Ekrem KILIÇ
Salkımı yutmak
Herkese nasîhatda bulunup kendisini bu tavsiyelerden vâreste tutmak, insanın ekseriyetle yapageldiği bir yanlışlıktır. Üstelik bu durumun haklılığını îzâh edecek bir hayli mâzeret îcâd etmek pek de zor değildir. Bile bile yapıldığına göre, böyle hareket edenin bir bildiği vardır. Fakat, bu bilginin ne olduğunu başkalarının bilmesi îcâb etmez. Çünki, bu hâli yaşayana göre, diğerleri îkàza muhtaçdırlar, kendisi değil. Başkaları pek yol – yordam bilemezler, kendisi hâriç. İnsanlara rehberlik etmek için husûsî kàbiliyetler lâzımdır; o da kendisinde mevcûddur…
Önce aynaya bakalım, sonra şöyle etrâfımıza! Bu târife uyanların, başta nefsimiz olmak üzere, ne kadar da çok olduğunu fark edebilecek miyiz? Hiç zarûret yokken, basit bir çıkar için yalanın bini bir para! Çocuğumuza doğruluk dersi verirken, kapı çalınsa, “Babam evde yok; de!”, diye tenbih ettiğimiz zamanlar az mıdır? Evden verilen sipârişi bilerek almadığımızda: “Tüh, nasıl da unuttum!” numarası bayatlamış da olsa can kurtaran simitlerimizden biridir. Hattâ, bâzen çok önceleri uydurduğumuz bir yalana dayalı hâdiseyi, baş tarafını unuttuğumuz için başka bir yalanla devâm ettirmek; sonra da işin farkında olunca kàfiye bulmak için uğraşan acemi şâir gibi ter döktüğümüz nâdirattân mıdır?
Sudaki halkalar gibi, gittikçe yayılıp genişleyen bu yanlışlık dalgaları içinde boğulmak işten değildir… Nefsinin ayıplarını görmeden, başkalarının hatâlarını araştıranlara, atalarımız vecîz bir ifâde ile: “Merteği görmeyip, kıymıkla uğraşmak.” olarak tavsîf etmişlerdir. “Ele telkîn verip, salkımı yutmak.” da bu kabîlden bir özdeyiştir. Sözünün ve tavrının halka müessir olmasını isteyenin, nefsini muhâtab alması muvaffakiyetin esaslarındandır. Pek çok ehl-i Hak, bu mevzûda bize numûne olacak hüsn-i hâl tabloları bırakmışlardır.
Ne yazık ki, hikâye ediverdiğimiz bu güzel hâdiseler, üzerimizde saman alevi gibi parlayan te’sirler icrâ etmekten öteye geçememiştir. İsbâtı için yine aynaya bakmak yetecektir. Dünyâya nizâm vermenin yolu kendi iç ve dış âlemini düzeltmekten geçmektedir. “Nefsini ıslâh etmeyen, başkasını ıslâh edemez. Öyleyse nefsimden başlarım.” düstûrunu hayât boyu elden bırakmayan Üstâd Bedîüzzamân’ın olağan üstü muvaffakiyetinin temelinde başka bir sebeb arayabilir miyiz?
Bu kabîl davranış sâhibi kimseler, bir de cem’iyyet hayâtında öne çıkan, emsâl teşkîl eden, ekseriyet tarafından taklîd edilen şahıslar ise, iş daha ciddiyyet kazanmaktadır. Arablarda, “Halk, yöneticilerinin dîni (yolu) üzerindedir.” meâlinde bir vecîze vardır. Hasbe’l-kader insanların başına geçenlerin, bu husûsda bilhassa dikkat etmeleri zarûrîdir. “Olduğu gibi görünmek ve göründüğü gibi olmak.” özellikle inançlı kesimlerden beklenmektedir. Dikkat edilirse, herhangi bir dînî davranışı kendisi için lüzûmlu görmeyen insanlar, inançlılardan, inandıkları esâslara riâyet etmelerini beklerler. Aksine bir durumda, yalnızca o hâli yaşayan kimseyi değil, mensûb olduğu bütün câmiayı samîmiyyetsizlikle suçlarlar. Tabiî, onların bu yanlışları, diğerlerinin hatâsını mâzûr göstermeye yetmez; ama, bu başka bir konudur.
Hâsılı, beşeriyet îtibâriyle insanlığı, inanç yönünden dîn-i mübîn-i İslâm’ı, mezheb cihetinden ehl-i sünnet ve’l-cemâati, meşreb bakımından da Kur’ân Hizmetini kendilerine düstûr edinen Risâle-i Nûr cemâatini temsîl şerefine ermiş kişiler olarak kàlimiz, hâlimizi; sözümüz, özümüzü tekzîb etmemek gerektir. “Niçin yapmadığınız şeyi söylüyorsunuz?” itâbı, aslında bizi çok kuvvetle îkàz etmektedir.
Başta kendi nefsim olmak üzere, muhterem okuyucularıma bu hakîkati hâtırlatmak faydadan hâlî olmayacak kanâatindeyim.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.