Hüseyin YILMAZ
Seçimler, Ak Parti ve yeniden keşfedilen Atatürkçülük!
Nüfus kaydı ve kimlik ismi: Kamal Atatürk!.. Türkiye’nin tek muktediri olarak yaşadığı devirde gazete manşetlerinde, “Ulu Önder Kamal Atatürk” serlevhasıyla yer alıyordu. Arşivler, herkese açık, ulaşabilirsiniz. Ulus ve Cumhuriyet gazetelerine bakmanız, hakikatın teyidi için kâfi gelecektir.
Aslında hayata Mustafa adıyla başlamıştı. Hikmeti bilinmez ama âilesi kendisine Peygamber Efendimiz (A.S.V)’ın Muhammed’den sonra en çok bilinen ikinci ismi Mustafa’yı vermişti. Dindar bir insan olarak görmek istediklerinden mi, yahut başka bir âmil mi tercihte rol oynamıştı, bilmiyoruz.
Yola Mustafa olarak çıkar ama talebelik yıllarında kendisi ile aynı ismi taşıyan bir muallimi, kendisine ikinci bir isim olarak Kemâl’i münasib görür. Maksadı iki Mustafa’yı birbirinden tefrik etmek olsa da çoook sonraları bu hikâye aslında mualliminin küçük Mustafa’nın matematikteki kemâlini takdir için olduğu, zenginliğine bürünür.
Ne var ki, Mustafa gibi Kemâl de İslâmiyet’in temel mefhumlarındandır. Kemâl dediğiniz anda akla ilk gelen mefhum İslâmiyet olur.
Şüphesiz her iki isminin de ileride kendisini rahatsız edeceği ne âilesinin malumuydu, ne de mualliminin. Onlar, yaşadıkları devrin en iyi tercihlerini kullanmakta bir beis görmemişlerdi, görmeleri de mümkün değildi. Bin yıl İslâmiyet’e hizmet etmiş bir kavmin mensublarının, altı yüz yıl cihâna hükmetmiş bir devletin teb’asının insiyakları ile yaşıyorlardı.
Lâkin, bir herc ü merc asrıdır geçtiğimiz asır; her şeyin yıkılıp alt üst olduğu, zıdların yer değiştiği, içtimai kıyametlerin yaşandığı bir asır. Müslümanlar için ise tam bir felâket asrı; yıkılış ve çöküşlerle ümmetin âdeta insanlık mertebesinden sefil bir hayvanlık mertebesine düşürüldüğü şeni bir asır.
Ceddimiz Osmanlı’yı, -anlamayanlar için tasrih edeyim- yâni bizi, tarih sahnesinden düşüren küfür cephesi, tekrar dirilmemizi imkânsızlaştırmak için de gerekli bütün tedbirleri alıyordu. Ya fiili işgâllerle bu habis emelini gerçekleştirmeye çalışıyor, ya zihin istilâsı ile. İslâm ülkelerinin çoğuna fiili işgal düşerken, bize zihin istilâsı revâ görüldü. Zirâ ümmetin aklı ve şuuru idik, biz düşünebildikçe bir şekilde uyanacak ve dirilecektik. Batı bu korkulu rüyayı artık görmek de, yaşamak da istemiyordu.
Cumhuriyet, küfrün emellerinin tavan yaptığı bir zamanda, suretâ gâlib çıktığımız bir savaştan kalan enkazların arasında kurulmuştu. Zahirde galib, gerçekte mağlubtuk. Koca bir cihan devletini, büyük bir hâkimiyeti ve uçsuz bucaksız toprakları kaybetmiştik. Mağlubun galibe duyduğu o tuhaf, o izahı zor taaşşukla sarhoştuk. Batılılaşacak, hayranlık duyduğumuz hasmımızın seviyesine çıkacaktık; medenileşecek, muasırlaşacaktık!..
Bu yolda ne yapmamız gerektiğini de dünün düşmanı, bu günün dostu(!) Batı fısıldıyordu kulaklarımıza: İslâmiyet adına her ne varsa çöpe atınız, yakıp yıkınız; sizi İslâmiyet geri bırakıyor… Hayır, bu bir fısıldama değil, emirdi; küstahça, ahlâksızca bir emir.
Ankara, bu telkinler istikametinde yürümenin güçlüğünü müdrikti. Bin yıl İslâmiyet’in bayraktarı olarak yaşamış, cihâna hükmetmiş bir milletin çocuklarını İslâmiyet’ten koparmanın ikna ile kabil olmayacağı açıktı. İster istemez kaskatı bir istibdad devreye girdi. İstiklâl Mahkemeleri, Takrir-i Sükûnlar, Kürt coğrafyasındaki irili ufaklı isyan ve kıyamlara karşı girişilen korkunç tenkiller, sürgün ve hapisler çeyrek asırda milleti muma çevirdi. Dünün cihâna nizam veren milleti, kendi çocuklarının elinden ürkek ve sefil bir mahlûka dönmüştü.
O devirde herkes mi korkmuş, herkes mi sinmişti? Şüphesiz hayır, ama elimizde bir istatistik yok, sadece sesi yükselebilen, meydanda kalanları görebiliyoruz. Başını Bediüzzaman Said-i Nursi’nin çektiği çekirdek bir zümre!
Dün de bugün de Kamal Atatürk’e en kararlı, en ilmî ve en anlaşılabilir muhalefet dindarlardan geliyor. Nur talebelerinin kahir ekseriyeti Kamal Atatürk’ün devlet adamı vasfıyla yaptığı ekser icraatı düşünce ve ilim zemininde reddeder, muhalefet eder. Bu icraat ve düşüncelerin İslâmiyet ile barışık olmak şöyle dursun, hasım bir ruh taşıdığından emindirler. Hakikat de budur.
