Sanatçılar da ölür

Bir ara Levent Kırca’nın Ayşe Arman ile yaptığı bir röportajı okumuştum. Hayran kalmıştım doğrusu. Böyle bir insan bu kadar mı ölümü hakir görür? Böyle bir insan bu kadar mı ölüme güzel bakar? Doğrusu şok olmuştum. Şöyle diyordu bir konuşmasında:

“18 yaşında çocuk da şehit düşüyor, var mı bunun açıklaması? Yok. Neden o ölüyor da başkaları ölmüyor? Yok bunun açıklaması. Kemoterapiye, sosyal sigortalar hastanesinde herkesle birlikte giriyorum, küçücük çocuklar görüyorum. Onlar acı çekerken benim şikayet etmem, ‘Ölmek istemiyorum. Kazık çakacağım!’ diye tutturmam ayıp değil mi? Bu son olaylar çok sarstı beni, her an ağlayabilirim. Bu vatanın evladına şehit olarak gelen ölüm, bana kanser olarak gelmiş, çok mu? Yanlış anlama, bu politik bir konuşma değil. Bunları ölüm döşeğinde söylüyorum sana…”

Önce şunu söylemeliyim ki, Levent Kırca ve onun gibileri tipim hiç değil. O ayrı mesele. “Olacak O Kadar” programlarından bazılarını izlemiştim ve çok güldüğüm sahneleri de olmuştu. İdeolojik açıdan taban tabana zıt insanlarız. Ama yiğidi öldür hakkını yeme. Ölümü o kadar olgunlukla karşılamış ki, takdir etmemek mümkün değil. Öldü gitti. Şimdi hesap zamanı. Bundan sonraki süreç Allah’ın tasarrufunda bu sürece bizim karışmamız edep dışı olur. Bendeniz burada bir başka konuya değineceğim.

Konuya girmeden önce, bir röportajdan daha bahsetmek istiyorum. Hani ateist İlyas Salman var ya, giderayak içine kurt düşmüş. Mealen diyor ki, “Öldükten sonra eğer bir Allah varsa, o zaman O’ndan ve inançlılardan özür dileyeceğim.” İlyas bey, öldükten sonra hakikati gördüğünde, özür dilemen Firavun’un imanına benzer. Perde-i gayb açıldıktan sonra özür dilesen ne olur; dilemesen ne olur. O zaman sana “Geçti Bor’un pazarı sür Eşşeği Niğde’ye” derler. Gel, Azrail (as) gelmeden iman et; bırak şu dipsiz kuyu gibi renksiz ve kokusuz kapkaranlık ateizmi. Kur’an’ı oku; muhteşem tefsiri Risale-i Nur Külliyatı’nı; bilhassa “Sözler” isimli muhteşem tefsiri oku…

Yine bir zaman bir sanatçı televizyonda şöyle seslenmişti: “Beni çok beklersin Karacaahmet.” Evet Karacaahmet bekledi. Ve o sanatçıyı bağrına bastı. Öleli yıllar oldu. Demek ki neymiş; sanatçılar da ölürmüş. Daha doğrusu Ayet-i Kerime’de Rabbim ne buyuruyor, “Her nefis ölümü tadacaktır.” O halde sanatçının da istisna kalması mümkün değil.

Sanatçılar, bilhassa sinema ve tiyatro sanatçıları, işlerine o kadar dalıyorlar ki, çoğu ölümü düşünecek zaman bulamıyor. Gerçi ölüm sahneleri oluyor; bazen kendileri de film icabı ölüyorlar. Ama emin olun, ibret almak yerine tabiri caizse ölümü “ti”ye alıyorlar. Kemal Sunal gibi bazıları ölüm korkusu yaşamıyor değil. Onun gibiler istisna. Ancak onlar da ibret alıp tövbe kapısını aralamada isteksiz olabiliyorlar. Kemal Sunal’da “Akrofobi (Acrofobia)” vardı. Yani yükseklik korkusu. Bu yüzden uçağa binmek istemezdi. Ancak zorunlu olarak bir uçak seyahati yapacaktı ki, kalp krizinden dar-ı bekaya irtihal eyledi.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri, meşhur olmuş, şöhret sahibi olmuş veya olmayı hayal eden tüm sanatçılara seslenerek sonu ölüm olan şu ibretlik tavsiyeyi yapar:

"Şöhret ayn-ı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. İnsanı, insanlara abd ve köle yapar. Yani, nâm ve şöhret isteyen adam, halklara kendini beğendirmek, sevdirmek için, insanlara riyâkârlık, dalkavukluk yapar. Tasannûkâr tavırlar takınır. O belâ ve musîbete düşersen, اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّۤا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ de.”

Burada Bediüzzaman, aslında sanata ve sanatçıya karşı değildir. Sadece bir hatırlatma yapıyor. Sanata kendinizi kaptırıp, riyaya sevk eden ve ahireti unutturan tavırlardan uzak durun diye tavsiyede bulunur. Elbette sanatçı olacak ve sanatını icra edecek, ama bu bir riya, gurur, kibir, tasannu, ahlâksızlık gibi olumsuzlukları intaç eden bir kapıyı açacak mecraya sürüklenmemeli. Zira sanatın zirvesine de ulaşsan, sonu ölümdür. Biz O’na aitiz ve dönüşümüz O’nadır.

Sanatçılar, sanatlarını icra ederken, vahid-i kıyasî yaparak sanatlarının mecrasını Allah’a yöneltebilirler. Meselâ oldukça mahir bir ressam düşünün. Muhteşem bir şelale manzarası yaptı. Etrafı yeşilliklerle süslü ve güneş pırıl pırıl… İyi güzel. Ellerine sağlık. Bu eserini narsis bir edayla gurur ifade eden sözlerle değil de; şöyle bir mukayese ile süslerse tadına doyulmaz: “Nasıl ki, ben bu güzel manzarayı aslından taklit ederek resmettim, aynen öyle de, aslını mükemmel bir şekilde; hem de canlı olarak tersim edip yaratan bir Yaratıcı mutlaka var olacaktır ve vardır.” İşte gördün mü, demek ki, sanatçı sanatını böyle yaparsa bir anlam ifade eder.

Hani edebiyatçılar bir konu üzerinde oldukça fazla tartışmışlardı. Konu “Sanat kimin için yapılır;” sorusuyla ilgiliydi. Kimisi, “Sanat halk için” kimisi “Sanat sanat için” gibi zırvalarla fikir beyan etmişlerdi. Aslında denmesi gereken şuydu; “Sanat Allah içindir”. Evet dostlarım aslında her işimizde gaye Allah’ın rızası olmalıdır. O’nun razı olmadığı hiçbir şeyde hayır yoktur.

Bütün bu görüşler ışığında şunu diyebiliriz. İnsan bu dünyaya ebedi hayatı kazanmak veya kaybetmek için geldi. Bunun gerçekleşmesi ise ölüm vakasıyla mümkün olacaktır. İster sanatçı isterse başka bir makamda ol, fark etmez, sonumuz kesin olarak ölüm. O halde, dünyevî hangi işi yaparsak yapalım ölüm hadisesini asla göz ardı etmemeliyiz. Bu konuda dinimiz ne güzel bir formül sunmuş: “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya; yarın ölecekmişsin gibi ahirete çalış.” O zaman yaptığımız dünyevî işler de ibadet hükmüne geçer vesselam…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum