Saraybosna dersleri

Saraybosna’dayım. Saraybosna, hâlâ acımasız bir bölünmenin ve iç savaşın acılarını üzerinde taşıyan, yaralı bir kent. Biz bugün Avrupa’nın krizini, Kürt sorununu tartışıyoruz. İşte Saraybosna bu iki konuda da çok öğretici dersleri önümüze koyuyor.

Sırp milliyetçiliğinin vahşeti Saraybosna’nın üzerine çöktüğünde ve Sırplar 1995 yılında, kuşatmayı kaldırırken bile, Srebrenica’da katliam yaptığı zaman Fransız düşünür Henry Levy, ‘Avrupa Saraybosna’da öldü’ demişti. Şimdi bakın o katliamlara sessiz kalan, Yugoslavya’nın katliamlarla dağılmasını seyreden Avrupa ayağa kalkabiliyor mu? Hayır, tabii ki... Avrupa’nın üzerinde, Saraybosna’da yirmisine gelmeden ölen genç kızların ve erkek çocukların hayaleti dolaşıyor. Avrupa’nın krizini ekonomik bir kriz sanmayın sakın; bu kriz siyasi bir krizdir ve Sırp milliyetçisi Princip’in Avusturya arşidükünü Saraybosna’da öldürüp 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına vesile olduğu 1914 yılından daha ağır bir siyasi krizin içindedir bugün Avrupa.

1989’da Berlin Duvarı yıkılıp Sovyetler çözülmeye başlayınca Avrupalı faşistler ve Amerikalı neoconlar ellerini ovuşturarak ‘Balkanlaştırma’ diye sevinç çığlıkları atıyorlardı. Tito, ikinci savaşın hemen ertesinde altı cumhuriyeti ve iki özerk bölgeyi oluşturan Yugoslav Federatif Halk Cumhuriyetini kurduğunda, (Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Hırvatistan, Slovenya, Makedonya) hem kapitalizmin ulus-devletçi sistemine hem de Sovyetlerin hegemonyasına aykırı bir iş yapmıştı aslında. Kim ne derse desin Tito’nun Yugoslavya’sı hem ABD’yi hem de Sovyetleri rahatsız etti. Çünkü Tito’nun yönetimi, Stalin’in diktatöryel-merkezi anlayışının aksine öz yönetimci, ademi merkeziyetçi bir özellik taşıyordu ve bu, Batı’yı da Sovyetleri de rahatsız ediyordu. Ben, Tito Yugoslavyasının, biraz Osmanlı ademi merkeziyetçiliğini aldığını ve farkında olmaksızın bu siyasi kültürü

devam ettirdiğini düşünmüşümdür. Şimdi Saraybosna’da batı ve doğu kültürlerinin, dinlerin harman olduğu bu güzel ama yaralı kentte dolaşırken bu düşüncenin hiç de yabana atılacak bir düşünce olmadığını gözlemliyorum.
Belki de işte bu yüzden, Batı, Tito ölür ölmez Balkanlaştırma Politikası’nı yürürlüğe koydu ve faşizme en yakın unsurları (başta Sırp milliyetçiği olmak üzere) harekete geçirdi. Tabii 1989’da Berlin Duvarı yıkılıp Doğu Almanya’da çökünce herşey hazırdı. 

Yugoslavya’nın dağılma süreci ve bugün dağılma sonucunda ortaya çıkan bu ülkelerin durumu, bize ırka ve ulusa dayalı devletler döneminin bittiğini gösteriyor. İnanın eski Yugoslav Federal Cumhuriyeti içinde yar alan ülkelerin, tek başına ulus-devlet olarak yoluna devam etmesinin imkânı yok. Bu küçük ama yaralı devletçikler, aslında Avrupa’nın krizden çıkmasını geciktiren sosyal ve ekonomik bir yük olarak Avrupa’nın tam ortasında duruyor. Hala bir yönetim modeli ve iktisadi yapılanma çerçevesi geliştirebilmiş değiller; karar alma mekanizları felç.

1995’te, NATO, Sırp miliyetçi katliamlarına müdahale ettiğinde çok geçti. Dayton anlaşması bugün bu topraklara geçici bir çözüm sunmuştur. Kalıcı olan, hiç şüphesiz, yeni bir iktisadi-sosyal sistemdir.

Şimdi bu bağlamda iki önemli sonuç söylemek istiyorum:

1) Batı’nın sanayi devriminin zenginliğini yaşamış, Avrupa’nın göbeğinde milliyetçi bir çıkışla ulus-devlet kurmak o ulusun halkına yaramış mı; hayır... Bu, anlayan için önemli bir ders değil mi? 

2) Bugün ‘NATO Suriye’ye müdahale etmesin bu emperyalizmdir’ diyenler Saraybosna’ya gelsinler ve NATO geciktiği için kızlarını, oğullarını kaybeden annelerle birlikte şehitlikleri ziyaret etsinler. 

Said Nursi’nin üniversitesi

Kıssadan hisse: Demek ki artık ulus-devletçi çatışmayı değil, birleştirici büyük enternasyonali aramalıyız. Çünkü bu çatışmada, halkları bölen ulus-devletlerin, dikenli telleri ve halkların inançlarını, dillerini, kültürlerini yasaklayan hukukları vardır.

İşte Said Nursi’nin ışığı, bu karanlık dünyayı aydınlatmak onu değiştirmek içindir.

Örneğin Said Nursi’nin Medresetü’z-Zehra Üniversitesi’ni bugün bu bakış açısıyla ele almalıyız ve bu projenin din ile bilimin birbirini dışlayan değil, birbirini tamamlayan iki önemli medeniyet ışığı olduğunu anlatmalıyız. Said-Nursi’nin üniversitesi, bilimle dini bir araya getirmekle kalmaz aynı anda halkların kültürlerini ve dillerini de bu üniversitede yaşatır. Türkçe, Arapça, Kürtçe özgürdür Bediüzzaman’da.

Star

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.