Sayın Altan, alttan baktınız altında kaldınız

Cesur çıkışları, demokratik düşünceleri ile sevgimizi hakeden Ahmet Altan Bey’in musibetlere, özellikle bu son ölüm hadisesine bakışı tam bir musibetti.

 

Eli kolu kırılmış bir adamın kavga etmesi gibi bir musibet. Arılardan kaçayım derken, arıları üzerine saldırtmak gibi bir musibet. Veya kurtulmak için çırpındıkça batmak gibi tam bir musibet.

 

Ahmet Bey, zatıaliniz de çok iyi bilirler ki, bir hadiseyi doğru anlamak için doğru yerden bakmak lazımdır. Zannımca siz bu ölüm olayına yanlış yerden baktınız ve yanlış bir sonuca ulaştınız.

 

Karın ağrısı çeken birine sizin yaklaşımız ile bir doktorun yaklaşımı muhakkak ki çok farklı olacaktır. Zira iki bakış arasında çok fark vardır.

 

Siyasi, politik olaylara doğru yerden baktığınız ve doğru teşhisler koyduğunuz için, çocuklarınız maddi rahatsızlıklarında sizde tedavi olmuyorlardır herhalde. Zira burada yetersiz olduğunuzu biliyorlar ve bunda da haklıdırlar.

 

Ülkenin siyasi sosyal yaralarını tedavi etmede başarılı reçeteler yazan zatınız, hasta olunca doktora gitmek durumundasınız. “Koskoca ülke meselelerini teşhis eden ben, nasıl oluyor da bedenimde olan bir sorunu teşhis edemiyorum.” demezsiniz galiba. Zira bu alanda doğru yerden bakacak müktesebata sahip değilsiniz.  

 

Kısacası Ahmet Bey, bu ölüm olayına alttan baktınız ve altta kaldınız.

 

Sizi çok iyi anlıyorum. Çünkü vakti zamanında ben de aynı hatayı yapmış, alttan bakmış ve altında ezilmiştim.

 

Ne vakit, üstten bakmayı ve filmin tümünü görmeyi öğrendim, ezilmekten kurtuldum ve rahatladım.

 

Sizi seven biri olarak, üsten bakma işini hoşgörünüze sığınarak sizlerle paylaşmak isterim.

 

Ancak üstten bakmayı öğrenmek adına kısa bir seyahate çıkmamız lazım. Endişelenmeyin. Yoğun olduğunuzu biliyorum. Bu bir gerçek seyahat değil, hayali bir yolculuk. Bu seyahatten ibret almak için küçük de bir şartımız var: Hastalık, hastane, doktor, tedavi gibi konuları bir süreliğine unutacaksınız veya  bütün bildiklerinizi, bilgilerinizi yolculuk boyunca bir kenara bırakacaksınız.

 

Şartları kabul ediyorsanız, yolculuğa başlayalım.

 

Çıkış noktamız Jupiter gezegeni olsun.

 

Yolculuk başladı.

 

Diğer gezegenleri merak ediyoruz. Birkaç gezegeni dolaştıktan sonra dünya denen bir gezegene geldik. İnsan denen varlıkları yukarıdan izlemeye başladık. Bir kadın ve üç yaşlarındaki çocuğu dikkatimizi çekiyor. Evinden çocuğunu kucağına almış olarak çıkan kadın, bir araca bindi. Adım adım takip ettiğimiz kadın büyük bir binanın önünde indi ve apar topar binaya girdi. Üçüncü kata çıktı. Bir odanın kapısını çaldı. Beyaz önlüklü bir adam çıktı. Kadın kucağındaki yavrusunu bu adama verdi ve yan taraftaki koltuğa yığılırcasına oturdu.

 

Çocuğu alan beyaz önlüklü adam, kendisi gibi beş kişiyi daha çağırdı. Altı kocaman adam çocuğun üzerine saldırdılar ve çocuğu boylu boyunca bir yere uzatıp ellerini ayaklarını sıkıca bağladılar. Sonra ağzına bir şey sıktılar ve çocuğu bayılttılar.

 

Derken, onlardan birisi eline geçirdiği keskin bir cisimle çocuğun karnını yardı. Bir başkası çocuğun içindeki organları eline alıp onunla oynayama, eğlenmeye başladı. Oynadıktan sonra, bu organdan bir parça kesti ve yandaki kutuya attı. Saatlerce devam eden bu ciğersuz ve vicdanız saldırıdan sonra, tekrar çocuğun karnını iğne iplikle diktiler ve bir kaç saat bir kenarda beklettikten sonra annesine iade ettiler. Kadın ise, çantasında para denen demet demek kağıtları çıkarıp bu adamlara vermek yetmiyormuş gibi, yere kadar da eğilerek minnettarlığını gösterip çocuğunu alıp ayrıldı.

 

Kan donduran bu olayı sizinle tek kelime konuşmadan dehşet içinde izledik.  Size dönüyorum. Eski bilgilerini unutmuş biri olarak, sizden olayı nasıl algıladığınızı soruyorum.

 

Bütün çaresizliğinizle, “Korkunç bir olay.” diyorsunuz. Olamaz böyle bir şey, insanların, özellikle annelerin vicdanlarından kuşkuya düşüyorsunuz. Bu olaya baş kaldırıyorsunuz. “Böyle anne mi olur, insaf yok mu bu annede?” diye feryat ediyorsunuz. Böyle bir vahşet olamaz, diye isyan ediyorsunuz.

 

“Çaresizliğimi, hiçliğimi, başkalarının kaybıyla, başkalarının acılarıyla anlamak, o çaresizliği ve hiçliği daha da arttırıyor.” diyerek şu soruları soruyorsunuz:

“Neden?

