Said Nursi’yi kötüleyen ihtilalcileri susturan köylü
Köfkeci, Said Nursi’ye iftira atan 27 Mayıs ihtilalcilerinin köylüler tarafından nasıl susturulduğunu yazdı
Risale Haber-Haber Merkezi
Araştırmacı Mustafa Köfkeci, Bediüzzaman Said Nursi’ye iftira atan 27 Mayıs ihtilalcilerinin köylüler tarafından nasıl susturulduğunu yazdı. Köfkeci, çalışmasını Risale Haber okuyucuları ile paylaştı.
Ülkenin üzerine karabasan gibi çöken 27 Mayıs ihtilâlcileri, güya inkılâbın sebep ve gayelerini izah etmek, halkın üzerindeki psikolojik ve ekonomik tesirlerini yerinde incelemek maksadıyla Anadolu’nun bütün vilayetlerine gruplar halinde dağılmışlar. Gerekirse bazı ilçe, köy ve kasabalara da ziyaret etmeleri komite tarafından istenmiş.
Bu çerçevede Milli Birlik Komitesi’nden (MBK) oluşturulan 17 ayrı ekibin içerisinde, Deniz Kurmay Binbaşı Selâhattin Özgür ve Kur.Yzb. Kâmil Karavelioğlu da Antalya, Burdur, Isparta ve Konya vilayetlerine görevlendirilmişler. (20 Eylül 1961)
Diğer taraftan da, Türk köylüsünü aydınlatmak! için Türk Kültür Derneği tarafından teşkil edilen “Kültür Kervanları” adı altında köylülere 27 Mayıs’ın mâna ve önemini belirten konferanslar verilirken, öğretici filmler gösterilmesine başlandığını o günün gazeteleri yazmaktadır. (11 Eylül 1960-Milliyet)
Hatta, Yzb. Karavelioğlu Isparta konuşmasında, sâbık devrin idarecilerinin “ne idüğü belirsiz kimseler” olduğunu söyleyerek “Onları yakaladığımız anda öldürebilirdik. Bu bizim hakkımızdı. Fakat adalete teslim ettik. Cezalarının infazına kimse mâni olamayacaktır.” demiştir. (26.9.1960-Milliyet)
İşte bu kara propaganda çalışmaları çerçevesinde ihtilâlden sonraki aylarda Risale-i Nurların bin kalemle yazıldığı Isparta Sav kasabasına da bir ziyaret gerçekleştirilir.
Vali, komutan, müftü ve halkevleri başkanından oluşan dört kişilik heyet bir cipin içerisinde, beraberlerinde bir cemse jandarma mangası ile köye gelirler.
Haber salınması üzerine, erkeklerden, yaşlı-genç, çocuk kim varsa Dalboyunoğlu camiisi önündeki meydana toplanırlar.
Jandarmalar da dış avluda belli aralıklarla yerleşerek köylünün etrafında vaziyet alır.
İhtilâldan hemen sonra Isparta Valiliğine Dâhiliye Vekaletinden Hukuk Müşaviri Hamdi Ömeroğlu, il Müftüsü Mehmet Soymen’in yerine de Bulgaristan göçmeni İsmail Akdere getirilmiştir.
İlk önce komutan söz alır ve inkılâbın gerekçelerini anlattıktan sonra konuyu Bediüzzaman Said Nursi’ye getirir:
“Arkasından gittiğiniz bu adam Cumhuriyet düşmanı, şöyle vatan haini, böyle bölücü gibi yalanlarına ilaveten, sizler Türk’sünüz, böyle Kürd’ün arkasından gidilir mi?” tarzında zehir zemberek sözlerle iftiralarına sürdürür.
Ardından sözü Vali alır, bu minval üzere yarım saat kadar da o konuşur. Bu defa Halk Evleri başkanı sözü alır bir müddet de o zırvalarına devam eder.
Bu konuşmaları yapanlar arada bir müftü efendiye dönüp; “Öyle değil mi hocam? Doğru değil mi Hocam? Yalan mı hocam?” gibi iadelerle tasdikini almak isteseler de hiç konuşmayan müftü bazen kafasını sallamakla yetinir.
Arada bir “Bakın gazeteler Said-i Kürdi hakkında neler yazıyor” diyerek ceplerinden çıkardıkları Cumhuriyet gazetesinden bazı haber ve pasajları okurlar…
“Türkiye Cumhuriyetini yıkarak yerine Kürt devleti kuracaktı…”
“Doğu vilayetlerine gidiyor. Oraların, nüfusunun artması için çok çocuk yapmalarını, söylerken, batı vilayetlerinde ise evlenmeyin, evli olanlara ‘karılarınızı boşayın’, çok çocuk yapmayın diye telkinlerde bulunuyor...”
Neredeyse iki saat kadar süren bu yalan, iftira, yer yer tehdit kokan, sindirme ve göz korkutma gayretleri nihayet sona erer gibi olunca; sessizce dinleyenlerin içerisinden 40. Yaşlarında birisi “Söz alabilir miyim?” diyerek ayağa kalkar.
