Şefâat tamâmen Allah’a âittir, göklerin ve yerin mülkü O’nundur
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Zümer Sûresi 41-46. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
41-(Ey Resûlüm!) Şüphesiz ki biz sana Kitâb’ı, insanlar için hak ile indirdik. O hâlde kim hidâyete ererse, artık kendi lehinedir. Kim de dalâlete düşerse, ancak kendi aleyhine olarak sapmış olur. Çünki sen, onların üzerine vekil değilsin!
42-Allah, ölümleri ânında nefisleri(n ruhlarını) alır. Ölmeyenleri ise uykularında (bir nevi‘ ölüme mahkûm eder). Böylece, üzerlerine ölümle hüküm verdiği kimseleri(n ruhlarını) tutar; diğerlerini ise, belirli bir vakte (öleceği zamâna) kadar salıverir. Şübhesiz ki bunda, ibret alacak bir kavim için nice deliller vardır. (*)
43-Yoksa Allah’tan başka şefâatçiler mi edindiler? De ki: “(O putlar) hiçbir şeye sâhib olamazlar ve akıl erdiremezlerse de mi (onları şefâatçi edineceksiniz)?”
44-De ki: “Şefâat tamâmen Allah’a âittir. Göklerin ve yerin mülkü, O’nundur. Sonra ancak O’na döndürüleceksiniz.”
45-Hem Allah tek olarak anıldığı zaman, âhirete îmân etmeyenlerin kalbleri daralır! Ama O’ndan başkaları anıldığı zaman, hemen sevinirler.
46-De ki: “Ey gökleri ve yeri yaratan, görünmeyeni ve görüneni bilen Allah’ım! Hakkında ihtilâfa düşegeldikleri şeyler husûsunda kullarının arasında ancak sen hüküm vereceksin!”
(1)“Pek çok nev‘lerde, hattâ gece ve gündüzde, kış ve baharda ve cevv-i havada (hava boşluğunda) hattâ insanın şahıslarında, müddet-i hayâtında değiştirdiği bedenler ve mevte (ölüme) benzeyen uyku ile haşir ve neşre (öldükten sonra dirilmeye) benzer birer nevi‘ kıyâmet, bir kıyâmet-i kübrânın (en büyük kıyâmetin) tahakkukunu (gerçekleşeceğini) ihsâs ediyor (hissettiriyor), remzen (işâretle) haber veriyorlar.
Evet meselâ: Haftalık bizim saatimizin sâniye ve dakīka ve saat ve günlerini sayan çarklarına benzeyen, Allah’ın dünya denilen büyük saatindeki yevm (gün), sene, ömr-i beşer (insan ömrü), deverân-ı dünya (dünyanın devirleri), birbirine mukaddeme (başlangıç) olarak birbirinden haber veriyor, döner işlerler. Geceden sonra sabâhı, kıştan sonra baharı işledikleri gibi, mevtten sonra subh-ı kıyâmet (kıyâmet sabâhı), o destgâhtan (tezgâhtan), o saat-ı uzmâdan (en büyük saatten) çıkacağını remzen haber veriyorlar.
Bir şahsın müddet-i ömründe başına gelmiş birçok kıyâmet çeşitleri vardır. Her gece bir nevi‘ ölmekle, her sabah bir nevi‘ dirilmekle emârât-ı haşri (haşrin emârelerini) gördüğü gibi, beş-altı senede bil-ittifak (tamâmıyla) bütün zerrâtını değiştirerek, hattâ bir senede iki def‘a tedrîcî (derece derece) bir kıyâmet ve haşir taklîdini görmüş. Hem hayvan ve nebat nev‘lerinde üç yüz binden ziyâde haşir ve neşir ve kıyâmet-i nev‘iyeyi (nev‘lerin dirilmelerini) her baharda müşâhede ediyor (görüyor). İşte bu kadar emârât ve işârât-ı haşriye ve bu kadar alâmât ve rumûzât-ı neşriye elbette kıyâmet-i kübrânın tereşşuhâtı (sızmaları) hükmünde, o haşre işâret ediyorlar.” (Sözler, 29. Söz, 195-196)