Her ne kadar siyâsî bazı mülâhazalarla, isminde bile İslâmiyet’e tahammül göstermeyen Kamal Atatürk’ü gâzilik unvanı ile Müslümanlara hoş gösterme furyası zaman zaman sert çehresine yumuşak bir gölge düşürse bile, yaptıkları ile İslâmiyet’le başının hoş olmadığı hakikatini gizlemeye kâfi gelmemiştir.
Müslümanlara Kamal Atatürk’ü sevdirmeye muvaffak olamayan Atatürkçü ve Kemalistler, çareyi onun İslâmiyet’e hasım mânevî çehresini bir parça Müslümanlaştırmakta aradıkları gibi, Ak Parti de dahil, sağdaki siyasîler de bir asra yaklaşan Atatürkçülük zeminin baskısından kurtulmak, tabanın nazarında da “dönmüş”, İslâmiyet ve Müslümanlara ihanet etmiş addedilmemek için, Kamal Atatürk’ün ruhunu muazzeb ettiğine aldırmadan, manevî kametinin üstüne İslâmiyet libası geçirmekte kendilerini mazur görmüşlerdir.
Halbuki Atatürkçü ilk kaynakların tamamı Kamal Atatürk’ün İslâmiyet’e hasım yığınla meziyetinin fahriyle doludur.
Gelelim bu uzun hatırlamanın sebebine.
15 Temmuz darbe teşebbüsü, görünüşe göre FETÖ’nün mağlubiyeti ile neticelense de, hasmı durumundaki Ak Partinin hissesine düşen de büyük bir galibiyet değil, en az FETÖ’nün yaşadığı kadar acı bir mağlûbiyettir. Çarpışan iki hasım arasından sıyrılıp galibiyeti göğüsleyenler, yazık ki, Atatürkçüler oldu.
Zirâ AK Parti devrinde zirvesini bulan FETÖ’nün yarım asırlık devlet işgâli 15 Temmuz’da çökmüş, FETÖ’cü tasfiyesi ile devletin hayatî noktalarında meydana gelen kadro boşlukları had safhayı bulmuştu. Milli Görüş, tabanda gösterdiği başarıyı, kadrolar yetiştirmekte gösteremediği için, siyâsî iktidar kendiliğinden üç çeyrek asırdır devlete kadro yetiştiren Atatürkçü cenahın ocağına düştü. Ne kadar eski Kemalist, Atatürkçü ve Ulusalcı varsa bu karanlık devrin yol göstericileri mevkiine fırladılar. Şimdi sahne, siyâsi iktidar gemisini kayalıklara çeken bu korsan fenerlerinde artık.
Ayakları yere sağlam bastıkça, önce “Öğrenci Andı” ile sopalarını salladılar, sonra hiçbir şekilde hakaret taşımayan ve ferdî bir teşebbüs olduğu açık olan bir genç kızın 10 Kasım’da “Atatürk İlah değildir” deyişini, çok iyi bildikleri yargı istibdadı prangalayarak tahkim ettiler.
Dünyanın hiçbir yerinde emsâli olmayan bir kanunla (5816) hakareti men edilmiş bir şahsa hakaret etmeyi göze alan ya mecnun olmalı, ya da mücessem cesaret ve fütursuzluk. Ne var ki, bu ucube kanun metni mer’iyete girdiğinden beri Kamal Atatürk’e hakareti men etmekte değil, hasım ve sevmeyenlerini sindirmekte kullanılmış, kullanılmaya da devam ediliyor. Kanun metninde hiçbir şekilde olmayan bir uygulama ile herhangi bir Müslümanın Kamal Aatatürk için, “Gözlerinin üstünde kaşları vardı!” demesi kabilinden masumiyetler bile hakaret addedilmiş ve ağır bedeller ödetilmiştir.
Bir genç kızın aynı haysiyet kırıcı kanun ile tutuklanmış olması Ak Parti iktidarının ayıp ve acziyeti, FETÖ ve Kemalist güruhun galibiyetidir.
İktidarın önünde çok hayatî bir seçim var, hayat-memat kabilinden olduğunu saklamaya gerek yok. Tabanın ruh halini yerle bir eden üç çeyrek asırlık bir idealden sapma, İslâmiyet’e sırt dönme, ya da oralı olmama görüntüsü iktidar partisini şüphesiz büsbütün zora sokacaktır.
Atatürkçülüğün de, Atatürkçülerin de bu topraklarda gerçek bir karşılığı yoktur. Kendi başlarına iktidar yüzü görmeleri, Şeytan’ın Cennet’e gitme ihtimalinden daha düşüktür. Hayat ve saâdetlerini devlet merkezli kurdukları cebrî varlığa borçlular, onu kaybetmemek için yüklenmeleri de çok normal. Normal olmayan Ak Parti ve Müslümanlardaki savrulmadır.
Eğer bu topraklarda zerre kadar hak ve hürriyetlerin esamesi okunuyor ve hukuk ile adalet namına en ufak bir endişe yaşanıyorsa Emine Şahin’in söylediklerinde suç yoktur; suçsuzdur, serbest bırakılması lâzım. Yok, ilahlar kurban istiyorsa, Emine Şahin’i vermekle işin içinden sıyrılamazsınız. Yarından tezi yok, Takrir-i Sükûn’u yeniden ilân ediniz, İstiklâl Mahkemelerini kurunuz, şapka giyme mecburiyetini ilân edip tatbikini jandarmaya havale ediniz; örtüyü yasaklayınız ve Müslüman avına başlayınız.
Kimden başlayalım diye düşünmenize gerek yok, adresimi biliyorsunuz. Bilmiyorsanız konum atabilirim…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.