Komutan küçümser bir eda ile istemeyerek de olsa “Ne söyleyeceksen söyle” der…
Bediüzzaman Hazretlerinin, bilmecburiye, böyle herifleri susturmak için, Dördüncü Desise-i Şeytaniyeyi, istemeyerek Eski Said lisanıyla zikredeceğim. “Şeytanın telkiniyle ve ehl-i dalâletin ilkaâtıyla, bana karşı propaganda ile hücum eden ve mühim mevkileri işgal eden bazı mülhidler, kardeşlerimi aldatmak ve asabiyet-i milliyetlerini tahrik etmek için diyorlar ki: "Siz Türksünüz. Maşaallah, Türklerde her nevi ulema ve ehl-i kemal vardır. Said bir Kürttür. Milliyetinizden olmayan birisiyle teşrik-i mesai etmek hamiyet-i milliyeye münâfidir" bahsinden aldığı dersle bütün cesaretini toplayarak sözlerine başlar:
“Efendim. Sizleri neredeyse iki saate yakın sessizce dinledik. Hakkında konuştuğunuz Bediüzzaman Said Nursi’yi, ben öyle tahmin ediyorum ki, içinizde göreniniz yoktur. Varsa söylesin.”
Heyetten hiç ses çıkmaz.
“İçinizden birinizin dahi o zatın yazmış olduğu130 parça kitaptan iki satır dahi okumuş olduğunuz zannetmiyorum. Okuyanınız varsa burada söylesin…”
Heyet yine sessizliğe bürünür.
“Sizler hem kendisini görmediğiniz, hem de yazdığı eserleri hiç okumadığınız halde şu cebinizde taşıdığınız gazetelerdeki yalan yanlış haberleri doğruymuş gibi bizlere anlatıyorsunuz. Burada toplanmış insanlar ve özellikle şu yaşlı amcalar olmak üzere, (Topalca Hafız olarak maruf Hacı Hafız Mehmet Avşar-Caminin İmamı) aleyhinde konuştuğunuz o mübarek zatı görmüş, nasihatlerini dinleyerek, kitaplarını okuyarak, yazarak, hatta ezberleyerek ömürlerinin geçirmiş kimselerdir.
“Sizlerin söylediği gibi bir cümleyi onun ağzından bizler hiç duymadık. Onun kitaplarında da böyle bir cümleye hiç rastlamadık. Ölmüş gitmiş bir kişinin arkasında yalan-yanlış sözler konuşmamak lazımdır.
Benim bu dediklerimin doğruluğunu size ispat da edeceğim…
Mesela ön taraf oturan hacı emmiye (Tevfik) soralım bakalım evli mi? Kaç çocuğu var?
“Evliyim. 12 çocuk sahibiyim” der.
Onun yanındakine (Çakmakçı) sorar “sizin kaç çocuğunuz var?” “9 çocuk sahibiyim.” Üçüncü kişiye de aynı soruyu sorar. Hacı emmi (Hafız Mehmet) “8 çocuğum var” diyerek cevap verir.
“İsterseniz devam edeyim” deyince komutan ‘gerek yok’ der.
“Sayın paşam, siz de evlisiniz herhalde. Siz kaç çocuk sahibisiniz?
“Benim bir kızım var” dedi. Duydunuz dedi.
“Sayın Valim sizin kaç çocuğunuz var.” “Bir kızım bir oğlum var” dedi. Halkevleri Başkanına aynı soruyu yöneltti. O da “İki çocuğum var” dedi.
“Ya hu Allah’tan korkmak lazım. Bu milletin nüfusunu azaltan sizler misiniz, yoksa Bediüzzaman’ın talebeleri mi?” der.
Köylünün karşısında daha fazla rezil olmak istemeyen heyet üyeleri “Tamam Tamam” diyerek daha fazla konuşmasının önüne geçerler.
Merkez camiinin bahçesinde toplanan cefakâr ve fedakâr Sav ahalisi gözlerinin önünde cereyan eden olayın karamanı arkadaşlarının tutuklanıp götürüleceği düşüncesindedirler…
Ancak, iman, cesaret ve samimi bir ihlasla söylenen sözler karşısında vilayetin mühim mevkilerini işgal edenler belki insafa geldiler veyahut da cesaret edip tutuklamadılar.
İşte Sav köyünün medar-ı iftiharı ve ihtilâlcileri köye geldiklerine bin pişman eden, onları adeta yerin dibine sokan bu zat, 29 sene önce elim bir trafik kazası sonucu 67 yaşında vefat ederek, vücudu kanlar içerisinde ahirete uğurlanan Hacı Ahmet Avşar’dır.
Bediüzzaman Hazretlerinin Kastamonu ve Emirdağ lahikalarında ismini zikrettiği ve bunlardan birisinde "Medrese-i nuriyenin mürşidi, müessesi ve müdebbiri” diyerek bahsettiği Hacı Hafız Mehmet Avşar’ın ‘tam ona benzer bir kıymetli hafidi olduğunu gösterdi’ dediği torunu Hacı Ahmet Avşar’a, geçmişlerine ve kabirlerinde bizlerden dua ve Fatiha bekleyen umum nur talebelerine bu vesile ile Cenab-ı Allah’tan rahmetler diliyorum.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.