremiz, sergerdan (şaşkın) zeminimiz bu kadar hadd ü hesâba gelmez zevi'l-hayat (hayat sahibi) ile zevi'l-ervâh (ruh sahibi) ve zevi'l-idrâk ile dolmuştur; elbette sâdık bir hadis ile ve katî bir yakîn ile hükmolunur ki, şu kusûr-u semâviye (gezegenler) ve şu bürûc-u sâmiyenin dahi kendilerine münâsip zîhayat, zîşuur sekeneleri (sakinleri/oturanlar) vardır. Balık suda yaşadığı gibi, güneşin ateşinde dahi o nurânî sekeneler bulunur. Nâr (ateş), nuru yakmaz. Belki ateş ışığa meded verir. (Sözler, 468)"