 

Neden bu masum çocuğa bunu yaptılar?

 

Bu annede zerre kadar şefkat yok mu?”

 

“Hayııııır!.  olamaz.” diyerek feryat ediyor ve “Bu sorularımı cevaplayın.” diyorsunuz. 

Kısa bir sessizlikten sonra dönüp bana bakıyorsunuz. Sakin ve rahat davranışlarım dikkatinizi çekiyor ve “Sende mi vicdanını kaybettin yoksa?” diyerek bu kez bana saldırıyorsunuz.

 

Musibeti ikileştiren bu halinizi görünce size acıyorum ve size yardımcı olmaya çalışıyorum. Zira sizin olaya yanlış yerden baktığınızı fark ediyorum. Olayın kendisi değil, olayın altında kalıp ezilişiniz beni üzüyor.

 

Ve doğru yerden bakarak olayın gerçek yüzünü size anlatmaya çalışıyorum.

 

“Ahmet Bey, yaşanan olay sizin vehmettiğiniz gibi acımasız, ciğersuz ve insafsız değildir. Tam aksine, yüksek bir şefkatin, büyük bir insafın, derin bir merhametin yansımasıydı.”

 

“O kadın bir anneydi; çocuğu kanser hastasıydı. Beyaz önlüklü adamlar doktorlardı. Olay bir saldırı değil, ameliyattı. Ağrısı acısı olduğu doğrudur. Fakat, iki üç ay ömrü kalmış olan çocuk bu ameliyat sayesinde sağlığına kavuştu.”

 

Yüzünüz açılmaya ve kendinize gelmeye başlıyorsunuz. “Nasıl da anlayamamışım.” diyerek kendinize sitem ediyorsunuz. “Peki ben neden bütün bunları fark edemedim.” diyorsunuz.

Fark edemezsiniz, çünkü yanlış yerden, dar bir yerden bakıyorsunuz. Filmin tümünü göremiyorsunuz.

 

Evet Ahmet Bey, ölüm de böyledir.  İnsanlar dünyada ebedi kalmak üzere gönderilmediler. Kısa bir süreliğine bir ticaret yapmak, bir eğitimden geçmek üzere gönderildik. İşimiz biter bitmez de geri döneceğiz ve dönüyoruz.

 

Tıpkı askerlik yapmak gibi, okula gitmek gibi.

 

Askerlik eğitiminde sıkıntılar olabilir. Ama muhtemel bir savaşta sağlam bir savunma ve bütün bütün ülkeyi kaybetmemek için bu sıkıntılara katlanmak gerekir. 

 

Askerlikten ayrılırken de eğitim için verilen elbiselerimizi bırakır ayrılırız. Elbiselerimiz kullanılamaz hale geldiyse, çöpe atılır. Veya kesilir, doğranır, yakılır ve yok edilir.

 

Bu elbiseler kesildi veya yakıldı diye isyan edilir mi? Komutanlar insafsızlıkla ittiham edilir mi? Korkunç bir olay denilir mi? Diyen kişinin haline acınmaz mı, acımaz mısınız?

 

Ahmet Bey, beden ruhun elbisesidir. Eğitim bitince, bu elbise artık işimize yaramaz. Beden elbisesi çıkarılır  ve terhis olunur.

 

Ölüm yokluk değil, hiçlik değil, ebedi ayrılık değildir. Tam aksine sıkıntılı, hastalıklı, çileli olan eğitim dünyasından terhis olmak ve ebedi saadete gitmektir. Dostlarımıza kavuşmak ve ebediyen birlikte olmak demektir ölümüm adı.  

 

Canlı bir örnek duymak ister misiniz?

 

Bir kadın, teselli kaynağı olan biricik evladını ansızın kaybeder. Peygamberimize gider dert yanar, ağlar sızlar. Efendimiz onu alır ve mezarın başına giderler.

 

Oğlunun mezarına doğru: “Ey filan Allah’ın izni ile kalk.” der, Efendimiz.

 

Delikanlı birden mezardan kalkar.

 

Efendimiz kendisine “Dünyaya geri gelmek ister misin?” diye sorar.

 

“Hayır, dünyadan çok daha güzel bir yerdeyim, geri gelmek istemiyor.” der ve tekrar gider delikanlı.

 

Bunu gören anne rahatlar ve mutlu bir şekilde geri döner.

 

İşte böyle Ahmet Bey. Siz de sağlığınız için doktora kulak verdiğiniz kadar, Efendimize kulak verseniz, mutlu olursunuz. Ama dünyayı ebedi sanıp, her şeyi buradan ibaret kabul ederseniz, çaresiz bir şekilde inlemekten başka yol kalmaz.

 

“Yukarıdan bakmak” demek, kainatın yaratıcısının gösterdiği yerden, gönderdiği Kur’anî gözlükten bakmak demektir. İsmi ile müsemma olduğunuz Hz. Ahmedi  Muhammed’in bakışı ile bakmak demektir.

 

Sözü fazla uzatarak sizi sıkmak istemem. Ön yargısızlığınıza sığınarak bir eser tavsiye etmek istiyorum. Vaktiniz olursa, Bediüzzaman’ın Mektubat adlı eserinden Yirminci Mektup adlı risaleyi okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Bu eserde yukarıdan bakmanın, filmi bütün olarak görmenin harika formüllerini bulacaksınız ve belki de bana da bu yüzden dua edeceksiniz.

 

Umarım bu risaleyi okurken, “Vay kopyacı seni.” diyerek notumu kırmazınız.

 

Saygılarımla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum