Sakın zannetme ki o yaptıklarıyla sevinenler azabdan kurtulacaklar!
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Âl-i İmrân Suresi 185-188. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
185 . Her nefis ölümü tadıcıdır! (1) Amellerinizin karşılığı ise, ancak kıyâmet günü size tam olarak verilecektir. Artık kim ateşten uzaklaştırılıp Cennete sokulursa, işte (o kişi) gerçekten kurtulmuş (murâdına ermiş)tir. Hâlbuki dünya hayâtı, aldatıcı menfaatten başka bir şey değildir. (2)
186 . Celâlim hakkı için, mallarınız ve canlarınız husûsunda imtihan olunacaksınız ve sizden önce kendilerine kitab verilenlerden (yahudi ve hristiyanlardan) ve şirkkoşanlardan şübhesiz birçok ezalar (incitici sözler) işiteceksiniz! Buna rağmen sabreder ve (günahlardan) sakınırsanız, artık şübhesiz ki bu, azmedilecek (kararlı sabra lâyık) işlerdendir.
187 . Ve hani Allah, kendilerine kitab verilenlerin “Onu mutlakā insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz!” diye sağlam sözlerini almıştı. Hâlbuki (onlar) onu (kulak ardı ederek) sırtlarının gerisine attılar ve onunla az bir baha (kıymetsiz bir menfaat) satın aldılar. İşte (bu) satın almakta oldukları şey ne kötüdür!
188 . Sakın zannetme ki o yaptıklarıyla sevinen, yapmadıkları şeylerle de övülmeyi arzu edenler, evet, sakın onları sanma ki azabdan kurtulacaklar! Çünki onlar için (pek) acı bir azab vardır.
1- “İhlâsı kazanmanın ve muhâfaza etmenin en müessir (te’sirli) sebeblerinden birisi, râbıta-i mevttir. Evet ihlâsı zedeleyen ve riyâya (gösterişe) ve dünyaya sevk eden tûl-i emel (uzun süreli arzular) olduğu gibi, riyâdan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, râbıta-i mevttir. Yani ölümünü düşünüp, dünyanın fânî olduğunu mülâhaza edip (anlayıp), nefsin desîselerinden (hîlelerinden) kurtulmaktır. Evet ehl-i tarîkat ve ehl-i hakîkat, Kur’ân-ı Hakîm’in كُلِّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ [Her nefis ölümü tadıcıdır] اِنَّكَ مَيِّتٌوَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَ [Şübhesiz sen de ölecek olan bir kimsesin, onlar da ölecek olan kimselerdir!] (meâlindeki) gibi âyetlerinden aldığı ders ile, râbıta-i mevti sülûklarında (mesleklerinde) esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei (kaynağı) olan tevehhüm-i ebediyeti (ebedî yaşama zannını) o râbıta ile izâle etmişler (gidermişler). (...) Bu râbıtanın fevâidi (faydaları) pek çoktur. Hadîste: اَكْثِرُوا ذِكْرَ هاَدِمِ اللَّذَّاتِ Yani: ‘Lezzetleri tahrîb edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!’ diye bu râbıtayı ders veriyor.” (Lem‘alar, 21. Lem‘a, 170)
2- “Dünyanın üç yüzü var. Birinci yüzü: Cenâb-ı Hakk’ın esmâsına (isimlerine) bakar. Onların nukūşunu (nakışlarını) gösterir. Ma‘nâ-yı harfiyle (yaratanına bakan yönü ile), onlara (o isimlere)âyinedarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektûbât-ı Samedâniyedir. Dünyanın bu yüzü gāyet güzeldir. Nefrete değil, aşka lâyıktır. İkinci yüzü: Âhirete bakar. Âhiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir (çiçekliğidir). Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir. Tahkîre (hakārete) değil, muhabbete lâyıktır. Üçüncü yüzü: İnsanın hevesâtına (heveslerine) bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel‘abe-i hevesâtı (heveslerinin oyun yeri) olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünki fânîdir, zâildir (geçicidir), elemlidir, aldatır.” (Sözler, 32. Söz, 290)